Önsöz
Bu hikâye, bir bahçıvanın beş kapılı bir sarayın bahçelerine olan yolculuğunu anlattı. Eymen, çiçeklerle ün salmış bir köylüydü; bir gün tellalların çağrısıyla saraya geldi ve Kral’ın emanetini aldı. Beş bahçe, günün beş vaktine yayılmıştı; her biri, vaktiyle sulanmazsa solardı. Bu, sadece bir bahçecilik öyküsü değildi; insan kalbinin zayıflığını, sadakatin değerini ve yasağın cazibesini sorgulayan bir masaldı. Adem ile Havva’nın yasak meyvesinden şeytanın fısıltısına kadar, Eymen’in hikâyesi, hepimizin içinde yatan dürtüleri yansıttı. Namaz gibi, vakitlerin düzeni kutsaldı; ama insan, bu düzeni bozmaya her zaman meyilliydi. Eymen’in serüveni, bize bir ayna tuttu: Sadakat mi, tembellik mi? Affa güvenmek mi, yoksa bedel ödemek mi? Okuyun, düşünün, karar verin.
Yapay Zeka Diyaloglarını DinleBölüm 1: Saraya Bahçıvan Aranıyor
Eymen, köyünün en yetkin bahçıvanıydı. Elleriyle yetiştirdiği çiçekler öyle güzeldi ki, komşu köylerden bile insanlar onları görmeye gelirdi. Laleler onunla dans eder, güller onun dokunuşuyla kokusunu salardı. Günlerden bir gün, tarlasında çiçekleri budarken uzaktan bir ses yankılandı. Tellallar, sokak sokak dolaşıyor, bağırıyordu: “Duyduk duymadık demeyin! Kralımız sarayına bahçıvan arıyor! Yetenekli eller bekliyor!”
Eymen’in kulakları bu sese dikildi. Kovasını yere bırakıp başını kaldırdı. “Saraya bahçıvan mı?” diye mırıldandı. İçinde bir kıpırtı hissetti. Saray, ovadan görülen o görkemli yerdi; beş kapılı, beş bahçeli, masallara konu olan yer. Ama aynı anda bir korku kapladı yüreğini. “Ya o bahçelere layık olamazsam? Ya hakkını veremezsem?” diye geçirdi içinden. Ellerine baktı; nasırlı, ama güçlüydü. Sonra kendi kendine gülümsedi. “Bu ülkede benden iyisi yok,” dedi. “Denemezsem, bu fırsat kaçar.” Kovasını omzuna attı, köyüne veda etmeden sarayın yolunu tuttu.
Saraya vardığında, kapılar karşısına birer dev gibi dikildi. Sabah Kapısı mavi taşlarla süslü, sanki şafağı selamlıyordu. Öğle Kapısı altın gibi parlıyor, güneşin gücünü yansıtıyordu. İkindi Kapısı gri ve hüzünlü, Akşam Kapısı kırmızı ve sıcak, Yatsı Kapısı ise siyah ve gizemliydi. Bahçelerden yayılan çiçek kokusu burnuna dolarken, Eymen’in dizleri titredi. “Bu güzellikler benden ne ister?” diye düşündü. Tam o anda, sarayın gölgelerinden bir elçi çıktı. “Kral seni bekliyor,” dedi, sert ama sakin bir sesle.
Eymen’i geniş bir salona götürdüler. Kral, yüksek bir tahtta oturuyordu; yüzü gölgeliydi, ama gözleri sanki Eymen’in ruhunu okuyordu. Eymen, başını eğip bekledi. Kral’ın sesi, odada yankılanarak doldu.
“Eymen, öyle mi?” dedi Kral. “Çiçeklerinle ün saldığını duydum. Bahçelerime bakacak birini arıyorum. Ama bu bahçeler sıradan değil.”
Eymen, merakla başını kaldırdı. “Nasıl yani, Kralım?” diye sordu.
Kral, tahtından hafifçe doğruldu. “Beş kapım, beş bahçem var,” diye başladı. “Her biri günün bir vaktinde hayat bulur. Sabah Kapısı’nın çiçekleri şafakta sulanmazsa solar. Öğle Kapısı’nın ağaçları sıcakta bakım görmezse kurur. İkindi Kapısı’nın yaprakları akşamüstü sulanmalı, Akşam Kapısı’nın gülleri gün batarken korunmalı, Yatsı Kapısı’nın yıldız çiçekleri geceye direnir. Her vakit, her kapı, tam zamanında bakılmalı.”
Eymen’in gözleri fal taşı gibi açıldı. “Hepsini her gün mü sulayacağım?” diye sordu, sesinde bir telaş.
Kral gülümsedi, ama sesi ciddileşti. “Evet, her gün, her vakit,” dedi. “Görevini aksatmak yok. Bir vakti bile kaçırırsan, bahçelerim mahvolur. Ve hesabını sorarım.”
Eymen yutkundu. “Ya yapamazsam?” diye geçirdi içinden, ama sesini çıkarmadı. Kral devam etti.
“Ama eğer bahçelerimi güzel tutarsan,” dedi, “sana hayal edemeyeceğin hediyeler sunarım. Bu saray seninle parlar, Eymen. Görev senin, kabul ediyor musun?”
Eymen bir an durdu. Bahçelerin kokusu, kapıların heybeti, Kral’ın sesi… Hepsi onu çağırıyordu. Korkusu hâlâ içindeydi, ama cesareti daha baskın çıktı. Başını kaldırıp kararlılıkla baktı. “Kabul ediyorum, Kralım,” dedi. “Elimden geleni yapacağım.”
Kral başıyla onayladı. “Güzel,” dedi. “O zaman başla. Kovan, tırmığın, her şeyin hazır. Sabah yaklaşıyor, ilk kapıyı aç.”
Eymen’e bir kova ve eski bir tırmık uzattılar. Kovayı eline alınca, sanki omuzlarına bir yük bindi. Ama aynı anda, içinde bir umut yeşerdi. Sarayın avlusundan çıkıp Sabah Kapısı’na yürüdü. Gökyüzü maviye dönüyordu; şafak yakındı. Kapıyı açarken mırıldandı: “Bu bahçeler benden hayat bulacak. Söz verdim.”
Kral, tahtından onu izledi. Eymen farkında değildi, ama o ilk adımda bahçeler hafifçe titredi. Sanki fısıldıyorlardı: “Bize iyi bak, Eymen. Sana güveniyoruz.”
Bölüm 2: Sabahın Çiçekleri
Eymen, Sabah Kapısı’nın önünde durdu. Gökyüzü henüz uyanmamıştı; yıldızlar solgun, ufukta ince bir mavi şerit belirsizdi. Kapının mavi taşları, şafağın ilk ışığını bekler gibi parlıyordu. Elindeki kova avucunda soğuktu; derin bir nefes aldı ve kapıyı itti. Karşısına çıkan bahçe, sanki bir masaldan fırlamıştı.
Bahçede, sabahın serinliğine âşık çiçekler uzanıyordu. Sabah Zafer Çiçekleri, mavi-mor yapraklarını henüz açmamış, tomurcuk halinde bekliyordu. Nilüferler, küçük bir göletin yüzeyinde uykulu gözlerle şafağı selamlamaya hazırlanıyordu. Çuha Çiçekleri ise, toprağın üzerinde pembeli beyazlı bir halı gibi dizilmişti. Eymen, bu güzellik karşısında donakaldı. “Bunlar ne kadar narin,” diye mırıldandı. “Sanki benden hayat bekliyorlar.”
Kovasını yere koydu, bir Sabah Zafer Çiçeği’nin yanına çömeldi. Parmaklarıyla tomurcuğa dokundu; çiçek, sanki uyanmak için sabırsızlanıyordu. “Şafakta açılırmışsınız, öyle mi?” dedi kendi kendine. İçinden bir telaş geçti: “Ya geç kalırsam? Ya solarlarsa?” Ama bu korkuyu bastırdı. “Kral’a sözüm var,” diye hatırlattı kendine. Ayağa kalktı, bahçenin ortasındaki taş çeşmeye yürüdü. Suyu doldururken, şırıltı sabahın sessizliğini yumuşattı.
Eymen, kovayla çiçeklere yaklaştı. İlk olarak bir Sabah Zafer Çiçeği’ni suladı. Su, yapraklara değince tomurcuk yavaşça açıldı; mavi-mor bir zafer gibi parladı. Eymen’in gözleri faltaşı gibi açıldı. “Bu ne mucize!” diye haykırdı içinden. Ardından Nilüferlere geçti; göletin kenarında su damlaları nilüferleri uyandırdı, beyaz çiçekler yüzeyde dans etmeye başladı. Çuha Çiçekleri’ni sularken ise, pembeli beyazlı halı canlandı, bahçe bir anda ışıldadı. Şafak ilerliyor, güneşin ilk ışıkları çiçekleri kucaklıyordu.
Eymen, sulamayı bitirdiğinde alnında ter boncukları vardı, ama içi huzurla dolmuştu. Bahçenin ortasına oturdu, ellerini dizlerine koydu ve çiçeklere baktı. “Kral haklıymış,” diye mırıldandı. “Sabah sulamak gerekirmiş. Şafak sizin vaktiniz.”
O anda, uzaktan bir adım sesi duydu. Başını çevirdi; Kral’ın elçisi Yaşar, bahçeye giriyordu.
Yaşar, uzun boylu, sert ama sakin bir adamdı. Eymen’i görünce durdu, başıyla selam verdi. “Güzel iş, Eymen,” dedi. “Sabah Zaferleri’ni, Nilüferleri, Çuhaları kurtardın. Gördün mü, şafakta açılır bunlar.”
Eymen, oturduğu yerden başını salladı. “Gördüm, Yaşar Abi,” dedi. “Bir damla suyla uyanıyorlar. Ama neden sadece sabah?”
Yaşar, bir Nilüferin yanına çömeldi, yaprağına dokundu. “Kral’ın düzeni bu,” dedi. “Sabah Zafer Çiçeği gün ışığıyla açılır, öğlen kapanır. Nilüfer sabah serinliğini sever, Çuha da öyle. Şafakta sulamazsan, gün boyu soluk kalırlar. Her bahçenin vakti var.”
Eymen, merakla sordu. “Peki, öğlen ne olacak?” dedi. “Orası da mı böyle?”
Yaşar gülümsedi. “Öğlen başka,” dedi. “Orada Gün Ortası Çiçekleri, Gelincikler var. Sıcağı severler, öğlen sulanır. Sabret, görürsün. Ama şimdi dinlen, vakit yaklaşana kadar uyanık kal.”
Eymen, başını eğdi. “Anladım,” dedi. “Elimden geleni yapacağım.”
Yaşar, ayağa kalktı, omzuna hafifçe vurdu. “Yaparsın,” dedi. “Ama şunu unutma: Kral her şeyi görür.” Sonra sessizce bahçeden çıktı.
Eymen, yalnız kalınca çiçeklere bir kez daha baktı. Güneş yükseliyordu; sabahın serinliği yavaşça kayboluyordu. Kovasını aldı, kapıyı kapattı ve içinden geçirdi: “Sabahı yaşattım. Şimdi öğleni bekleyeceğim.” Bahçenin mucizesi, ona bir şeyler fısıldıyordu; henüz tam anlamasa da, kalbi bu düzeni sevmeye başlamıştı.
Bölüm 3: Öğlenin Meyveleri
Eymen, Sabah Kapısı’nı kapattıktan sonra sarayın avlusunda bir an soluklandı. Güneş yükseliyordu; hava gitgide ısınıyor, sabahın serinliği yerini yakıcı bir sıcağa bırakıyordu. Gözleri, altın sarısı taşlarıyla parlayan Öğle Kapısı’na kaydı. “Şimdi sıra sende,” diye mırıldandı. Kovasını eline aldı, omuzlarını dikleştirdi ve kapıya yürüdü. Sabahın huzuru hâlâ içindeydi, ama yorgunluk da yavaşça kendini hissettiriyordu.
Kapıyı ittiğinde, sıcak bir rüzgâr yüzüne vurdu. Karşısındaki bahçe, sabahın narin çiçeklerinden çok farklıydı. Toprak kuru ve sıcaktı; etrafta, güneşi seven bitkiler dimdik duruyordu. Gelincikler, kırmızı yapraklarıyla öğlenin zirvesinde parlıyordu. Saat Çiçekleri, turuncu çiçeklerini genişçe açmış, adeta zamanı selamlıyordu. Gün Ortası Çiçekleri, sarı ve pembe tonlarıyla toprağı bir halı gibi kaplamıştı. Aralarında, sıcağa dayanıklı Sukulentler şişkin yapraklarıyla göze çarpıyor, Kaktüsler dikenli gövdeleriyle meydan okuyor, Lantanalar ise renkli kümeleriyle bahçeye canlılık katıyordu. Eymen, bu çeşitliliğe hayranlıkla baktı. “Sabah çiçekleri nazikti, bunlar bambaşka,” dedi kendi kendine. “Sıcağı seviyorlar.”
Kovasını yere koydu, bir Gelinciğin yanına eğildi. Çiçeğin yaprakları sıcaktan hafifçe kıvrılmış, ama hâlâ diriydi. “Güneşle açılıyorsun, değil mi?” diye mırıldandı. Sonra bir Sukulente dokundu; yaprağı etli ve sertti. “Sen de suya az mı ihtiyaç duyuyorsun?” diye geçirdi içinden. Çeşmeye yürüdü; su, sabahki serinliğini kaybetmiş, ılıklaşmıştı. Kovayı doldururken, “Sabah çok su verdim, ama bunlar farklı,” diye düşündü. “Az ama tam zamanında su isterler herhalde.”
İlk olarak Gelinciği suladı; su toprağa değince kırmızı yapraklar canlandı, daha bir parladı. Saat Çiçeği’ni sularken, turuncu çiçekler genişledi; Gün Ortası Çiçeği’ne su verince, renkler adeta patladı. Sukulentlere azıcık su döktü; yapraklar suyu emdi, ama fazlasına gerek yok gibiydi. Kaktüse birkaç damla damlattı; dikenler bile ışıldadı. Lantanaları sularken, renkli kümeler sıcakta daha da coştu. Eymen, “Kral’ın düzeni buymuş,” diye mırıldandı. “Her biri öğlenle hayat buluyor.”
Güneş tam tepedeydi; Eymen’in gömleği terden yapış yapıştı. Sulamayı bitirdiğinde, bahçenin ortasına çömeldi, ellerini dizlerine koydu. “Bu sıcakta bile direniyorsunuz,” dedi çiçeklere bakarak.
Eymen, bahçenin ortasında durup çiçekleri seyre daldı, güneşin sıcaklığını hissetti. Tam o anda, bir Karga bir ağacın dalına kondu, siyah tüyleri güneşin altında parlıyordu. Hemen ardından bir Güvercin, Sukulentlerin yanına indi, gri tüyleriyle sakin sakin duruyordu. Eymen gülümsedi.
Tam o anda, arkasından bir gölge uzadı. Başını çevirdi; Kral’ın elçisi Yaşar, elinde bir testiyle bahçeye girmişti.
Yaşar, Eymen’i görünce başıyla selam verdi. “Öğleni de kurtardın, Eymen,” dedi. “Gelincikler, Saat Çiçekleri, Gün Ortası Çiçekleri sıcağı sever. Sukulentler, Kaktüsler, Lantanalar da öyle. Güzel iş çıkardın.”
Eymen, terini silerek ayağa kalktı. “Sağ ol, Yaşar Abi,” dedi. “Ama bunlar sabah çiçeklerinden çok farklı. Neden öğlen sulanıyorlar?”
Yaşar, testiyi Eymen’e uzattı. “Önce iç,” dedi. “Bu sıcakta susuz kalmazsın, değil mi?”
Eymen, testiyi alıp kana kana içti. Serin su, yorgunluğunu biraz aldı. “Haklısın,” dedi. “Ama soruma cevap ver.”
Yaşar, bir Lantananın yanına çömeldi, renkli yapraklara dokundu. “Bu bahçe öğlenin bahçesi,” dedi. “Gelincik sıcakta açar, Saat Çiçeği gün ortasında parlar, Gün Ortası Çiçeği öğlen olmadan tam çiçeklenmez. Sukulentler ve Kaktüsler suyu tutar, öğlen az suyla direnir. Lantana da sıcağı sever, öğlen sulayınca güçlenir. Şafakta sulasan kapanırlar, akşam sulasan kururlar. Öğlen, onların vakti.”
Eymen, başını salladı. “Anladım,” dedi. “Her bahçe kendi saatinde canlanıyor. Peki, ikindi ne olacak?”
Yaşar gülümsedi. “İkindi başka,” dedi. “Orada Akşam Menekşeleri, Saat Dört Çiçekleri, Petunyalar var. Güneş alçalınca uyanırlar. Sabret, vakti gelince görürsün. Şimdilik dinlen, ama gözünü açık tut.”
Eymen, kovasını eline aldı. “Elimden geleni yapacağım,” dedi. “Bu bahçeler yoruyor, ama bir o kadar da şaşırtıyor.”
Yaşar, başını eğdi. “Şaşır, ama alış,” dedi. “Ve şunu unutma: Kral her şeyi görür.” Sonra testiyi alıp sessizce bahçeden çıktı.
Eymen, yalnız kalınca çiçeklere bir kez daha baktı. Güneş hâlâ yakıyordu, ama bahçe hayat doluydu. Kapıyı kapattı, avluya döndü ve içinden geçirdi: “İki kapıyı yaşattım. Üç tane daha var.” İkindi Kapısı’nı düşünürken, yorgunluğu artıyordu, ama bu düzenin güzelliği kalbini ısıtıyordu.
Bölüm 4: İkindinin Yaprakları
Eymen, Öğle Kapısı’nı kapattıktan sonra avluda bir süre dinlendi. Güneş artık tepeden iniyor, gökyüzü altın tonlarından griye dönüyordu. Hava hâlâ sıcaktı, ama bir serinlik yavaşça kendini hissettiriyordu. Gözleri, İkindi Kapısı’na kaydı. Gri taşları, günün bu loş vaktini yansıtıyor gibiydi. “Sıra sende,” diye mırıldandı. Kovasını eline aldı, yorgun ama kararlı adımlarla kapıya yürüdü. Sabah ve öğlenin telaşı içindeydi, ama bu bahçeyi merak ediyordu.
Kapıyı ittiğinde, hafif bir rüzgâr yüzüne değdi. Bahçe, önceki kapılardan farklı bir huzur taşıyordu. Toprak nemliydi; etrafta, ikindiyle uyanan çiçekler tomurcuk halindeydi. Akşam Menekşeleri, sarı ve beyaz tomurcuklarıyla sessizce bekliyordu. Saat Dört Çiçekleri, adını hak edercesine günün bu saatine hazırlanıyordu; mor ve pembe tonları henüz kapalıydı. Petunyalar, renkli kümeleriyle toprağı süslüyor; Hercai Menekşeler, üç renkli çiçekleriyle narin bir halı oluşturuyordu. Ortancalar ise, büyük yeşil yaprakları ve pembe tomurcuklarıyla bahçeye ağırlık katıyordu. Eymen, bu sakin güzelliğe bakarken içinden geçirdi: “Bunlar günün yorgunluğuna bir mola gibi.”
Kovasını yere koydu, bir Saat Dört Çiçeği’nin yanına çömeldi. Tomurcuk sıkıca kapalıydı; yaprakları hafifçe titriyordu. “Açmadan sulanmanız gerek,” diye mırıldandı. Yaşar’ın sözleri aklına geldi: Çiçekler, vakitlerinden önce ya da sonra sulanırsa zarar görürdü. “İkindi vaktini bekliyorsunuz, değil mi?” dedi kendi kendine. Çeşmeye yürüdü; su, günün sıcağından biraz serinlemişti. Kovayı doldururken, “Açmadan sulamazsam solarlar, açtıktan sonra sulamazsam zarar görürler,” diye düşündü. İlk olarak bir Petunya’yı suladı; su, toprağa değince tomurcuklar açıldı, kırmızı ve mor çiçekler ikindi ışığında parladı. Eymen, “Ne kadar hızlı!” diye mırıldandı. Akşam Menekşesi’ni sularken, sarı çiçekler ortaya çıktı; Saat Dört Çiçeği sulanınca, mor ve pembe tonlar bahçeyi canlandırdı. Hercai Menekşe açıldığında, üç renkli desenler göz kamaştırdı. Ortancalara su verince, pembe tomurcuklar çiçeklendi, yapraklar daha bir diri oldu.
Sulamayı bitirdiğinde, güneş ufka yaklaşıyordu; hava serinlemeye başlamıştı. Eymen, bahçenin ortasına oturdu, ellerini dizlerine koydu. “Gün yavaşlıyor,” diye mırıldandı. “Ama bu çiçekler şimdi uyanıyor.” Bahçenin dinginliği, yorgunluğunu hafifletmişti.
Eymen, bahçenin kenarına kadar yürüdü güneşin alçalmasını izledi. O anda, bir Saka Kuşu ağacın dalına kondu, sarı-kırmızı tüyleri ikindi ışığında parladı. Hemen ardından bir Toygar, Ortancaların yanına indi, kahverengi tüyleriyle toprağı karıştırdı. Eymen, onlara bakıp gülümsedi. “Ne diyorsunuz, saka ve toygar?” dedi. “Bu çiçekler ikindiyle mi güzelleşiyor?” Saka Kuşu cıvıl cıvıl öttü, Toygar ise kısa ama güçlü bir ötüşle cevap verdi. Eymen, “Evet, haklısınız,” diye mırıldandı. “Saka, sen neşelisin; toygar, sen de bu vakti seviyorsun, değil mi?” Saka başka bir dala sıçradı, Toygar ise başını kaldırıp bir kez daha öttü. Eymen, “İkiniz de buraya yakışıyorsunuz,” dedi.
Tam o anda, Yaşar’ın adımları duyuldu. Elinde bir sopayla bahçeye giriyordu.
Yaşar, Eymen’i görünce başıyla selam verdi. “İkindiyi de yaşattın, Eymen,” dedi. “Akşam Menekşeleri, Saat Dört Çiçekleri… İkindiyle açılırlar. Petunyalar, Hercai Menekşeler, Ortancalar da öyle. Güzel iş.”
Eymen, oturduğu yerden başını kaldırdı. “Sağ ol, Yaşar Abi,” dedi. “Ama bunlar sulayınca hemen açılıyor. Neden böyle?”
Yaşar, bir Hercai Menekşe’nin yanına çömeldi, üç renkli yapraklara dokundu. “Kral’ın saati bu,” dedi. “Akşam Menekşesi ikindiyle çiçeklenir, Saat Dört Çiçeği tam bu vakitte açar. Petunya ve Hercai Menekşe ikindi sulanınca güçlenir, Ortanca da öyle. Ama açmadan önce sulamak gerek; açtıktan sonra su verirsen, bozulurlar. Vakit her şeydir.”
Eymen, başını salladı. “Namaz gibi, değil mi?” dedi. “Vaktinde yapmak lazım.”
Yaşar, hafifçe gülümsedi. “Evet, öyle,” dedi. “Her bahçe bir vakit, sen de o vakti tutuyorsun. Şimdi akşamı bekle, ama dinlen.”
Eymen, kovasını eline aldı. “Elimden geleni yapacağım,” dedi. “Bu bahçeler yoruyor, ama her biri başka bir hikâye.”
Yaşar, sopasını kaldırdı. “Hikâyeyi sen yazıyorsun,” dedi. “Ama unutma, Kral izliyor.” Sonra sessizce bahçeden çıktı.
Eymen, yalnız kalınca çiçeklere bir kez daha baktı. Güneş alçalıyor, bahçe ikindinin sakinliğiyle doluyordu. Kapıyı kapattı, avluya döndü ve içinden geçirdi: “Üç kapıyı yaşattım. İki tane kaldı.” Akşam Kapısı’nı düşünürken, yorgunluğu artsa da bu düzenin büyüsü kalbini sarıyordu.
Bölüm 5: Akşamın Gülleri
Eymen, günün yorgunluğunu omuzlarında taşıyordu. Sabah, öğle ve ikindi kapılarını birer birer yaşatmıştı; her bahçe, ona farklı bir ders vermişti. Şimdi güneş ufka doğru alçalıyor, gökyüzü turuncu ve kırmızı tonlarla boyanıyordu. Avluda durmuş, Akşam Kapısı’na bakıyordu. Kapının kırmızı taşları, gün batımını yansıtıyor gibiydi. “Sıra sende,” diye mırıldandı. Kovasını eline aldı, ağır adımlarla kapıya yürüdü. Yorgundu, ama bu bahçeyi de görmek istiyordu.
Kapıyı ittiğinde, serin bir esinti yüzüne çarptı. Bahçe, günün diğer saatlerinden çok farklıydı. Toprak hâlâ sıcaktı, ama hava yumuşamıştı. Etrafında, akşamla uyanan çiçekler tomurcuk halindeydi. Ayçiçekleri, uzun gövdeleriyle güneşi takip etmiş, şimdi batıya dönmüştü. Gece Sevgisi Çiçekleri, beyaz tomurcuklarıyla kokusunu salmaya hazırlanıyordu. Akşam Sefaları, mor ve pembe tonlarıyla günün veda anını bekliyordu. Aralarında Begonyalar, parlak yapraklarıyla duruyor; Şebboylar, tatlı kokularını akşam için saklıyordu. Eymen, bu sessiz güzelliğe bakarken içinden geçirdi: “Bunlar günün son selamını verecek.”
Kovasını yere koydu, bir Akşam Sefası’nın yanına çömeldi. Tomurcuk sıkıca kapalıydı. “Açmadan sulanmanız gerek, değil mi?” diye mırıldandı. Yaşar’ın daha önce söylediklerini hatırladı: Çiçekler, vakitlerinden önce ya da sonra sulanırsa zarar görürdü. “Namaz gibi,” diye düşündü. “Vakti kaçırmamak lazım.” Çeşmeye yürüdü; su, günün sıcaklığı azaldığı için su da soğumuştu. Kovayı doldururken, suyun serinliği eline geçti. İlk olarak bir Begonya’yı suladı; su, yapraklara değdiği anda tomurcuklar yavaşça açılmaya başladı, kırmızı ve pembe çiçekler akşam ışığında parladı. Eymen’in gözleri hayretle açıldı. “Bu ne hız!” diye mırıldandı. Ardından Akşam Sefası’nı suladı; mor çiçekler bir anda açıldı, bahçeye tatlı bir koku yayıldı. Gece Sevgisi Çiçeği’ni sularken, beyaz tomurcuklar çözüldü, havayı yoğun bir parfüm kapladı. Şebboylar açıldığında, bahçe adeta bir veda şarkısı gibi koktu. Ayçiçekleri ise, zaten açık olan çiçekleriyle suyu emdi, ama Eymen dikkat etti: “Çiçek açmadan önce su vermeliyim,” diye hatırlattı kendine.
Sulamayı bitirdiğinde, güneş ufukta kaybolmuştu; hava serinlemeye başlamıştı. Eymen, bahçenin ortasına oturdu, kovasını yanına koydu. “Gün bitiyor,” diye mırıldandı. “Ama bu çiçekler yeni başlıyor.” Bahçenin huzuru, yorgunluğunu unutturdu.
Tam o anda, Yaşar’ın ayak seslerini duydu. Elinde bir fenerle bahçeye giriyordu.
Yaşar, Eymen’i görünce başıyla selam verdi. “Akşamı da kurtardın, Eymen,” dedi. “Ayçiçekleri, Gece Sevgisi, Akşam Sefaları… Hepsi akşamla uyanır. Begonyalar, Şebboylar da öyle. Güzel iş.”
Eymen, oturduğu yerden başını kaldırdı. “Sağ ol, Yaşar Abi,” dedi. “Ama bunlar açmadan sulanınca hemen çiçekleniyor. Neden böyle?”
Yaşar, feneri yere koydu, bir Gece Sevgisi Çiçeği’nin yanına çömeldi. “Kral’ın düzeni bu,” dedi. “Akşam Sefası gün batarken açılır, Gece Sevgisi akşam kokusunu salar, Ayçiçeği güneşi takip eder. Begonya ve Şebboy da akşam sulanınca canlanır. Ama açtıktan sonra su verirsen, zarar görürler. Vakit her şeydir.”
Eymen, başını salladı. “Anladım,” dedi. “Namaz gibi, değil mi? Zamanında kılmak gerek.”
Yaşar gülümsedi, nadir görülen bir ifadeyle. “Aynen öyle,” dedi. “Bahçeler, Kral’ın saatleri. Sen de o saati tutuyorsun. Şimdi yatsıyı bekle, ama dinlen.”
Eymen, kovasını eline aldı. “Elimden geleni yapacağım,” dedi. “Bu bahçeler yoruyor, ama her kapı başka bir dünya.”
Yaşar, feneri kaldırdı. “Öğreniyorsun,” dedi. “Ama unutma, Kral izliyor.” Sonra fenerin ışığıyla bahçeden çıktı.
Eymen, yalnız kalınca çiçeklere baktı. Gece yavaşça çöküyordu; bahçe, akşamın sessiz güzelliğiyle doluydu. Kapıyı kapattı, avluya döndü ve içinden geçirdi: “Dört kapıyı yaşattım. Bir tane kaldı.” Yatsı Kapısı’nı düşünürken, hem yorgunluk hem de bir beklenti hissetti. Bu bahçeler, ona bir şeyler öğretiyordu; her vakit, bir anlam taşıyordu.
Bölüm 6: Yatsının Yıldızları
Eymen, Akşam Kapısı’nı kapattıktan sonra avluda bir süre oturdu. Güneş çoktan batmış, gökyüzü koyu bir maviye bürünmüştü. Yıldızlar birer birer beliriyor, hava serin bir sessizlikle doluyordu. Gözleri, Yatsı Kapısı’na kaydı. Siyah taşları, geceyi yutan bir gölge gibiydi. “Son kapısın,” diye mırıldandı. Kovasını eline aldı, yorgun ama kararlı adımlarla kapıya yürüdü. Gün boyu dört bahçeyi yaşatmıştı; şimdi sıra gecenin bahçesindeydi.
Elinde feneriyle kapıyı ittiğinde, serin ve nemli bir hava yüzüne çarptı. Bahçe, diğerlerinden çok farklıydı; karanlık, ama bir o kadar canlıydı. Toprak yumuşak, hava yoğun bir kokuyla doluydu. Etrafında, geceyle uyanan çiçekler tomurcuk halindeydi. Gece Kraliçeleri, uzun gövdelerinde beyaz tomurcuklarıyla duruyordu. Yaseminler, dallarda sıkıca kapalı, kokusunu saklıyordu. Gece Güzelleri, yeşil yaprakları arasında gizlenmiş, geceyi bekliyordu. Eymen, bu gizemli güzelliğe bakarken içinden geçirdi: “Bunlar karanlıkla çiçekleniyor.”
Kovasını yere koydu, bir Gece Kraliçesi’nin yanına çömeldi. Tomurcuk büyük ve sıkıydı; sanki bir sır taşıyordu. “Açmadan sulanmalısınız, değil mi?” diye mırıldandı. Yaşar’ın uyarısını hatırladı: Çiçekler, vakitlerinden önce ya da sonra sulanırsa zarar görürdü. “Gece sizin vaktiniz,” dedi kendi kendine. Çeşmeye yürüdü; su, gecenin serinliğiyle soğumuştu. Kovayı doldururken, “Açmadan sulamazsam solarlar, açtıktan sonra sulamazsam bozulurlar,” diye düşündü. İlk olarak bir Yasemin’i suladı; su dallara değince tomurcuklar açıldı, bahçeye yoğun bir koku yayıldı. Eymen, “Bu ne güzel koku!” diye mırıldandı. Gece Kraliçesi’ni sularken, beyaz çiçekler bir anda ortaya çıktı; adeta yıldızlar gibi parladı. Gece Güzeli’ni sulayınca, yeşilimsi çiçekler açıldı, karanlığı aydınlattı.
Sulamayı bitirdiğinde, gece iyice çökmüştü. Eymen, bahçenin ortasına oturdu, ellerini dizlerine koydu. “Gün bitti,” diye mırıldandı. “Ama siz yeni başlıyorsunuz.” Tam o anda, bir hışırtı duydu. Başını kaldırdı; bir baykuş, Yasemin çiçeğinin yanındaki ağacın dalına konmuştu. Koyu gözleriyle Eymen’e bakıyordu. Eymen gülümsedi. “Ne dersin, baykuş?” dedi. “Bu çiçekler güzel mi?”
Baykuş, “Hu-hu,” diye cevap verdi, sonra kanat çırpıp uçtu. Eymen, “Sanırım beğendin,” diye mırıldandı. Derken, havada bir gölge süzüldü; bir yarasa, Gece Kraliçesi’nin üzerinden geçti. Eymen, ona da seslendi. “Sen ne diyorsun, yarasa?” dedi. “Bu bahçe gecenin mi?”
Yarasa, sessizce süzülüp karanlığa karıştı. Eymen, kendi kendine güldü. “Serçe konuşkandı, siz daha sessizsiniz,” dedi. O anda, Yaşar’ın adımları duyuldu. Elinde bir fenerle bahçeye giriyordu.
Yaşar, Eymen’i görünce başıyla selam verdi. “Yatsıyı da yaşattın, Eymen,” dedi. “Gece Kraliçeleri, Yaseminler, Gece Güzelleri… Hepsi geceyle açılır. Güzel iş.”
Eymen, oturduğu yerden başını kaldırdı. “Sağ ol, Yaşar Abi,” dedi. “Ama bunlar sulayınca hemen çiçekleniyor. Neden böyle?”
Yaşar, feneri yere koydu, bir Gece Güzeli’nin yanına çömeldi. “Kral’ın düzeni bu,” dedi. “Gece Kraliçesi gece açar, Yasemin karanlıkla kokar, Gece Güzeli de öyle. Ama açmadan sulamak gerek; açtıktan sonra su verirsen, solarlar. Vakit her şeydir.”
Eymen, başını salladı. “Namaz gibi, değil mi?” dedi. “Vaktinde yapmak lazım.”
Yaşar, gülümsedi. “Aynen öyle,” dedi. “Beş kapıyı da tuttun. Gün bitti, ama görev bitmez. Dinlen, yarın yine sabah var.”
Eymen, kovasını eline aldı. “Elimden geleni yapacağım,” dedi. “Bu bahçeler yoruyor, ama her biri başka bir mucize.”
Yaşar, feneri kaldırdı. “Mucize sensin,” dedi. “Ama unutma, Kral izliyor.” Sonra fenerin ışığıyla bahçeden çıktı.
Eymen, yalnız kalınca çiçeklere baktı. Gece tam anlamıyla çökmüş, bahçe yıldızlar ve çiçeklerle dolmuştu. Baykuş bir kez daha “Hu-hu” dedi; yarasa bir gölge gibi süzüldü. Eymen, kapıyı kapattı, avluya döndü ve içinden geçirdi: “Beş kapıyı da yaşattım. Ama yarın yine başlayacak.” Bu bahçeler, ona bir düzen öğretiyordu; her vakit, bir anlam taşıyordu.
Bölüm 7: Rüya
Eymen, yıllar sonra Yatsı Kapısı’nı yine kapattığında gece iyice koyulaşmıştı. Kovasını avlunun köşesine bıraktı, ellerini beline koyup gökyüzüne baktı. Yıldızlar parlıyor, serin hava yorgun bedenini sarıyordu. Beş kapıyı da yaşatmıştı; ayakları ağrıyor, gözleri kapanıyordu, ama içinde derin bir huzur vardı. “Gün bitti,” diye mırıldandı. “Elimden geleni yaptım.” Sarayın küçük bir odasına çekildi, yatağına uzandı. Başını yastığa koyar koymaz uyku onu kucakladı.
Rüyasında, Beş Bahçeli Saray’ın avlundaydı. Bahçeler capcanlıydı; her kapıdan çiçekler taşıyor, renkler ve kokular havada dans ediyordu. Sabah Zafer Çiçekleri, Nilüferler, Gelincikler, Saat Dört Çiçekleri, Akşam Sefaları, Gece Kraliçeleri… Hepsi ışıl ışıldı. Bahçede kuşlar toplanmıştı; Serçe ve Bülbül sabah çiçeklerinin dalında, Karga ve Güvercin öğlen bahçesinde, Saka Kuşu ve Toygar ikindi dallarında, Kumru ve Yalıçapkını akşam çiçeklerinde, Baykuş ve Yarasa ise gece bahçesinde ötüşüyordu. Eymen, onları dinledi.
Eymen, kuşların övgülerini duyunca içi ısındı. Bahçenin ortasında dururken, sarayın penceresine baktı. Kral oradaydı; yüzü gölgeli ama mutlu bir ifadeyle bahçeyi seyrediyordu. Eymen’e döndü, elini kaldırdı. “Eymen, iyi iş çıkardın,” dedi. “Bahçelerim seninle hayat buldu.” Ardından, elinde altın bir kupa, gümüş bir tırmık ve renkli ipek bir kaftan belirdi. “Bunlar senin,” dedi. “Sadakatin için.”
Eymen, hediyeleri alırken sarayın etrafına baktı. Binlerce insan toplanmıştı; köylüler, tüccarlar, çocuklar… Hepsi bahçeleri seyrediyor, “Bu bahçıvan bir mucize!” diye fısıldaşıyordu. Eymen’in göğsü kabardı; mutlulukla uyandı.
Gözlerini açtığında, odası hâlâ karanlıktı. Rüyanın sıcaklığı içindeydi. “Kral memnun,” diye mırıldandı. “Bahçeler yaşıyor.” Bu rüya, ona güç verdi. Yıllarca, her sabah şafakta kalktı, öğlen sıcağında terledi, ikindi serinliğinde suladı, akşam veda etti, yatsı karanlığında çiçekleri yaşattı. Kuşlar ona eşlik etti, bahçeler ışıldadı. Görevini bir gün bile aksatmadı;
Bölüm 8: Takdir ve Ödül
Eymen, Yatsı Kapısı’nı kapattı ve avluya döndü. Gece karanlığı her yanı sarmıştı, yıldızlar gökyüzünde parlıyordu. Kovasını köşeye bıraktı, ellerini beline koydu ve derin bir nefes aldı. Beş kapıyı da yaşatmıştı; yorgunluk bedenine çökmüştü, ama içi huzurla dolmuştu. Odasına çekildi, yatağına uzandı ve gözlerini kapadı. Uyku, onu rüyasına götürdü.
Eymen’in bu rüyası ona güç verdi. Ertesi sabah şafakta kalktı, kovasını eline aldı ve bahçelere koştu. Günler, haftalar, aylar geçti. Her vakit, her kapı, Eymen’in ellerinde hayat buldu. Sabah Zafer Çiçekleri şafakta açtı, Gelincikler öğlen parladı, Saat Dört Çiçekleri ikindiyle canlandı, Akşam Sefaları gün batarken koktu, Gece Kraliçeleri karanlıkta ışıldadı. Kuşlar ona eşlik etti; bahçeler, sarayın mücevheri gibi parladı.
Ara sıra, Kral’ın elçisi Yaşar geldi ve Eymen’i saraya çağırdı. Eymen huzura çıktı, Kral’ın sesi odada yankılandı. “Eymen, iyi iş çıkarıyorsun,” dedi Kral. “Bahçelerim seninle güzelleşiyor.” Bir keresinde, ona gümüş bir kupa uzattı. “Bu senin sadakatin için,” dedi. Başka bir gün, ipek bir kaftan hediye etti. “Bunu hak ediyorsun,” diye ekledi. Eymen, her hediyeyi alırken başını eğdi ve “Teşekkür ederim, Kralım,” dedi. “Elimden geleni yapıyorum.”
Ama Kral’ın sesi her zaman yumuşak kalmadı. Hediyelerin ardından bir uyarı geldi. “Görevini layıkıyla yapıyorsun, ama sakın aksatma,” dedi sertçe. “Bir vakti bile kaçırırsan, bahçelerim solar. Hesabını sorarım, Eymen. Unutma.” Eymen yutkundu, “Asla, Kralım,” diye cevap verdi. Kral’ın bu tehdidi, Eymen’in yüreğine hem korku hem de bir sorumluluk yerleştirdi.
Yıllar böyle geçti. Eymen, Kral’ın tebrikleriyle gururlandı, hediyelerle onur duydu, ama uyarıları kulaklarında çınladı. Bahçeler capcanlı durdu; kuşlar öttü, çiçekler her vakit uyandı. Eymen, görevini bir gün bile aksatmadı. Ama insan kalbi değişkendi. Bir gün, yatağına oturdu, kovasına baktı ve içinde bir ses uyandı. “Her vakit koşuyorum,” diye mırıldandı. “Hepsini tek vakitte sulasam, diğer vakitlerde dinlensem, ne olur ki?”
Bu fısıltı, önce bir merak olarak doğdu. Kral’ın “Bir vakti bile kaçırma,” uyarısı aklına geldikçe, bu düşünce garip bir şekilde büyüdü. “Öğlen hepsini sulasam,” diye geçirdi içinden. “Sabah yatıyorum, ikindi uyuyorum, akşam dinleniyorum, yatsı rahat ediyorum. Bahçeler bir gün idare eder herhalde.” Kral’ın tehdidi, sanki bu merakı körükledi; yasak olanı deneme isteği, Eymen’in kalbinde sessizce kök saldı.
Bölüm 9: Tembelliğin Fısıltısı
Yıllar geçmişti Eymen, yine Yatsı Kapısı’nı kapattıktan sonra avluya döndü. Gece karanlığı her yanı sarmış, yıldızlar gökyüzünde parlıyordu. Kovasını köşeye bıraktı, ellerini beline koyup derin bir nefes aldı. Beş kapıyı da yıllardır tek başına yaşatmıştı; yorgunluğu bedenine çökmüş, ama içi huzurla doluydu. Odasına çekildi, yatağına uzandı ve gözlerini kapattı.
Ertesi sabah şafakta kalktı, kovasını eline aldı ve bahçelere koştu. Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti. Her vakit, her kapı, Eymen’in ellerinde hayat buldu. Sabah Zafer Çiçekleri şafakta açtı, Gelincikler öğlen parladı, Saat Dört Çiçekleri ikindiyle canlandı, Akşam Sefaları gün batarken koktu, Gece Kraliçeleri karanlıkta ışıldadı. Kuşlar ona eşlik etti; bahçeler, sarayın mücevheri gibiydi.
Ara sıra, Kral’ın elçisi Yaşar gelip Eymen’i saraya çağırırdı. Eymen, huzura çıktığında Kral’ın sesi odada yankılanırdı. “Eymen, iyi iş çıkarıyorsun,” derdi Kral. “Bahçelerim seninle güzelleşiyor.” Bir keresinde, ona gümüş bir kupa uzatmıştı. “Bu senin sadakatin için,” demişti. Başka bir gün, ipek bir kaftan hediye etti. “Bunu hak ettin,” diye eklemişti. Eymen, her hediyeyi alırken başını eğer, “Teşekkür ederim, Kralım,” derdi. “Elimden geleni yapıyorum.”
Ama Kral’ın sesi her zaman yumuşak kalmazdı. Hediyelerin ardından bir uyarı gelirdi. “Görevini layıkıyla yapıyorsun, ama sakın aksatma,” derdi sertçe. “Bir vakti bile kaçırırsan, bahçelerim solar. Hesabını sorarım, Eymen. Unutma.” Eymen, yutkunur, “Asla, Kralım,” diye cevap verirdi. Kral’ın bu tehdidi, Eymen’in yüreğine hem korku hem de bir sorumluluk yerleştirirdi.
Yıllar böyle geçti. Eymen, Kral’ın tebrikleriyle gururlandı, hediyelerle onurlandı, ama uyarıları kulaklarında çınladı. Bahçeler capcanlıydı; kuşlar ötüyor, çiçekler her vakit uyanıyordu. Eymen, görevini bir gün bile aksatmadı. Ama insan kalbi değişkendi.
Bölüm 10: Yasak Meyvenin Cazibesi
Eymen, günlerini bahçelere adadı. Sabah şafakta kalktı, öğlen sıcağında terledi, ikindi serinliğinde suladı, akşam veda etti, yatsı karanlığında çiçekleri yaşattı. Kral’ın tebrikleri ve hediyeleri onu gururlandırdı; gümüş kupa ve ipek kaftan, odasında duruyordu. Ama Kral’ın uyarıları da kulaklarında çınladı: “Bir vakti bile kaçırma, hesabını sorarım.” Eymen, bu sözü unutmadı, yıllarca görevini aksatmadı. Bahçeler capcanlıydı; kuşlar öttü, çiçekler her vakit uyandı.
Fakat insan kalbi zayıftı. Yasak olan, her zaman bir çekim taşıdı; Adem ile Havva’nın o ilk meyveyi koparıp yediği gibi, Eymen’in içinde de bir merak kök salmıştı. Bir gün, yatağına oturdu, kovasına baktı ve mırıldandı: “Her vakit koşuyorum. Hepsini tek vakitte sulasam, diğer vakitlerde dinlensem, ne olur ki?” Kral’ın tehdidi, bu düşünceyi bastırmak yerine garip bir şekilde körükledi. Yasak, cazip gelmeye başladı; namaz gibi, vakitleri birleştirip hepsini bir anda kılmak kulağına hoş göründü.
Bu fısıltı, Eymen’in zihninde büyüdü. “Öğlen hepsini sulasam,” diye geçirdi içinden. “Sabah yatıyorum, ikindi uyuyorum, akşam dinleniyorum, yatsı rahat ediyorum. Bahçeler bir gün idare eder.” Yasak meyve, dallarında sallanıyordu; Eymen, bu cazibeye daha fazla karşı koyamadı. İnsan doğası, yasağı denemeye itti; Kral’ın sözleri, bu isteği durduramadı.
Ertesi gün, şafakta kalkmadı. Sabah Kapısı’nı açmadı, çiçekleri sulamadı. Öğlen vakti geldiğinde, kararını verdi. Kovasını aldı, her kapıyı tek tek açtı ve aceleyle suları döktü. Sabah Zafer Çiçekleri, Gelincikler, Saat Dört Çiçekleri, Akşam Sefaları, Gece Kraliçeleri… Hepsi yanlış vakitte sulandı. Eymen, kovasını bıraktı ve “Oldu bitti,” diye mırıldandı. Gölgeye çekildi, uyudu; yasak olanı tatmanın rahatlığı içindeydi.
Ama ertesi sabah, bahçelerden bir feryat yükseldi. Eymen koştu, kapıları açtı. Sabah Zafer Çiçekleri solmuştu, Nilüferler kapanmıştı. Gelincikler boyun bükmüş, Saat Dört Çiçekleri dökülmüştü. Akşam Sefaları kurumuş, Gece Kraliçeleri kararmıştı. Bahçeler, hayatlarını kaybetmişti. Eymen’in yüreği sıkıştı; “Ne yaptım?” diye fısıldadı. Yasak meyvenin tadı, ağzında acı bir iz bıraktı.
Kral, Yaşar’ı gönderdi. Eymen, huzura çağrıldı. Kral’ın sesi, öfkeyle doluydu. “Eymen, sana emanet ettiğim bahçeleri nasıl mahvedersin?” diye gürledi. “Bir vakti bile kaçırma dedim, hepsini yok ettin!” Eymen, başını yere eğdi, “Kralım, bir anlık gaflete düştüm,” dedi. “Yasak olanı denemek istedim, özür dilerim.”
Kral, bir süre sustu. Sonra sesi yumuşadı. “İnsan zayıftır,” dedi. “Adem gibi, sen de yasağı tattın. Bu kez affediyorum, ama bir daha olmasın.” Eymen, “Söz veriyorum, Kralım,” dedi. Bahçeleri yeniden canlandırmak için günlerce çalıştı; çiçekler yavaşça geri döndü.
Bölüm 11: Şeytanın Fısıltısı
Eymen, bahçeleri yeniden canlandırmak için günlerce çalıştı. Sabah şafakta suladı, öğlen sıcağında terledi, ikindi serinliğinde koştu, akşam kuşlarla konuşup çiçeklere veda etti, yatsı karanlığında dua etti. Sabah Zafer Çiçekleri yeniden açtı, Gelincikler parladı, Saat Dört Çiçekleri canlandı, Akşam Sefaları koktu, Gece Kraliçeleri ışıldadı. Bahçeler eski haline geldi; kuşlar öttü, saray yeniden güzelleşti. Eymen, kovasını yere koydu ve içinden geçirdi: “Kral’ın affı bana bu şansı verdi. Bir daha asla.”
Ama şeytan boş durmadı. Eymen bir gün yatağına oturmuş, yorgunluktan bitap düşmüşken, kulağına bir ses fısıldadı. “Kral nasılsa seni affediyor,” dedi şeytan. “Bak, bahçeleri mahvettin, yine de affetti. Kral affetmeyi sever.” Eymen, bu sese kulak kabarttı. “Hepsini tek vakitte suladım, evet, ama yanlış vakitte sulamayacağım ki,” diye geçirdi içinden. “Bir gün sulamasam ne olur ki? Bahçeler bir gün dayanır, Kral da affeder.” Bu düşünce, namazı tamamen terk etmek gibi bir gaflete dönüştü; şeytanın fısıltısı, kalbinde kök saldı.
Ertesi gün, Eymen kovasını eline almadı. Sabah Kapısı’nı açmadı, öğlen sıcağında bahçelere uğramadı, ikindi vakti uyudu, akşam dinlendi, yatsı karanlığında yattı. “Bir gün,” diye mırıldandı. “Kral affeder.” Ama ertesi sabah, bahçelerden bir çığlık yükseldi. Eymen koştu, kapıları açtı. Sabah Zafer Çiçekleri kurumuştu, Nilüferler ölmüştü. Gelincikler solmuş, Saat Dört Çiçekleri dökülmüştü. Akşam Sefaları kararmış, Gece Kraliçeleri yok olmuştu. Bahçeler, bir günde çöle dönmüştü. Eymen’in dizleri titredi; “Bu kez ne yaptım?” diye fısıldadı.
Kral, Yaşar’ı gönderdi. Eymen, huzura çağrıldı. Kral’ın sesi, öfkeyle titriyordu. “Eymen, sana emanet ettiğim bahçeleri nasıl böyle bırakırsın?” diye gürledi. “Bir vakti kaçırma dedim, sen hepsini terk ettin! Affımı suiistimal ettin!” Eymen, başını yere eğdi, “Kralım, şeytan kandırdı beni,” dedi. “Bir gün sulamasam ne olur dedim, affedersiniz sandım. Özür dilerim.”
Kral, uzun bir süre sustu. Öfkesi odada yankılanıyordu. Sonra sesi sertleşti. “Bir kez affettim, çünkü insan zayıftır,” dedi. “Ama bu kez bahçelerimi tamamen öldürdün. Affımı bir daha bekleme.” Eymen, yalvardı, “Kralım, bir şans daha,” dedi. Ama Kral kararını verdi. “Seni bahçeden kovuyorum,” dedi. “Yeni bir bahçıvan arayacağım. Git, Eymen.”
Eymen, başı önde arkasını döndü, tam kapıdan çıkacakken durdu. Geri döndü ve Kral’a baktı. Sesini yumuşatarak, kibar ama cesur bir üslupla sordu: “Kralım, size bir şey sorabilir miyim? Hiç namazınızı vaktinde kılmayı unuttuğunuz, aksattığınız oldu mu?”
Kral donup kaldı. Gözleri Eymen’in üzerinde sabitlendi; odada uzun bir sessizlik oldu. Sonra, derin bir nefes aldı ve yavaşça cevap verdi. “Evet, defalarca oldu,” dedi. Sesinde öfke değil, bir itirafın ağırlığı vardı.
Eymen, cesaretini topladı, ama üslubunu inceltmeye özen gösterdi. “Öyleyse, Kralım, beni bahçenizden kovduğunuz gibi, Allah da sizi cennetinden kovmayacak mı? Benim günahım büyük, ama sizinki küçük mü?”
Kral, bir kez daha sustu. Eymen’in sorusu, tahtında bir sarsıntı yarattı. Öfkesi yerini bir düşünceye bıraktı. Sonra, sesi yumuşadı. “Haklısın, Eymen,” dedi. “İnsanım ben de, zayıfım. Namazını aksatan bir Kral, bahçesini aksatan bir bahçıvanı kovar mı? Belki Allah beni de affeder, ben de seni affedeyim. Bu kez son, bir daha olmasın.”
Eymen, başını eğdi. “Söz veriyorum, Kralım,” dedi. Bahçelere geri döndü, günlerce çalıştı; çiçekler yavaşça canlandı. Ama şeytanın fısıltısı, kulağında bir gölge gibi kaldı.
Eymen gittikten sonra, Kral yalnız kaldı. Tahtında oturdu, gözlerini ufka dikti ve kendi kendine mırıldandı. “Ben de namazımı unutmayacağıma söz veriyorum, Allah’ım,” dedi. Sesinde bir kararlılık vardı; kendi zayıflığını görmüş, affına sığınmıştı.
Sonsöz
Eymen, bahçeleriyle başladı, bahçeleriyle devam etti. Beş kapılı sarayın bahçıvanıydı; çiçekler onunla canlandı, kuşlar onunla öttü. Kral’ın tebrikleri ve hediyeleri onu yüceltti, ama uyarıları kulaklarında çınladı. Yine de insan doğası devreye girdi. Yasak olanı tattı, şeytanın fısıltısına kulak verdi, bahçeleri önce yanlış vakitte suladı, sonra tamamen terk etti. Kral, bir kez affetti, ikinci kez öfkelendi; ama Eymen’in sorusu, “Siz de namazınızı aksattınız mı?” Kral’ı durdurdu. Kral, kendi zayıflığını gördü, affı bir kez daha sundu ve Allah’a namaz sözü verdi. Bahçeler yeniden hayat buldu, ama şeytanın gölgesi Eymen’in kulağında kaldı.
Bu hikâye, bir dersi bıraktı geriye: Vakitler kutsaldır, emanet değerlidir. Namaz gibi, her vakit kendi saatinde güzeldir; birleştirirsen bozulur, terk edersen solar. Affa güvenmek, şeytanın tuzağıdır; ama tövbe, Kral’ın da kulun da kapısını açık tutar. Eymen, bunu zor yoldan öğrendi; Kral, kendi acizliğini hatırlayıp Allah’a söz verdi. Peki, ya biz? Bahçelerimize sahip çıkıyor muyuz, yoksa şeytanın fısıltısı hâlâ kulağımızda mı yankılanıyor? Karar, bizim elimizde kaldı.
Not: Bu hikaye aşağıda özeti verilen Risale-i Nur'un 9. sözündeki alegorik hikayecikten ilham alınarak modern bir yorumla yeniden yazılmıştır....
ÖZET:
Ey kardeşim! Benden namazın neden beş vakte özel kılındığının hikmetini soruyorsun. Bu vakitlerin birçok hikmetinden birine değineceğim.
Her namaz vakti, önemli bir değişimin başlangıcıdır ve Allah’ın büyük işlerinin, nimetlerinin bir yansımasıdır. Bu yüzden, Allah’a bu vakitlerde tesbih, yüceltme ve şükürle yönelmemiz emredilmiştir. Bunu anlamak için beş noktayı birlikte inceleyelim:
- Namazın Anlamı: Namaz, Allah’ı “Sübhanallah” ile kusursuz ilan etmek, “Allahu ekber” ile yüceltmek, “Elhamdülillah” ile şükretmektir. Bu üç kelime, namazın özüdür ve hareketlerinde hep bulunur; namaz sonrası 33 kez tekrarlanarak bu anlam pekişir.
- İbadetin Özü: Kul, Allah huzurunda acizliğini görür, kusurlarından dolayı “Sübhanallah” der, kudretine hayranlıkla “Allahu ekber” diyerek rükûya varır, rahmetine şükürle “Elhamdülillah” diyerek secde eder.
- Namazın Kapsayıcılığı: İnsan küçük bir kâinat, Fatiha Kur’an’ın özeti gibidir; namaz da tüm ibadetleri kapsar ve yaratılmışların ibadetlerine işaret eder.
- Vakitlerin Benzerliği: Günün vakitleri (fecir, öğle, ikindi, akşam, yatsı), mevsimler, insan ömrü ve dünyanın devirleriyle benzerlik taşır. Fecir baharı, öğle gençliği, ikindi ihtiyarlığı, akşam ölümü, yatsı kabri hatırlatır. Her vakit, Allah’ın nimetlerini ve tasarruflarını akla getirir; bu yüzden namaz bu vakitlere bağlanmıştır.
- İnsanın Zayıflığı: İnsan aciz, fakir ve tembeldir; hayatın yükleri ağırdır. Fecirde güç, öğlede şükür, ikindide teselli, akşamda hayranlık, yatsıda sığınma için namaz kılar. Her vakit, insanın Allah’a ihtiyacını gösterir ve ibadeti anlamlı kılar.
Sonuç olarak, beş vakit namaz, değişimlerin ve nimetlerin işareti olduğu için bu zamanlara tahsis edilmiştir; hikmeti budur.
Bu Temsili Alegorik Hikâyede Asıl Anlatılmak İstenen Nedir?
Bu temsili alegorik hikâyede asıl anlatılmak istenen, namazın beş vakte tahsis edilmesinin hikmeti ve bu vakitlerin insan hayatındaki manevi önemidir. Eymen’in beş kapılı sarayın bahçelerine bakma görevi, namazın beş vakit olarak kılınmasının disiplinini ve düzenini sembolize eder. Hikâye, namazın her vaktinin belirli bir zaman diliminde kılınmasının, Allah’ın evrendeki düzenine ve nimetlerine bir şükür olduğunu vurgular. Aynı zamanda, insan doğasının zayıflığı, tembelliğe meyli ve şeytanın fısıltılarına karşı koyamama gibi eğilimleri üzerinden, bu düzeni korumanın önemine dikkat çeker.
Temel Mesajlar:
- Vakitlerin Kutsallığı: Her bahçe (Sabah, Öğle, İkindi, Akşam, Yatsı), günün belirli bir vaktine özgü çiçeklerle hayat bulur; bu, namazın her vaktinin o anın ruhuna uygun olduğunu gösterir. Çiçeklerin yanlış vakitte sulanması veya sulanmaması nasıl onları soldurursa, namazın vaktinde kılınmaması da manevi hayatı zayıflatır.
- Sadakat ve Sorumluluk: Eymen’in Kral’a verdiği söz ve bahçelere bakma çabası, kulun Allah’a karşı ibadet sorumluluğunu temsil eder. Kral’ın hediyeleri sadakati, uyarıları ise bu sorumluluğun ciddiyetini yansıtır.
- Yasak Olanın Cazibesi: Eymen’in tembelliğe kapılıp bahçeleri tek vakitte sulaması, Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesine benzer bir şekilde, insanın yasağa duyduğu çekimi ve bunun sonuçlarını alegorik olarak anlatır. Namaz vakitlerini birleştirme isteği, bu zayıflığın bir göstergesidir.
- Şeytanın Fısıltısı ve Affın Sınırı: Şeytanın “Kral affeder” diyerek Eymen’i tamamen sulamayı bırakmaya yöneltmesi, “Allah nasılsa affeder” deyip namazı terk etmenin tehlikesini simgeler. Kral’ın ilk affı rahmeti, ikinci cezası (kovma) ise adaleti temsil eder.
- Denge ve Ders: Hikâye, affa güvenmenin değil, sadakatin ve vaktinde ibadetin önemini öğretir. Eymen’in kovulması, namazı tamamen terk etmenin manevi bir kayba yol açacağını gösterir.
Sonuç:
Hikâye, namazın beş vakit kılınmasının sadece bir emir değil, evrensel düzenin bir parçası olduğunu ve insanın bu düzene uyarak ruhunu koruduğunu anlatır. Eymen’in yolculuğu, sadakatin ödülünü, tembelliğin cezasını ve şeytanın tuzağına karşı uyanık olmanın gerekliliğini bir ayna gibi yansıtır. Asıl mesaj, “Vakitleri kaçırma, emanete sahip çık” çağrısıdır; çünkü bahçeler solar, ama tövbe ve çaba ile yeniden canlanabilir – ta ki insan, affı suiistimal edip her şeyi terk edene kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!