1. Rahimde İlk Uyanış — İki Tavşanın Hikâyesi
Sonbaharın yumuşak bir akşamında, toprağın altındaki güvenli bir yuvada genç bir anne tavşan kıpırdadı. Kulaklarını dikti, etrafı kokladı ve yeniden yattı. Karnının içinde, minik iki yavru sessiz bir karanlığın içinde yavaş yavaş büyüyordu. Annelerinin kalp atışları dışarıdan gelen tek ritimdi ve bu ritim, sıcak ve yumuşacık sıvının arasında yankılanıyordu.
Bu küçücük dünyada Pamuk ve Zıpır, gözleri henüz açılmamış olsa da ilk kez düşünmeye başladı. Onları sarıp sarmalayan kese, sanki bir gece göğsü gibiydi. Sudan daha yumuşak, topraktan daha sıcak bir yuva.
Pamuk hafif bir titreşim hissetti ve içinden gelen bir merak dalgasıyla seslendi
“Sese bak… Kim var orada?”
Bu ses, tıpkı bir rüya gibi Zıpır’a ulaştı.
“Ben varım” dedi Zıpır. “Benim adım Zıpır.”
Pamuk şaşkın ama heyecanlıydı
“Ben de Pamuk. Peki… biz neredeyiz? Bu karanlık yer nedir?”
Zıpır, bulunduğu kesenin içinde kıpırdadı.
“Bilmiyorum ama her yer sıcak. Duvarlar yumuşak, güvenli. Sanki biri bizi sarıp saklıyor.”
Pamuk sessizce düşündü. Etrafları su gibi bir sıvıyla doluydu. Dışarıdan belli belirsiz kalp sesleri geliyor, ritim her şeyi daha güvenli kılıyordu.
“Bu yuva, sence tesadüfen mi böyle?” diye sordu. “Her şey tam bize göre. Bu kadar düzenli olamaz.”
Zıpır bir süre düşündü. Annesinin nabzı hafifçe hızlanınca karnı içindeki titreşim ikisinin de dikkatini çekti.
“Bence de rastgele olamaz” dedi. “Bizi buraya biri koymuş olmalı. Ama kim?”
Pamuk heyecanlandı
“Bir Usta olmalı” dedi. “Bu yuvayı kuran, bizi düşünen biri. Yoksa neden her şey böylesine uygun olsun?”
Zıpır gülümsediğini hissetti ama bunu gösterecek bir yüz ifadeleri henüz yoktu.
“Usta mı… güzel bir fikir” diye mırıldandı. “Ama niye buradayız? Önümüzde ne var?”
Pamuk derin bir nefes aldı. Annelerinin kokusu zayıf bir şekilde sıvıya karışıyor, sanki bir masal söylüyordu.
“Sanırım bir yolculuk başlayacak” dedi. “Bu sıcak yuvanın altında başka bir dünya var. Toprağın koktuğu, güneşin olduğu bir yer.”
Zıpır merakla sordu
“Peki, neyi bekliyoruz?”
Pamuk fısıltı gibi cevapladı
“Doğmayı.”
İkisi de sustu. Annelerinin kalp sesi yavaşça onları uykuya davet etti.
Zıpır uykuya dalarken son kez konuştu
“Belki rüyamızda görürüz bu Ustayı.”
Gece boyunca yuva sessizdi. Sadece anne tavşanın nefes alışları ve dışarıdaki yaprakların hışırtısı vardı. Karnın içindeki sıcak kesede, Pamuk ve Zıpır derin bir uykuya daldı. Fakat bu sıradan bir uyku değildi. İçlerinde bir kıpırtı artıyor, kasları güçleniyor, tüyleri oluşuyordu. Dünya onları dışarıya doğru çağırıyordu.
Onlar konuşurken, gün doğmaya başlamıştı. Annenin bedeni hafifçe titredi. Vücudu, iki minik yavruyu dünyaya getirmek için hazırlanıyordu. Sıcaklık arttı, sıkışıklık çözüldü ve bir anda ışığın ince bir dokunuşu karanlığa karıştı.
Pamuk ve Zıpır annelerinin karnından çıkıp toprağın sıcak yuvaya bakan kısmına ulaştılar. Gözleri hâlâ kapalıydı ama hava, koku, sıcaklık hepsi değişmişti. Dünya artık daha genişti.
Pamuk şaşkınlıkla mırıldandı
“Zıpır… burası daha da büyük.”
Zıpır nefes alırken toprağın kokusunu içine çekti
“Müthiş. Sanki koca bir bahçe gizli burada.”
Annenin dili üzerlerine dokundu. Bu dokunuş hem ilk temizlik, hem ilk sevgi, hem de hayata kabul edilmeleriydi.
Pamuk fısıldadı
“Zıpır, sanırım Usta’yı gördük.”
Zıpır heyecanla sordu
“Kim peki Usta?”
Pamuk yanıtladı
“Annemiz.”
2. Sütü Keşfetmek
Gün ağarırken Pamuk ve Zıpır, annelerinin sıcak karnından çıkıp dünyaya gözlerini açtı. Henüz dış dünyayı göremeseler de yuvanın içindeki sıcaklık, onlara dev bir kucak gibi geliyordu. Toprağın altında, güvende oldukları bu küçük oyukta ilk nefeslerini aldılar. Dışarıda güneş yükseliyor, rüzgâr ince köklerin arasından süzülüyordu ama onlar tüm dünyayı yalnızca annenin yumuşak tüylerinin arasında hissedebiliyordu.
Pamuk önce kulağını oynattı. Minik burnuna bir koku doldu. Sıcak, tatlı, güven veren bir koku. Sanki tüm dünya bu kokunun içinde saklanmış gibiydi. Zıpır hemen kardeşinin yanında hareketlendi, küçük patiyle onu dürttü.
Pamuk hafifçe fısıldadı
“Zıpır… Bu koku ne? İçimde tuhaf bir mutluluk uyandırıyor.”
Zıpır başını kaldırdı ama gözleri henüz kapalıydı
“Annemizin kokusu olmalı. Bir de… sanki burada bizi çağıran bir şey var.”
O çağrı annelerinin sütündendi. Tavşan yavruları, dünyaya geldiklerinde göremez, işitemezler ama annelerinin süt kokusunu hemen tanırlar. Bu, onların ilk pusulasıdır.
Pamuk biraz ilerledi, annesinin gövdesine yaslandı ve ilk kez sütü buldu. Ilık ve tatlı sıvı ağzına dolduğunda, tüm bedeni sevinçle titredi. Bir içimlik bu süt, sanki bir tarlanın, bir ormanın, bir baharın özü gibiydi.
Zıpır da kısa sürede onu izledi.
Bir yudum aldıktan sonra durup mırıldandı
“Pamuk… Bu süt bir eczane gibi. İçinde her şey var gibi.”
Pamuk şaşkınlıkla sordu
“Eczane de ne?”
Zıpır düşüncelerini toparlamaya çalıştı.
“Bilmiyorum ama içgüdüm öyle söylüyor. Eczanede her şey hazırlı olurmuş. Bu süt de öyle. Sanki biri ölçüp biçmiş gibi. Büyümemiz için gereken her şeyi içinde taşıyor.”
Pamuk bu sözü duyunca biraz daha içti ve başını kaldırdı
“Gerçekten de… Her yudum tam bize göre. Sıcaklığı tam kıvamında. Kokusu tam doğru. Biz daha hiçbir şey bilmezken bu süt bizi biliyor gibi.”
Zıpır’ın kafasında bir soru belirdi
“Peki bu eczaneyi kim hazırlıyor?”
Pamuk bir an düşündü.
“Kemiklerine kadar iyi hissettiren bir şey olmalı bu. Bir Usta gibi. Belki annemizdir. Belki de annemizi de yapan daha büyük bir Usta vardır.”
Zıpır bunu duyunca hafifçe kıpırdandı.
“Annemiz bizi düşünüyor, tamam. Ama şu düzen… Bu yuva, bu sıcaklık, bu süt. Hepsi tam zamanında. Bunların hepsi sadece annemizin planı olabilir mi?”
Pamuk, annesinin gövdesine yaslanarak yuvanın kokusunu içine çekti.
Toprağın, köklerin, annesinin tüylerinin kokusu birbirine karışıyordu.
“Belki de her şey birlikte çalışıyordur. Toprak, annemiz, bu yuva, süt… Hepsi sanki bir planın parçaları.”
Zıpır sordu
“Peki bu planın sonu ne? Bu süt bizi nereye götürecek?”
Pamuk sessiz kaldı. Sanki yuvanın içindeki sıcaklık ona bir şey fısıldıyordu.
“Bilmiyorum. Ama sadece sütle bu kadar güzellik oluyorsa, dışarıdaki dünya kim bilir nasıldır. Belki bu Usta bizi daha büyük bir yolculuk için hazırlıyordur.”
Zıpır, aldığı her yudumla büyüdüğünü hissediyordu.
“Hmmm… Belki de bu süt, bir eczanedeki ilaçlar gibidir. Her biri bir işe yarıyor. Biz de bu eczanenin en küçük misafirleriyiz.”
Pamuk gülümsediğini hissetti.
“Ve sanırım daha yeni başlıyoruz.”
Zaman geçti, gün ışığı yuvanın tavanındaki köklerin arasından içeri sızmaya başladı. Pamuk ve Zıpır annelerinin sütünü emerken hem güçleniyor hem de kafalarında sorular biriktiriyordu. Karanlık ve sıcak bu küçük yuva, onların ilk durağıydı. Ama zihinlerinde beliren düşünceler ve merak, çok daha büyük bir dünyanın kapılarını aralıyordu.
Henüz dışarıyı görmüyorlardı ama tefekkür başlıyordu.
3. Işığın Keşfetmek
Pamuk ve Zıpır, dar tünelin sıcak yuvasında geçen günlerle iyice büyümüştü. Dünyaları topraktaki seslerden, annenin yumuşak tüylerinden ve karanlığın sakinliğinden ibaretti. Gözleri henüz açılmamıştı ama her şeyin bir kokusu vardı. Toprağın kokusu, annenin kokusu, kardeşinin sıcaklığı. Zaman böyle aktı.
Bir sabah, Pamuk kulaklarını dikti. Tünelin ağzından içeri hafif bir sıcaklık yayılıyordu. Her gün geliyor ve her gün geri çekiliyordu. Bu ritim, sanki yuvalarını besleyen görünmez bir kalp atışı gibiydi.
“Zıpır” dedi Pamuk, nefesi titreşen bir merakla. “Yuvanın ağzından gelen sıcaklık bugün daha güçlü. Bir şey bizi çağırıyor.”
Zıpır başını kaldırdı. Göz kapakları titredi, sonra açıldı. İlk kez ışık gördü. Yuvanın ağzından içeri sızan parlaklık gözlerini yaksa da kalbine bir heyecan doldu. “Bu ne böyle” dedi. “Karanlık değil artık.”
Zıpır da gözlerini araladı. Dünyanın bir anda aydınlanması onu hem korkuttu hem de büyüledi. “Bu sıcaklık hep vardı ama böyle parlak değildi. Dışarıda ne var acaba”
Zıpır yuvanın girişine doğru birkaç adım attı. Toprak daha sıcaktı. Hafif bir esinti, içine bilmediği kokular taşıdı. “Bence bu bir ışık kaynağı. Tıpkı annenin bedeninin sıcaklığı gibi ama çok daha güçlü.”
Pamuk başını eğip düşündü. Tavşanların erken yaştaki bilişsel sezgisi basittir ama meraki güçlüdür. “Belki bu ışık bir işaret. Anne hep dışarıda tehlike var derdi ama aynı zamanda otların, havucun, suyun da orada olduğunu söylemişti. Belki bu ışık onların kaynağıdır.”
Zıpır tünelin duvarına yaslandı. Güneş ışığı, toprağa nüfuz ederken yuvayı hafifçe ısıtıyordu. “Garip bir lamba bu” dedi. “Sönmüyor. Her gün geliyor. Neden buraya kadar ulaşabiliyor”
Pamuk gözlerini daha çok açtı ve yuvanın ağzındaki parlaklığa baktı. “Bilmiyorum. Ama bu ışık sayesinde dünya ısınıyor. Annemizin getirdiği otların tadı bile güneş görmüş gibi kokuyor. Belki de dışarıdaki her şey bu ışıkla büyüyor.”
Zıpır iç çekti. Bu düşünce ona tuhaf bir huzur verdi. “Sence bu ışık bizi de görüyor mu”
Pamuk tünelin girişine doğru biraz daha ilerledi. Burnunu dışarı uzattı. Açık hava, toprağın kokusundan bambaşkaydı. “Bence görüyor Zıpır” dedi. “Her sabah geliyor, tünelin ucunu ısıtıyor. Sanki bizi uyandırıyor.”
Zıpır’ın gözlerinde yeni açılmış olmanın şaşkınlığı parladı. “Peki bu ışık neden hiç sönmüyor”
Pamuk kulaklarını dikti. Dışarıdaki kuş sesleri yuvaya kadar ulaşıyordu. “Belki de sönmesi gerekmiyor. Belki dünyanın lambası bu. Her şeyi gören. Her şeyi ısıtan. Biz yavru tavşanları bile unutmayan bir güç.”
Zıpır bu fikri inceler gibi durdu. Yeni doğmuş bir aklın içinde küçük bir tefekkür çiçeği açıyordu. “Demek ki dışarıda büyük bir bahçe var. Bu ışık o bahçeyi ayakta tutuyor. Biz de bu bahçenin bir parçasıyız.”
Pamuk hafif bir adım daha attı ve ışığa daha çok yaklaştı. Güneş artık gözlerini kamaştırıyor ama içinde bir özgürlük duygusu yükseliyordu. “Belki de artık zamanı geldi. Yuvanın sınırını görmek istiyorum Zıpır.”
Zıpır onun yanına geldi. İkisi de yuvanın karanlığından ışığın eşiğine bakıyordu. Bir adım daha atsalar dünya açılacaktı. Gökyüzü, otlar, rüzgar. Hepsi orada bekliyordu.
"Pamuk" dedi Zıpır yavaşça. “Sence bahçe ne kadar büyük”
Pamuk başını kaldırdı. “Annem hep derdi. Gökyüzü toprağın tavanı değil. Gökyüzü hiçbir zaman bitmeyen bir çayır. Belki de bu ışık o çayırın lambası.”
İkisi birlikte ışığa doğru yürüdü. İlk kez tünelin dışına adım attılar. Güneş yüzlerine vurdu. Rüzgar kulaklarını titretti. Otlar hışırdadı.
Tavşanların dünyası açıldı.
Ve Pamuk’ın düşündüğü o büyük sorular daha yeni başlıyordu.
4. Ergenlik İlk Zıplayış
Bir sabah yuva sessizce kıpırdanmaya başladı. Günlerdir annenin sıcaklığıyla beslenip büyüyen Pamuk ve Zıpır artık yavru sayılacak kadar küçük değildi. Tüyleri yumuşacık bir pamuk gibi kabarmıştı. Kulakları artık daha dik duruyordu. Gözleri tam açılmıştı. İçlerinde tanımlayamadıkları bir çağrı vardı. Toprağın altında geçen günler bitiyordu.
Yuvanun girişinden içeri bir ışık süzüldü. Işık bu kez onları korkutmadı. Sanki biri, haydi çıkın artık diyordu. Pamuk burnunu oynattı ve havayı kokladı. Yeni bir dünyanın kokusu vardı. “Zıpır” dedi, sesi heyecanla titreyerek. “Yuvanın dışı bizi bekliyor galiba.”
Zıpır yanına yaklaştı. Gözleri artık karanlığa alışmış olmanın ötesinde ışığı seviyordu. “Evet Pamuk” diye fısıldadı. “Artık küçücük yavrular değiliz. Sanırım çıkmanın zamanı geldi.”
Yavaşça tünelin ağzına yürüdüler. Toprak sıcak, esinti hafifti. İlk kez dışarı adım attıklarında dünya gözlerinin önünde açıldı. Otların kokusu, gökyüzünün mavisi, kuşların sesleri. Karanlık yuvadan çıkan bu iki genç tavşan, sanki başka bir evrene geçmiş gibiydi.
Pamuk kısa bir zıplayış yaptı. Küçücük bedeni bir anda havada hafifledi. “Zıpır, bak” dedi. “Artık zıplayabiliyoruz. Sanki kanatlarımız var gibi.”
Zıpır onun yaptığı zıplayışı izledi ve gülümsedi. “Gerçekten öyle” dedi. “Yuvada sadece emekliyorduk. Burada koşabiliyoruz. Bu his… Garip ama çok güzel.”
Pamuk Zıpır’a baktığında içinde yeni bir kıpırtı yükseldi. Yavruyken sıradan bir dosttu ama şimdi tüyleri güneşte parlıyor, gözleri pırıl pırıldı. Kalbi hızlandı. “Zıpır… Sen… Sen bugün çok farklı görünüyorsun.”
Zıpır utangaçça başını eğdi. “Sen de öyle Pamuk. Sanki büyüdükçe birbirimizi daha başka görüyoruz.”
İkisi de güneşin altında ilk kez yan yana durdu. Yumuşak tüyleri birbirine hafifçe değdiğinde ikisi birden ürperdi. Bu ürperiş korkudan değil, kalpten gelen ince bir sevinçti.
“Bu dünya çok büyük” dedi Pamuk. “Yuvada öğrendiğimiz her şey orada kaldı. Burası sanki büyük bir kitap gibi. Her ot, her taş bir cümle. Her gün bir sayfa.”
Zıpır dal gibi sallanan bir ota dokundu. “Ve bu kitabı yazan bir Usta olmalı” dedi. “Elmayı yapan, güneşi yakan. Annemizi bize getiren güç. Şimdi de bizi buraya çıkaran.”
Pamuk bir an sustu. Sonra Zıpır’ın gözlerinin içine baktı. “Peki Zıpır” dedi. “Bu Usta seni neden bu kadar güzel yaptı sence”
Zıpır’ın kalbi bir anlığına duracak gibi oldu. “Belki de… Belki de seni bulayım diye” dedi yumuşacık bir sesle.
Pamuk’ın gözleri parladı. “Bilmiyorum Zıpır ama içimde bir şey var. Senle yan yana olunca her şey daha anlamlı. Yuvada sorular sorardım. Dışarı çıkınca cevap aramayı düşünüyordum. Ama şimdi fark ettim… Belki de cevap sensin.”
Zıpır bir adım atıp ona daha çok yaklaştı. “Ben de öyle hissediyorum Pamuk. Koşmak, zıplamak, dünyayı koklamak… Ama en güzeli seninle olmak.”
İkisi aynı anda hafif bir zıplayış yaptı ve yan yana koştular. Genç tavşanların ilk özgürlük koşusuydu. Otların arasından geçtiler, kelebekleri kovaladılar, rüzgar tüylerini okşadı.
Yuva, artık geride bir anıydı.
Artık hayata açılmış iki genç tavşan vardı.
Ve kalpleri, tıpkı tüyleri gibi yepyeni ve sıcaktı.
Henüz bilmiyorlardı ama bu bahçe onların sevgiyle büyüdüğü bir hikayenin ilk sayfasıydı.
5. Bahçenin Lambaları
Pamuk ve Zıpır yuvadan çıktıklarından beri her gün biraz daha büyümüş, bahçede geçirdikleri günlerle birbirlerine daha da bağlanmıştı Gündüzleri birlikte otların arasından koşuyor, çiçeklerin kokusunu içlerine çekiyor, kimi zaman aynı çalının altına sığınıp birbirlerini izliyorlardı. Yuvanın karanlık tünelinden çıkmış iki genç tavşandılar artık ve her geçen gün birbirlerine daha fazla alışıyorlardı.
Bir akşamüstü güneş batınca bahçe sessizleşti. Hava serinledi, kuşlar yuvalarına çekildi. Pamuk ve Zıpır, uzun otların arasından geçerek küçük bir açıklığa geldiler. Toprak yumuşaktı, rüzgar hafifti. Gökyüzü yavaş yavaş kararıyor, ardından birer birer ışıklar beliriyordu.
Pamuk kafasını kaldırdı ve hayranlıkla baktı. Zıpır da yanında durdu, kulakları dik, gözleri parıltılarla doluydu. Üzerlerinde binlerce küçük ışık yanıyordu. Sanki gökyüzü bir bahçe çatısıydı ve üzerine süslü lambalar asılmıştı.
Pamuk derin bir nefes aldı. “Zıpır şu ışıklara baksana” dedi. “Bir türlü sönmüyorlar. Sanki bahçeyi yukarıdan aydınlatıyorlar.”
Zıpır ona yaklaştı. Omuzları birbirine değdiğinde ikisi de hafifçe ürperdi. Gökyüzüne baktı ve gülümsedi. “Evet Pamuk” dedi. “Güneş gibi değil bunlar. Çok daha uzaktalar. Ama yine de parlıyorlar. Bu lambaları kim yaktı sence”
Pamuk otların üzerine oturdu. Gözleri hâlâ gökyüzündeydi. “Sanırım aynı Usta” dedi. “Yuvamızı yapan toprağı da o koydu, bahçenin kokusunu da o yazdı. Şimdi de yukarıya ışık serpti. Hepsi bir düzen içinde.”
Zıpır da onun yanına oturdu. Kuyrukları birbirine değdiğinde kalpleri hızlandı. “Belki de bizim için yaptı” dedi yumuşak bir sesle. “Gündüz koşalım diye çiçekleri verdi. Gece düşünelim diye yıldızları yaktı. Seninle burada olunca her şey daha güzel oluyor.”
Pamuk Zıpır’ın yanaklarına baktı. Gecenin ışığı onun tüylerinde titriyordu. “Zıpır sen… Sen çok tatlısın” diye fısıldadı. “Bu lambaların altında böyle oturmak bile beni mutlu ediyor.”
Zıpır gülümsedi. “Ben de mutlu oluyorum Pamuk. Sanki bu ışıklar bizim için parlıyor.”
Pamuk yerinden kalktı. “Gel” dedi. “Burası çok güzel ama biraz yürüyelim.”
Birlikte gece bahçesinde dolaştılar. Ay ışığı çiçeklerin üzerine ince bir perde gibi düşmüş, otlar gümüş renk almıştı. Tavşanlar hafifçe zıplayarak ilerliyor, bazen bir taşın yanında durup taşın soğukluğunu yokluyor, bazen bir çiçeğin üzerinde dolaşan minik böcekleri izliyorlardı.
Zıpır Pamuk’ın kulağına yaklaştı. “Sence bu Usta neden bu kadar çok yıldız koymuş gökyüzüne”
Pamuk düşündü. “Belki yönümüzü bulalım diye. Belki korkmayalım diye. Belki de bizi izlesin diye.”
Zıpır’ın gözleri büyüdü. “İzlemek mi”
Pamuk gülümsedi. “Belki de hepimizi izliyor. Yuvadan çıktığımızdan beri yollarımızı biliyor. O yüzden birbirimizi bulduk. Belki aşkı bile O yazdı.”
Zıpır yürümeyi bırakıp Pamuk’a doğrudan baktı. “Aşkı mı”
Pamuk yavaşça başını eğdi. “Bilmem ama seninle yan yana olunca içimde bir şey oluyor.”
Zıpır da hafifçe yaklaşarak yanına sokuldu. “Bende de oluyor Pamuk. Bu his çok güzel. Yıldızlar yanıyor, rüzgar esiyor, ve sen… Sen burada yanımda duruyorsun.”
İkisi çimenlere uzandı ve bir süre hiç konuşmadan yıldızlara baktılar. Gökyüzü üzerlerinde büyük bir sahneydi. Uzak ışıklar titriyor, bahçenin kokusu geceye karışıyordu. Tavşanların kalpleri ritmini bulmuştu.
Pamuk sessizliği bozdu. “Zıpır bu ışıklar hiç sönmüyorsa bizim sevgimiz de sönmesin. Usta yıldızlara güç verdiyse bize de verir.”
Zıpır gözlerini kapattı ve tebessüm etti. “Evet Pamuk. Ben buna inanıyorum. Bu bahçe bizim, bu gökyüzü bizim, bu his de bizim.”
Gece ilerledikçe iki tavşan yıldızların altında birlikte uzanmaya devam etti. Düşünceleri büyüyordu, kalpleri yumuşuyordu, birbirlerine olan sevgileri sessizce güçleniyordu. Bahçe loş ve dingindi. Gökyüzü lambaları üstlerinde yanıyordu.
Henüz bilmiyorlardı ama bu akşam birlikte baktıkları yıldızlar onların hikayesinin sonsuz sayfalarına işlenecekti.
6. Erişkin – Toprağın Sakinliği
Pamuk ve Zıpır, artık yavru değillerdi. Tünelleri kazmayı öğrenmiş, bahçenin yollarını ezberlemiş, rüzgârın yönünü bile kulaklarından anlayacak kadar büyümüşlerdi. Ama büyümek, onların arasındaki sevgiyi değiştirmedi. Aksine daha derin, daha huzurlu bir hâle getirdi. Birlikte geçirdikleri her gün, yuvanın sıcaklığını ve bahçenin genişliğini daha anlamlı kılıyordu.
Bir öğleden sonra, güneş toprağı ısıtırken ikisi de yuvalarının girişinde yan yana oturuyordu. Çimenler hafifçe eğiliyor, papatyalar miskin bir şekilde güneşi izliyordu. Pamuk, beyaz tüylerini silkeleyip Zıpır’a baktı. Artık sadece heyecan değil sakinlik de taşıyan bir bakıştı bu.
Pamuk çevreye bakındı. Çalıların gölgesi, toprağın kokusu, uzaklardan gelen arı uğultusu… Her şey kusursuz bir düzen gibiydi. “Zıpır,” dedi yumuşak bir sesle. “Dünyada korkular var, aç kalmak var, yağmur var. Ama bu bahçeye bakınca içimde bir huzur doğuyor.”
Zıpır, Pamuk’a biraz daha sokuldu. İki yumuşak omuz birbirine değince kalbi hızlandı, ama bu kez bir karmaşa değil bir sükûnet hissetti. “Neden böyle hissediyorsun?” diye sordu. “Bu bahçe sana ne anlatıyor?”
Pamuk başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Güneş tepede asılı bir lamba gibi parlıyordu. “Çünkü unutulmadığımızı hissediyorum,” dedi. “Bir Usta varmış gibi. Toprağı, otları, bizi… hepsini düşünmüş. Yaşam bir çizgiden ibaret değil. Tünelden çıkınca başka bir kapı açılıyor. Seninle dolaşırken bunu anlıyorum.”
Zıpır’ın gözleri parladı. Pamuk’un yanına iyice yanaştı. “Haklısın,” dedi. “Doğduğumuzda sadece karanlık bir yuva vardı. Sonra dışarı çıktık. Güneşi öğrendik, otları öğrendik, birbirimizi öğrendik. Artık her şey bir anlam taşıyor.”
Pamuk tünelin kenarındaki küçük tepeye çıktı ve Zıpır da peşinden gitti. İkisi birlikte bahçeyi seyretti. Usta’nın planı gibi hissedilen bir uyum vardı her yerde.
“Bak Zıpır,” dedi Pamuk. “Yavruluktan beri her şey bizi hazırlıyormuş. Tüneller bizi sakladı, bahçe bize güç verdi, gece yıldızları bize umut oldu. Ama en güzeli seninle birlikte düşünmek, seninle birlikte anlamaya çalışmak.”
Zıpır da bir adım attı ve Pamuk’un omzuna yaslandı. “Ben de bunu hissediyorum,” dedi. “Karanlıkta doğduk. Ama şimdi düşününce… felsefe yapmak da tünel kazmak kadar doğal geliyor bana. Belki bu da içimize konmuş bir hediye. Toprağın bilgeliği diyelim istersen.”
Pamuk gülümsedi. “Güzel isim,” dedi. “Toprak bize sadece yuva vermiyor. Düşünmemizi de sağlıyor. Kendimizi tanıyınca huzur da geliyor.”
İkisi çimenlerin arasına doğru yürüdü. Otların üstünde sıçradılar, güneşin sıcaklığını hissettiler. Bir ara bir kelebek üstlerinden geçti. Pamuk gözleriyle onu takip etti ve mırıldandı. “Biz de değişiyoruz, Zıpır. Yavruluktan bu hâle geldik. Belki bir gün daha da değişeceğiz. Ama ne olursa olsun sen yanımdayken her şey anlamlı.”
Zıpır mutlulukla kulaklarını titretti. “Sen yanımdayken,” dedi, “korku kalmıyor. Sanki Usta bizi buluşturmuş ve yolumuzu çizmiş.”
İkisi gün batarken yine yuvanın girişine döndü. Gökyüzü pembeden mora dönerken çimenlere uzandılar. Yıldızlar çıkmaya başladı. Artık gökyüzünün lambalarını tanıyorlardı.
Zıpır fısıldadı. “Bu lambalar sönmüyor Pamuk. Biz de böyle olalım istiyorum. Huzurlu, sakin, birbirimize bağlı.”
Pamuk gözlerini yıldızlardan ayırmadan cevap verdi. “Oluruz Zıpır. Çünkü bizi buraya getiren güç, sevgiyi de yazmış belli ki. Topraktan çıkıp bu göğe bakmak… bizim en güzel hikâyemiz oldu.”
O gece iki tavşan, yıldızların altında yan yana uzandı. Bahçe sessizdi. Rüzgâr hafifti. Huzur toprağa işlemişti. Henüz bilmiyorlardı ama bu huzur yakında başka bir mucizeye kapı açacaktı. Çünkü Usta’nın planında bir sonraki adım, yeni bir hayatın filizlenmesiydi.
7. Yavrulama – Bahçenin Devamı
Pamuk ve Zıpır artık gençliğin telaşını geride bırakmış, bahçenin bilgeliğini yüreğinde taşıyan iki yetişkin tavşana dönüşmüştü. Birlikte geçirdikleri günlerde toprağın kokusunu, çimenlerin melodisini, rüzgârın anlattığı eski hikâyeleri dinlemişlerdi. Sevgi, onların arasında yalnızca bir duygu değildi artık. Sakin bir sığınak gibiydi.
Bir sabah güneş toprağı pembeye boyarken ikisi de yuvanın önünde durdu. Pamuk’un içi kıpır kıpırdı. Ürperiyordu ama korkudan değil. Zaman, onlara yeni bir vazife fısıldıyordu.
Pamuk yumuşak sesiyle konuştu.
“Zıpır… galiba yeni bir başlangıç yaklaşıyor.”
Zıpır ona döndü, kulakları hafifçe titreşti. Pamuk’un gözlerinde hem tedirginlik hem de umut vardı. “Biliyorum,” dedi. “Karnının altındaki her titreşim bunu söylüyor. Biz büyüdük, öğrendik, sevdik. Şimdi sıra… devam ettirmekte.”
Pamuk yuvalarının daha korunaklı bir köşesine geçti. Toprak yumuşaktı, güven veriyordu. Kısa süre sonra ilk yavruları dünyaya geldi: kıpır kıpır, gözleri kapalı, pamuk gibi küçük bedenler.
Pamuk derin bir nefes aldı. “Zıpır… bak. Bizim hikâyemizden yeni bir hat çiziliyor.”
Zıpır yavrulara yaklaştı, kalbi sevgiyle kabardı. “Bu Usta bizi nasıl çizdiyse onları da öyle çizmiş. Her şey bir düzen içinde.”
Küçük tavşanlar, yuvanın sıcaklığında titreyerek yaşamın ilk nefesini aldı. Pamuk ile Zıpır onların üzerinde büyük bir şefkatle nöbet tuttu. Geceleri dönüşümlü uyudular, gündüzleri ot ve çimen taşıdılar, yuvanın duvarlarını güçlendirdiler.
Pamuk bir ara sessizce fısıldadı.
“Bir zamanlar biz karanlıkta doğmuştuk. Şimdi karanlığa ışık olduk. Bu döngü ne kadar muhteşem.”
Zıpır başını salladı. “Usta böyle istemiş. Biz büyüdük, düşündük, tefekkür ettik. Şimdi yavrularımız aynı yolu izleyecek.”
Günler geçti. Yavrular güçlendi, gözleri açıldı. Pamuk ve Zıpır her adımlarını hayranlıkla izledi. Minik patiler ilk kez toprağa dokunduğunda ikisi de gurur duydu.
“Bak Zıpır,” dedi Pamuk, “aşkımız bu bahçede yankı oluyor.”
“Evet,” dedi Zıpır, “Bu Usta sevgiyi böyle devam ettiriyor.”
Fakat bahçenin güzelliği her zaman güvenli değildi.
Bir akşamüstü gökyüzü kızılken beklenmedik bir ses bahçenin sessizliğini yırttı. Çalıların arasından ağır adımlar duyuldu. Ardından metalik bir klik sesi… sonra keskin bir çatırtı.
Pamuk önce irkildi, yavrularını korumak için onların önüne geçti. Zıpır da hemen yanına geldi, tek bir beden gibi durdular.
Pamuk fısıldadı. “Korkma Zıpır. Ne olursa olsun birlikteyiz.”
Zıpır’ın sesi titredi. “Usta bizi unutmaz, Pamuk. Biliyorum.”
Bir an sonra silah patladı. Ardından bir tane daha. Ses bahçenin içinde yankılandı. Otlar titredi. Rüzgâr sustu.
Pamuk toprağa düştü. Zıpır da birkaç adım ötede yere yığıldı. İkisi de nefes nefese, gözlerinde hem acı hem teslimiyet vardı.
Zıpır zorlukla konuştu.
“Pamuk… çocuklarımız… büyüyecek… öğrenerek…”
Pamuk hafifçe gülümsedi.
“Biliyorum. Çünkü bu döngü bitmez.”
Gözleri ağırlaştı. Son gördükleri şey, yavrularının yuvada titreyen küçük gölgeleriydi. Son hissettikleri şey ise birbirlerinin sıcaklığıydı.
Ve bahçe sustu.
8. Tavşanların Cennet Buluşması
Pamuk ve Zıpır, toprağın kenarında yan yana uzandıklarında, orman bir an sessizliğe büründü. Titreyen bıyıkları rüzgârın son dokunuşunu hissederken, üzerlerine düşen gün ışığı usulca soldu. Yuvalarının girişindeki taze otlar hafifçe sallandı. Ama bu bir ayrılık değildi. Bu, büyük Ustanın yazdığı kitabın yalnızca bir sayfasının kapanışıydı.
Bir ışık, ormanın sınırlarının ötesinden yükseldi. Pamuk ve Zıpır gözlerini açtıklarında, kendilerini sonsuz bir kırda buldular. Burası, havuçların hiç bitmediği, otların her daim taze koktuğu, gökyüzünün gece bile pırıl pırıl olduğu bir yerdi. Kulakları artık sadece yumuşak değil, cennetin rüzgârıyla parıldayan ışık telleri gibiydi. Artık cennet tavşanlarıydılar; burada korku yoktu, ayrılık yoktu, son yoktu.
Pamuk, Zıpır’a baktı. Bembeyaz tüyleri, ilkbahar karı gibi ışıldıyordu. Zıpır, Pamuk’a gülümsedi. Koyu gri tüyleri, ufkun mavisiyle birleşen bir gölge gibi yumuşaktı. Toprak altındaki o ilk günler, tünellerde saklanmalar, çayırlarda birlikte koştukları zamanlar… Hepsi, bu sonsuz huzura giden bir yol olmuştu. Usta onları unutmamıştı. Aşklarını bu cennet kırında sonsuza dek yaşatmak için her satırı özenle yazmıştı.
“Zıpır… burası…” dedi Pamuk, sesi mutluluktan ince bir titremeyle.
“Ustanın en güzel hediyesi,” dedi Zıpır, kulaklarını hafifçe dikerek. “Ve sen yanımdayken daha da güzel.”
Sonra yan yana koştular. Pamuk ve Zıpır, cennet tavşanları olarak sonsuz kırların taze otları arasında zıpladılar. Dünya onların başlangıcıydı; arkalarında bıraktıkları yuva, hikâyelerinin yalnızca bir bölümüydü. Ama bu kır, onların sonsuz mutluluğuydu.
Usta’nın kalemi, hikâyelerini yazmayı hiç bırakmadı. Çünkü onların sevgisi, bu büyük kitabın en parlak satırlarından biriydi.
9. SONSÖZ
Eğer ben bahçede olsaydım.
Tüfeğin önünde dururdum,
Pamuk'la Zıpır'ı,
Avcıdan korurdum
Eğer bahçede olsaydım, o sahnede…
Pamuk’la Zıpır, yuvanın önünde yan yana dururken,
Rüzgâr hafifçe tüylerini okşayıp, güneş onları son bir kez ısıtırken…
Ben, tam orada ağlardım.
Hem de sahte değil, gerçek gözyaşlarıyla.
Bir duygu değil, bir çığlık olurdum o an.
Onların tüylerinden süzülen son ışığı hissedebiliyorum.
Ve hikayenin en ince satırında, Usta’nın kalemini görüyorum.
Hayal gücüm o kadar canlı, o kadar ruhlu ki,
Bir tavşan zıplıyor Pamuk, görüyorum.
Peşinden bir diğeri geliyor, adı Zıpır
Ve ikisi de şu cümleyi fısıldıyor:
“hikâye henüz bitmedi.”
Bu hikâye, bir bahçenin içinde başlayıp bir bahçenin ötesinde tamamlanan bir yolculuğun masalıdır.
YanıtlaSilPamuk ve Zıpır… İki küçük yürek.
Hayatın kısalığını bilmeden birbirlerine tutunan, sevginin en sade hâlini taşıyan iki tavşan.
Onların hikâyesi, yalnızca bir doğum ve ölüm çizgisi değildir.
Bir sorunun, bir duygunun ve bir umudun peşinden giden küçük ama çok büyük bir anlatıdır:
Neden sevgi hep kaybolur gibi görünür, ama hiçbir zaman gerçekten yok olmaz?
Bu masal, işte tam buna cevap arar.
Tüylü bedenlerinin altında kocaman kalpler taşırlar. Avcının gölgesi onların üzerine düştüğünde bile umut etmeyi bırakmazlar. Çünkü her sonun başka bir başlangıç olduğunu öğreten büyük bir Usta vardır. Ve O’nun bahçesinde hiçbir hikâye yarım kalmaz.
Kelebeklerin kanadında bir dua saklıdır.
Bir elmanın kabuğunda yeni bir hayat nefes alır.
Bir tavşanın titreyen burnunda koca bir evren taşınır.
Pamuk ve Zıpır’ın yolu, sadece toprağın üzerinde değil, kalplerin içinde de devam eder. Onların sesleri bazen bir rüzgârda, bazen bir çiçeğin yaprağında, bazen de bir okurun gözyaşında yankı bulur.
Bu kitabı okurken, belki siz de fark edeceksiniz:
Hayvanların hikâyeleri aslında insanların unuttuğu duyguların yankısıdır.
Ve her masal, en çok da dinleyen kalbin içinde tamamlanır.
Pamuk ve Zıpır’ın masalı, kayboluşun değil, buluşmanın hikâyesidir.
Bir bahçede başlar, cennetin sonsuzluğunda olgunlaşır.
Şimdi sayfayı çevirin
ve küçük bir kalbin büyük bir sevgiye nasıl sığdığını görün.