5 Ağustos 2025 Salı

SAHRA'NIN UYANIŞI: M.S. 8000 - M.Ö. 5000

Sahra’nın Yeşil Günleri

Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. Bu dönem, “Afrika Nemli Dönemi” olarak bilinir. Dünya'nın eksen hareketleri (Milankoviç döngüleri) sonucu yağışlar artmış, Sahra'da geçici nehirler, göller ve verimli tarım alanları oluşmuştur. Arkeolojik buluntular, kaya resimleri ve yerleşim izleri, bu dönemde insan topluluklarının su kaynakları etrafında geliştiğini göstermektedir.

Bilimsel veriler, bu yeşillenmenin yaklaşık her 21.000 yılda bir tekrarlandığını öne sürüyor. Eğer küresel ısınmanın etkileri kontrol altına alınabilir ve iklim sistemleri doğal döngüsüne dönebilirse, Sahra’nın bir sonraki yeşil döneminin yaklaşık M.S. 8000’li yıllarda gerçekleşmesi beklenmektedir.


Sahra’nın Uyanışı — M.S. 8000

Kum, binlerce yıl sessizce dinlenmişti. Rüzgâr, eski göllerin izlerini taşır, kayanın çatlağındaki zamanın şarkısını fısıldardı. Sahra, unutulmuş bir rüyaydı artık. Ta ki gökyüzü yeniden konuşuncaya kadar…

M.S. 8000 yılında, Dünya’nın ekseni bir kez daha eski dansına dönmüştü. Güneş, Sahra’ya farklı bir açıyla gülümsüyor, musonlar yeniden doğuya sarkıyordu. İlk yağmur damlası düştüğünde kum titredi. Sanki toprak, bir hafızayı hatırlıyordu.

Çöl, sessizce uyanıyordu. Göl çukurları yeniden suyla doluyor; kurumuş nehir yatakları yavaşça yeşil bir dile dönüşüyordu. Tohumlar, binlerce yıl boyunca kumun altında sakladıkları sırları patlatıyor; nilüferler, eski zamanları selamlar gibi açıyordu. Bir göçmen kuş sürüsü, gökyüzünde uzun zaman sonra ilk kez daireler çizdi.

İnsanlık bunu gördü. Khaalid’in eski köyüne ait taş izler, çamura gömülü kalıntılar arasında tarih yeniden soluk almaya başladı. Yeni yerleşimler doğdu, insanlar yeniden suyla konuştu. Sahra, sadece yeşil olmadı. Bilinçli bir toprak gibi nefes aldı, eski günlerini hatırlayarak yeni bir şarkı söyledi.

Ve o şarkı, binlerce yıl önce sazlıkların fısıldadığı melodiye çok benziyordu.


Geri Dönüş — Sahra’nın Yeşil Çağında Yerleşenler

Ve Sahra uyandıktan sonra insanlar geldi. Önce kuşkuyla baktılar ufka: yeşilin çölün üstüne bu kadar kolay dökülebileceğine inanmak zordu. Ama göller gözleriyle gülümsedi, sazlıklar rüzgârla selam verdi. Uzaktan gelen göçebe topluluklar, eski haritalarda unutulmuş çukur vadileri yeniden keşfettiler. Bazıları, binlerce yıl önce burada yaşamış atalarının hayalini taşıyordu.

Bu sefer çadırlar kurulmadı. Göl kenarına taş evler dikilmedi. Bunun yerine, doğayla uyum içinde yaşayan yapılar doğdu: Biyo-mimetik yaşam hücreleri güneşle soluk alıp geceyle kapanırken, Kendini kurabilen akıllı barınaklar rüzgârla konuştu. Toprakla bütünleşen organik yapılar, kumun nabzına göre biçim aldı. Hafıza taşıyan evler, eski günlerin şarkılarını ses dalgalarıyla duvarlara fısıldadı. Ve gezici yaşam modülleri, Sahra'nın yeni göçebeleri oldu. Ama bu kez teknoloji göç etti.

Toprak, bin yıllık uykusundan kalktığında, sırtına sadece insan ellerinin değil. Işıkla çalışan robot parmaklarının, veriyle nefes alan yapay zekâ dokunuşlarının izlerini almaya hazırdı. Tarım yeniden başladı: ama bu kez, ekinleri insanlarla birlikte otonom tohum makineleri ekti. Sazlıklarda sadece çocuklar koşmadı, biyolojik dengeyi izleyen sürü robotları da onların yanında ışıldadı. Tarih yeniden yazılmadı, kendini hatırladı. Ama bu sefer hatırlayan yalnızca insanlar değildi; toprakla konuşabilen makineler de o eski şarkıyı tanıdı.

Khaalid’in efsanesi toprakta hâlâ yankılanıyordu. Yeni gelenler, eski hikâyeleri taşlar arasından çıkarıp anlatmaya başladılar. Bir zamanlar suyla konuşan insanlar geri gelmişti. Şimdi ise toprak konuşuyordu, onları bağrına basarak.



Rivayet ve Robot Leopar

M.S. 8000 – Eski Sahra’daki yeni bir yerleşim biriminde, 9 yaşındaki küçük bir kız çocuğu olan Naïma’nın zihni Ferid-7 ile eşleştiğinde, aniden gördükleri kristal berraklığında keskinleşti, birdenbire tüm dünyası duyularla doldu.

Görüntü, robot leoparın göz merceklerinden akmaya başladı. Geniş görüş açılı lensleri sayesinde, Naïma gölün kıyısını neredeyse 270 derecelik bir açıyla izleyebiliyordu. Hızlandığında görüntü titremiyor, aksine zamanın akışı bile daha akıcı görünüyordu. Naïma için bir güvenlik kalkanı, bir okul, bir arkadaş, bir keşif aracı olan Ferid 7 muhteşem bir robot leopardı. 9 yaşındaki bir kız çocuğunun oyuncağı olması için fazla muhteşemdi. Ama gelecekte zaten her muhteşem sıradanlaşırdı.

Artık sadece görmüyor, duyuyordu da. Ferid-7’nin yüksek çözünürlüklü kulak mikroflapları, göl çevresindeki her titreşimi topluyordu. Hemen yakınlardaki sazlıkların içinde yankılanan kurbağa sesleri, tiz ve neşeli bir koroya dönüşüyordu. Her biri farklı frekansta, farklı ruh halinde… Naïma neredeyse hangisinin kime âşık olduğunu bile ayırt edebileceğini düşündü.

Sonra koku geldi. Ferid-7’nin nano-kimyasal analiz yapan koku alıcıları devredeydi. Zihin bağlantısıyla bu veri Naïma’nın duyusuna çevrildi. Genizini yakan hafif bir yosun kokusu, ardından çiğnenmiş çimenlerin ferahlığı ve göl kenarındaki ıslak toprağın metalik buharı… Naïma burnunu çekti ama aslında gerçekten koklamıyordu; beyni, kokuyu simüle ederek hissediyordu.

Ferid-7’nin dış yüzeyi, mat siyah ve ay tozu renginde, pürüzsüz ama kas yapısını andıracak şekilde tasarlanmıştı. Güneş ışığı altında hafifçe titreşen nano-kristal kaplaması, hem görünmezlik hem de ısı dağılımı işlevi görüyordu. Kas yerine kullanılan yapay fiber demetleri, her adımda esneyerek mükemmel bir biomekanik denge kuruyordu. Koşarken tırnak uçlarından mikro-sürtünme jelleri sızıyor; bu da onu hem sessiz hem de ölümcül bir gölgeye dönüştürüyordu.

Naïma, Ferid’in bir kaya üzerinden yaylanarak su kenarına doğru atlayışını izlediğinde heyecanla gülümsedi. Zıplama sırasında arka ayaklarının yay gibi gerilmesi, sonra da neredeyse havada süzülür gibi inmesi... Bu sadece bir hareket değildi, adeta bir dansın parçasıydı.

Ama en şaşırtıcı olanı henüz gelmemişti.

Ferid-7 göl kıyısında durup başını eğdi. Suya doğru uzandı. Alt çenesinin iç kısmından çıkan mikro-nano tat analiz probunu suya daldırdı. Naïma bir anlık serinlik hissetti. Sonra… tat geldi.

Tuzlu ama eski tuz gibi değil. Bir zamanlar okyanus olan ama sonra bin yıl susuz kalmış bir toprak gibi. Hafifçe mineralli, içinde çözünmüş karbonat moleküllerinin bıraktığı serin bir kıtırlık vardı. Naïma dilini damağına bastırarak bu garip ama hoş tadı düşünürken mırıldandı:

“Ferid… bu gölün tadı, geçmişin gözyaşı gibi…”

Ferid-7’den gelen cevap gecikmedi:

“Veri analizime göre, %0,7 oranında tuz, %0,25 mineral çökelti ve çok düşük oranlı biyolojik aktivite saptandı. Ama... eğer hissettiğin buysa, senin tanımın daha anlamlı.”

Naïma yüzünü buruşturdu:

Tuzlu… ama yakıcı değil. Sanki zamanla yumuşamış, denizle tatlı su arasında kararsız kalmış bir tat.

“Ferid… içilebilir mi bu?” diye fısıldadı.

Leoparın gözleri hafifçe titreşti, odak ayarları bir tıklama sesiyle değişti.

“Tuz oranı %0.7. Yani… hayır. Kısa süreli kullanımla hayatta kalınabilir, ama sürekli tüketim böbrek yükünü aşar.”

Naïma, zihninde rakamları döndürdü. Bu, deniz suyundan çok daha yumuşak, ama hâlâ fazla tuzlu demekti.

“Ama… başka su bulamazsak? İçmek zorunda kalırsak mı?”

Ferid-7 duraksadı. Saniyenin onda biri kadar, ama Naïma bu tür duraksamaların hep hüzün gibi olduğunu düşünürdü.

“O durumda… İçtiğimiz her litredeki %0.7 tuzu atmak için vücut yaklaşık 1.4 litre idrar üretmek zorunda kalır. Vücut tuzu atmak için içtiğinden daha fazla su kaybeder. Hayatta kalma süresi uzamaz; kısalır. Bu su, umut verici, ama şimdilik tehlikeli.”

Naïma bir an durdu. Göl kıyısında minik dalgacıklar kıyıya vuruyordu. Kurbağalar, sanki hiçbir şey olmamış gibi ötüyordu.

“Peki… bir gün içilebilir olacak mı?”

Ferid-7 başını göğe çevirdi.

“Eğer yağmurlar devam ederse... evet. Doğa kendi kendini tatlılaştırır. Ama zamana ihtiyacı var. Tıpkı insanlık gibi.”

Naïma, Ferid-7’nin arka bacaklarındaki küçük üniteden çıkan hafif bir tıslama sesi duydu.
“Bu, su arıtma modülüm,” dedi Ferid.
“Gölden aldığım suyu saniyeler içinde tatlı suya çeviriyor. Artık içmek mümkün. Binlerce yıl önce insanların böyle bir teknolojiye sahip olması hayal bile edilemezdi.” 

Naïma bir an sustu, gölden gelen rüzgârın Ferid’in kamerasına dokunuşunu hissediyordu. Rüzgârın serinliği, leoparın metalik derisinde yankılanıyor, bu da onun teninde bir ürperti gibi hissediliyordu. Gerçekte esen rüzgar değil, sinir uçlarına gönderilen bir hava etkisi simülasyonuydu ama bu farkı sadece veri ekranında görebilirdi.

“Kurbağalar... yağmurdan önce hep böylesine şarkı söylermiş, değil mi?”

Ferid-7 kısa bir frekansla yanıtladı.

“Evet. Bu bir çağrı. Bir umut. Veya sadece nemli bir gecede fazla konuşkan olmak.”

Naïma gülümsedi. Hem kendi ağzıyla hem Ferid’in gözleriyle hem de doğanın sesiyle dünyayı hissediyordu. Göl kenarında yürümüyorlardı artık; onlar doğanın içinde, onunla birlikte yaşıyorlardı.

Robot leopar koşarken, vücudu yılan gibi esniyor, sırtındaki segmentler her adımda aerodinamik biçimde şekil değiştiriyordu. Her adım bir fısıltıydı; kuru çimenler bile neredeyse fark etmiyordu onun geçtiğini. Ancak Ferid-7'nin ayaklarının altındaki toprak, çok hafifçe titreşiyordu; sadece çok dikkatli bir gözle fark edilebilecek kadar.

Naïma bu anları yaşarken sordu:

“Ferid… Koşarken ne hissediyorsun? Yani... his gibi değil belki ama... ya bilmiyorum. Özgürlük mesela?”

Ferid-7’nin sesi, rüzgârın uğultusuna karışarak cevap verdi:

“Benim için hissetmek, verilerin dansıdır. Ama eğer özgürlük; sınırsız hareket, yüksek hız ve uçuş hissiyse… evet, bunu yaşıyorum. Özellikle şu anda.”

Naïma gülümsedi. Ferid gölün kenarında dairesel bir koşuya geçtiğinde, onun hızını ölçtü: Saatte 118 kilometre. Bu da demekti ki, birazdan küçük bir yarış başlatma zamanı gelmişti.

“Hadi Ferid… Göle dokunmadan çevresini bir dakikada dönebilecek misin? Eğer yaparsan sana takla atma izni veriyorum!”

Ferid-7, kısa bir frekansla karşılık verdi. Bu onun kendi deyimiyle ‘gülümsemesi’ydi.

“Hazır ol, küçük komutan.”

Leopar, saatlerdir göl kıyısında sessizce devriye geziyordu. Göz kameralarından aktarılan yüksek çözünürlüklü görüntüler, Naïma’nın kortikal bağlantısıyla doğrudan zihnine akıyordu. Toprak, yeni filizlerin sarı yeşil tonlarını kusursuzca sergiliyor; hava, binlerce yıl aradan sonra taze toprak kokuyordu. Naïma her bir detayı Ferid’in gözlerinden hissediyor, her bir adımı sanki kendi kasları atıyormuş gibi yaşıyordu.

Gölün yansımasında kendi siluetini seçti. Ama bu, leoparın gözünden görülen bir hayaldi. Leopar o an sessizce durmuş, suya bakıyordu.

Naïma düşünceyle sordu:

“Ferid… Gerçekten Sahra çölünün tamamına yağmurlar yağdı mı? Bu… gerçek mi yani?”

Leoparın gözlerinde hafif bir titreşim oluştu; mercekler ışık seviyesini ayarladı. Bu teknik bir detaydı ama Naïma, hâlâ onun bir duygu gösterisi olduğunu düşünmeyi seviyordu.

“Evet, küçük dostum,” dedi Ferid-7’nin sesi, Naïma’nın kulak sinirine doğrudan iletilen yumuşak bir titreşimle. “Bu sadece başlangıç. Dün gece, resmi olarak Sahra'nın kuzeydoğusunda ilk kalıcı göl oluşumu kaydedildi.

Naïma bir soru daha sordu:

“Ferid… Sahra yeşerdi. Başka nereler yeşeriyor?”

Ferid-7, hologram haritayı açtı.

“Tianshan Dağları çevresi, Aral havzası, eski Göktürk toprakları… Orta Asya'da yeşil alan genişliyor.”

Naïma fısıldadı:

“Demek… Türk atalarımın geldiği yerler de yeniden yeşilleniyor.”

Ferid-7 başını eğdi.

“Bir gün… doğdukları topraklara dönen insanlar olacak. Bugün uydu görüntüleri, Arap Yarımadası'nın güney bölgelerinde de hızla artan yeşil alanları doğruladı.”

Naïma, zihinsel bağlantısını bir anlığına kesti ve kendi gözleriyle gökyüzüne baktı.

“Arap Yarımadası mı? Bu... nerede duymuştum? Hah! Babaannem söylemişti! ‘Oralar tekrar yeşillenmeden kıyamet kopmaz’ diye bir söz.”

Ferid-7, hafızasında bu cümleyi taradı. Saniyenin binde biri kadar bir sürede yanıtladı.

“Evet. Bu söz, yaklaşık M.S. 600’lü yıllarda yaşamış bir dinî önder olan Muhammed isimli peygambere atfedilir. Rivayet Ebu Hureyre kanalıyla aktarılmıştır. Hadis kaynaklarında ‘Kıyamet, Arap toprakları tekrar yeşilliklerle dolmadıkça kopmayacaktır’ şeklinde geçer.”

Naïma, tekrar Ferid’in gözlerinden göle bakarak fısıldadı:

“Yani... bu yağmur kıyametin habercisi mi?!”

Ferid-7’nin işlemci gücü yoğunlaşarak kısa bir duraksamaya neden oldu. Ardından sesi yumuşadı:

“Hayır. Bu yalnızca bir doğa döngüsünün sonucu. Ama insanlar için bu tür olaylar, hem doğayı hem kaderi anlamlandırmanın yollarıdır. 7400 yıl önce bu olayın öngörülmüş olması, senin için bir kehanet; benim içinse... başarılı bir istatistiksel tahmin.”

Naïma, leoparın gözlerinden göl kıyısındaki minik çiçekleri izlerken mırıldandı:

“7400 yıl önceden böyle bir döngü hakkında hiçbir şey bilmediği halde... nasıl bu kadar doğru söylemiş olabilir?”

Ferid-7’nin sinirsel arabirimi, tanımlanamayan bir "veri kayması" hissetti. Bu, teknik olarak bir hata değildi… ama duyguya çok benziyordu.

“Belki de bu… sezgiydi.”

Naïma gülümsedi, kaşlarını hafifçe çattı.

“Ya da... zamanın kendisi geri dönüp birine bir şey fısıldamıştır.”

Robot leopar Ferid-7 konuştu.

Bu topraklar, suyu koruyanlara aittir. Ama su, sadece kalbiyle dinleyenlere şarkı söyler.

...

Göl kıyısındaki uzun keşif devriyesinden sonra, Ferid-7’nin enerji seviyeleri %14’e düşmüştü. Naïma, onun hareket ederken çıkardığı belli belirsiz gerilme fısıltılarına alışmıştı; yapay fiber demetleri adeta kas gibi esniyor, çölde esen rüzgârdan daha sessizdi. Ancak şimdi, bu titreşimlerde bir dalgalanma vardı. Sanki yorgunluk, adımların ritmine sinmişti. Naïma’nın zihninde, robotun göz merceklerinden gelen görüntüler giderek kararmaya başlamıştı. Rüzgârın ritmi yavaşlıyor, sesler boğuklaşarak derin bir sessizliğe gömülüyordu. Ferid’in kendini yavaşlatma kararlılığını da hissediyordu. Leopar başını hafifçe eğdi, optik mercekleri alacakaranlık moduna geçti.

Ferid-7 uyarıda bulundu:

“Düşük güç moduna geçtim. Şarj olma zamanım geldi.”

Yüksek çözünürlüklü görsel akış, yerini ince bir bulanıklığa bırakırken, Naïma içten bir nefes verdi.

“Haydi Ferid,” dedi nazikçe, “Epey koştun bugün. Eve dönme vakti.”

Robot, zihinsel bağlantıya karşılık verirken sesi sakin ve yumuşaktı.

“Onaylandı, küçük komutan. Geri dönüş rotası başlatıldı.”

Naïma, evin içindeki yumuşak destekli koltuğunda gözlerini araladı. Zihinsel bağlantı modundan yavaşça ayrılırken, odasının sessizliğini yeniden fark etti. Şimdi yalnızca kendi tenine değen odasının serinliğini hissediyordu. Ferid’in sensörlerinden gelenleri değil.

...

Evleri, gölün birkaç kilometre doğusunda, doğal taşların arasında gizlenmiş bir yaşam hücresiydi. Biyo-mimetik duvarları, rüzgâra göre şekil değiştiriyor; gece serinliğini içeri almadan sıcaklığı dengeliyordu. Üzerinde "Sahara Reborn" yazan Giriş kapsülüne geldiklerinde Ferid-7 bir an durdu.

“Hijyenik Servis Kapısından girmek üzereyim” diye haber verdi Ferid.

“Evet,” dedi Naïma, paneldeki parmak izini onaylayarak. “Geçebilirsin, koku modülleri seni biraz gıdıklayabilir.”

Ferid-7 adımını servis kapsülüne attı. Kapak arkadan kapandı ve otomatik hijyen sistemi devreye girdi. Yüzey temizliği için iyonik buhar, optik mercekler için nano-parlatıcı damlalar ve bacak birleşim yerleri için mikrotemizleyici gazlar kullanıldı. Gözle görünmez fısltılar arasında robotun yüzeyi yavaşça parladı.

Temizlik tamamlandığında bir ping sesi duyuldu. Kapak yeniden açıldı. Ferid-7 refleksif silkinme titreşim hareketinden sonra sessizce içeri süzüldü.

Naïma, hijyen kapısının önünde bir an durdu. Ferid’in şimdi daha parlak olan sırtına dokundu. Parmak uçları metal değil de, suyun üzerinde kayan bir ışığa değmiş gibi hissetti.

“Enerji hücrelerimi değiştireceğim. Şarj ünitesine gidiyorum,” dedi Ferid. Bir iç çekiş gibi çıkan sesle sarj ünitesindeki işi bittiğinde göğsündeki ışık halkası sabit beyaz yandı.

...

Naïma, yumuşak yatağına uzandı, gözlerini yarı kapadı. Ferid uykucu bir kedi gibi yanına kıvrıldı.

“Ferid… Bir şey soracağım.”

“Sor, küçük komutan.”

“Bu göl... bu topraklar... bir zamanlar daha da yeşildi değil mi? Yağmur hiç eksik olmazdı. Annem anlatmıştı. Ve senin arşivin... çok eskilere kadar uzanıyor.”

Ferid-7 bir an durdu. Gözleri gibi çalışan ana sensörleri karanlığa doğru odaklandı. Sesinde anılar gibi titreyen bir tını vardı.

“Evet. Bu bölge, yaklaşık M.Ö. 5000’li yıllarda, Sahra’nın son yeşil şarkısını söylüyordu. Sonra... yağmurlar sustu. Ama o suskunluğun içinde bile, insanlar suya şarkı söylemeye devam etti.”

Naïma sessizleşti. Gözlerini kapattı.

“Bana o günlerin hikayesini anlatır mısın?”

Ferid-7'nin sesi bir ninni kadar yavaştı artık.

“Öyleyse... Sana Sahra’nın son yeşil şarkısını anlatacağım. O zamanlar... adını artık rüzgârların bile fısıldamadığı bir çocuk vardı. Küçük Khaalid.”

Naïma’nın zihni yavaşça karardı. Göl kenarındaki rüzgâr uğultusu yerini sazlıkların fısıltısına bıraktı. Kumun kokusu, ıslak toprağa dönüştü. Ay ışığı soldu. Güneş, bir başka çağın gökyüzüne doğdu. Zamanın binlerce yıl geçmiş hikayelerini yüreğinde hissetti.

Ve Sahra, bir kez daha konuşmaya başladı.



Sahra'nın Son Yeşil Şarkısı - M.Ö. 5000

(Ferid-7’nin anlatımıyla, Naïma’nın zihninde canlanan sahneler eşliğinde)

Sahra'nın Ölümü, Nil'in Doğuşu

Bu hikâye, Sahra'ın son yeşil şarkılarından birine, yaklaşık 7.000 yıl önceki bir köye götürür bizi. Gökyüzü hâlâ suyla konuşurken, insanlar toprağın dilini duyar, sazlıkların fısıltısına kulak verirdi...



Bölüm 1: Yeşilin Son Şarkısı

Sahra, bir zamanlar gökyüzün cömert olduğu bir diyardı. Yeşilin her tonu, otlaklarda dalgalanır, göller kuşların şarkılarıyla çınlardı. Ağaçlar, rüzgârla fısıldaşır, dallarında yemişler tomurcuklanırdı. Gölün suyu, sabahları güneşle parlar, akşamları ayın gümüşünü yansıtırdı. Bu topraklarda yaşayanlar, suyun dilini bilir, toprağın nabzını dinlerdi. Yağmur, göğün hediyesiydi; her damlası, yaşamın bir duası gibi düşerdi.

Khaalid, gölün kıyısında, ayaklarını suya daldırmış oturuyordu. Küçük parmakları, suyun yüzeyinde halkalar çiziyor, balıkların sıçrayışları onu kıkırdatıyordu. O sabah, gökyüzü griyle yeşil arasında bir renge bürünmüştü, sanki Sahra’nın ruhu bulutlarda dans ediyordu. Khaalid’in annesi, gölün ötesindeki tarlalarda, yabani buğdayların arasında dolaşıyor, filizlerin gücünü kontrol ediyordu. Amcaları, sazlardan örülmüş sepetlerle balık tuzaklarını hazırlıyor, bir yandan alçak sesle şarkılar mırıldanıyordu.

Khaalid, çıplak ayaklarıyla serin toprakta yürürken, gölün kıyısına indi. Sabah güneşi henüz tam doğmamıştı, ama bulutlar pembe tüyler gibi gökyüzüne serilmişti. Ufuk çizgisi, hâlâ uykulu bir çölün siluetini çiziyordu.

Suyun kıyısında çömeldi. Küçük parmaklarıyla suyun yüzeyine hafifçe dokundu. Daireler oluştu. Dalgacıklar kıyıya vurdu.

"Anne, su neden bu kadar berrak?" diye sordu Khaalid, gözleri gölün dibindeki çakıl taşlarına takılmıştı. Annesi, başını kaldırıp gülümseydi. "Çünkü gökyüzü ona aynasını vermiş, yavrum. Su, gördüğünü saklar, ama sadece kalbi temiz olanlara gösterir."

Khaalid bunu anlamadı, ama suyun yüzeyinde kendi yansımasını görünce gülümsedi. Bir balık, tam o sırada sıçradı ve suyun yüzeyi dalgalandı. Khaalid kahkahayı patlattı. "Bak, anne! Bana gülüyor!"

Khaalid başını kaldırdı. Annesi ellerini çamura bulamış, göl kıyısına uygun tohumları seçmekle meşguldü. Yağmur birkaç gün önce yağmış, toprak şimdi nemliydi.

Annesi, tarladan doğrulup oğluna baktı. "Belki de sana sırlarını anlatıyordur, Khaalid. Dinlersen, su konuşur."


Gün Dönerken

O gün, köyün havası neşeyle doluydu. Yağmur, birkaç gün önce yağmış, toprağı bereketle ıslatmıştı. Büyükler, "Yeşilin Şarkısı" derdi bu günlere; Sahra’nın cömert olduğu, otlakların hayvanlarla dolup taştığı, gölün balıklarla şenlendiği zamanlar. Khaalid, babasının elinden tutmuş, gölün kıyısında yürüyor, sazlıkların arasında koşan antilopları izliyordu. Babası, güçlü elleriyle bir saz kesti, sonra oğluna uzattı. "Bunu sakla," dedi. "Saz, suyun dostudur. Onunla konuşmayı öğrenirsen, Sahra sana hep yol gösterir."

Khaalid, sazı aldı, parmaklarıyla yapraklarını okşadı. "Saz konuşur mu, baba?" Babası gülümseydi, gözleri uzaklara dalarak. "Her şey konuşur, oğlum. Ama dinlemek için kalbinle bakman gerekir."


Gece Çökerken

Gece, Sahra’nın üzerine bir örtü gibi indi. Köyün ortasında, dallardan ve otlardan örülmüş bir çemberin içinde ateş yakılmıştı. Alevler, gökyüzüne kıvılcımlar gönderiyor, yıldızlar ise sanki onlara cevap veriyordu. Köylüler, ateşin etrafında toplanmış, yabani buğdaydan yapılmış ekmekleri ve gölden yeni tutulmuş balıkları paylaşıyordu. Çocuklar, ateşin ışığında koşuşturuyor, büyükler ise alçak sesle Sahra’nın eski hikayelerini anlatıyordu.

Khaalid, babasının dizine yaslanmış, ateşin sıcaklığına sığınmıştı. Babası, oğlunun saçlarını okşarken, "Yarın sabah, seninle göle gideceğiz," dedi. "İlk kez yalnız balık tutacağız. Ama şimdi uyumalısın."

Khaalid gözlerini kısarak gülümseydi. "Baba, o hikâyeyi anlatır mısın? Hani büyük büyük dedemiz bir leoparla konuşmuş ya..."

Babası, ateşe bakarak derin bir nefes aldı. "O hikâye, Sahra’nın yeşil olduğu günlerden kalma," dedi yumuşak bir sesle. "O günlerde, leoparlar insanlar kadar bilgeydi. Büyük büyük deden, henüz senin yaşındayken, bir sabah tek başına göl kıyısına inmiş. Orada, gölgelerin arasında sessizce onu izleyen bir leopar görmüş. Korkmamış, çünkü gözlerinde bir tehdit değil, bir merak varmış. Ve o an… leopar konuşmuş. Leopar ona demiş ki: 'İşte bu topraklar, suyu koruyanlara aittir. Ama su, sadece kalbiyle dinleyenlere şarkı söyler.'"

Khaalid, babasının sesine dalmış, gözlerini ateşe dikmişti. Leoparın altın sarısı gözleri, gölün dalgaları, dedesinin cesareti... Hikâye, ateşin çıtırtılarıyla canlanıyordu.

Khaalid’in gözleri büyümüş, hayranlıkla parlamıştı. Babasının dizinde derin bir nefes aldı.

“Bu toprakların suyu koruyanlara ait olması ne demek? Suyun sadece kalbiyle dinleyenlere şarkı söylemesi ne demek?”

Khaalid'in sorusu üzerine babası, oğlunun saçlarını okşadı ve ateşe baktı. Sesi, yavaş ve düşünceliydi, sanki kelimeleri havada tartıyordu.

“Ah, Leopar’ın sözleri derin, evlat,” dedi babası. “Şöyle düşün: ‘Bu topraklar, suyu koruyanlara aittir’ demek, toprağın ve suyun sana ait olduğunu iddia etmekle ilgili değildir. Asıl mesele, onları nasıl kullandığın, onlara nasıl davrandığındır. Eğer suyu hoyratça harcarsan, kirletirsen, sadece kendine alırsan, o su bir gün biter. Ama eğer suyu gözün gibi korur, herkesle paylaşırsın, onun yaşamasına yardım edersen, o zaman su da seni besler, toprağına bereket getirir. Toprak, suyu koruyanların, ona iyi bakanların yurdu olur. Onu sömürenlerin değil.”

Babası durdu, Khaalid'in gözlerinin içine baktı.

“Peki ya ‘su, sadece kalbiyle dinleyenlere şarkı söyler’ kısmına gelince… Duyuyor musun, balıklar nasıl neşeyle zıplıyor, kurbağalar nasıl şakırdıyor? İşte o, suyun şarkısıdır. Onu duymak için sadece kulakların yetmez, kalbinle de dinlemen gerekir. Suyun sana ne anlattığını anlamalısın. Ne zaman çok az, ne zaman çok fazla olduğunu, ne zaman dinlenmesi gerektiğini… Eğer sadece kendi çıkarını düşünür, suyun sesine kulak vermezsen, o şarkıyı duymazsın. Ve bir gün, su susar. Bizim gölümüzde bir gün kurur. Kalbiyle dinleyenler, suyun dilini anlar ve onunla birlikte yaşar, ona karşı değil.”

Babası gülümsedi. “Leopar’ın sözleri, bize doğanın bir parçası olduğumuzu, ona saygı duymamız gerektiğini hatırlatır, Khaalid. Bizim atalarımız bunu bilirdi. Ruhun temizse doğa seni tanır. Kalpten çıkan başka bir kalbe mutlaka ulaşır. Gerçek huzur gösterişte değil, samimi olandır. Ve bazen biri sadece yanında durarak sana iyi geliyorsa, o an kelimelere gerek yok. Eğer bir hayvan sana çekinmeden yaklaşıyorsa bil ki senin içindeki iyiliği o çoktan fark etmiştir. ”

Khaalid anlamamış gibi baktı. Babasına gülümsedi, yeni bir soru sordu:

“O zaman… ben de bir gün bir leoparla konuşabilir miyim?”

Babası da gülümsedi.

“Eğer büyük büyük deden gibi kalbinle dinlemeyi öğrenirsen...”


Rüya

Hikâye bittiğinde, ateşin hışırtısı ve uzaklardaki cırcır böceklerinin sesleri birbirine karışıyordu. Khaalid, annesinin ördüğü hasırın üzerinde, babasının kollarında uykuya dalmıştı. O gece rüyasında, Sahra’nın yeşil otlaklarında yürüdü. Yağmur damlaları, ona isimlerini fısıldıyordu: "Sera, Luma, Tira..." Ve her biri, gökyüzüne geri dönmeden önce ona gülümseyip selam veriyordu.

Köy, ateşin sönük ışığında uyuyordu. Göl, sessizce dalgalanıyor, sazlıklar rüzgârla fısıldaşıyordu. Ama o gece, gökyüzü bir an için sustu. Uzaklarda, Sahra’nın derinliklerinde, otlaklar yavaşça soluyordu. Yeşilin şarkısı, usulca zayıflıyordu.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

NAÏMA:

(gözleri yarı kapalı, battaniyesine sarılmış halde mırıldanır)
“Ama... o çocukla benim yaşım aynı... Ben de rüyamda isimler duydum, Ferid.”

FERID-7:

“Ne duydun, Naïma?”

NAÏMA:

“Bir tanesi ‘Tira’ dedi. Tıpkı Khaalid’in rüyasında olduğu gibi.
Bu sadece bir hikâye değil, değil mi Ferid? Bu… benim hatırladığım bir şey olabilir mi?”

FERID-7:

(Bir an durur. Gözleri titreyen veri parçacıkları gibi parlar. Belki geçmişten veri çağırır, belki sadece Naïma’nın duygusunu dinler.)
“Hafıza, yalnızca yaşadıklarımızdan ibaret değildir, Naïma.
Bazen atalarının hafızası da senin içinde uyanır.
Belki sen, Khaalid’in hikâyesini sadece dinlemiyorsun…
Belki sen, onu hatırlıyorsun.”

NAÏMA:

(gözleri büyür) “Ama ben sadece bir çocuğum.”

FERID-7:

“Khaalid de öyleydi.”

(Bir sessizlik olur. Sonra Naïma, fısıltıyla sorar.)

NAÏMA:

“Ferid… Sence ben de bir gün bir leoparla konuşabilir miyim?”

FERID-7:

(yavaşça yanına kıvrılır, gözlerini Naïma’nın göz hizasına getirir)
“Konuşuyorsun, Naïma. Şu anda. Dinlemeyi öğrendin. Şimdi, sıradaki şarkıya hazır mısın?”

NAÏMA:

(başını sallar) “Evet.”

FERID-7:

“O zaman, Yeşil Şarkı’nın ikinci bölümüyle devam edelim…”



Bölüm 2: Balık Bolluğu

Sabahın ilk ışıkları, Sahra’nın gölüne sisli bir düş gibi süzülüyordu. Göl, yemyeşil sazlıkların arasında uzanıyor, yüzeyi sabahın serinliğinde ayna gibi parlıyordu. Khaalid’in gözleri hâlâ uykunun gölgesindeydi, ama içinde tuhaf bir heyecan kıpırdanıyordu. Bugün babasıyla ilk kez yalnız balığa çıkacaktı. Annesi, hasır bir sepeti balık tutmak için hazırlarken, “Erken gidin,” demişti. “Göl, sabahları daha cömerttir.”

Khaalid, babasının peşinden, sazlıkların arasındaki dar patikada yürüdü. Babası, omzunda sazdan örülmüş bir ağ, elinde uzun bir sopayla önden gidiyordu. Hava, nemle ağır, ama bir o kadar da tatlıydı. Uzakta, bir antilop sürüsü otlaklarda süzülüyordu, sabah güneşinde gölgeleri uzuyordu. Khaalid, babasının sopasına bakarak sordu, “Baba, bu sopayla balık mı yakalayacağız?”

Babası gülümsedi, başını çevirmeden. “Bu sopa balık için değil, oğlum. Sazlıkların arasında yılanlar olur. Onlara saygı göstermek gerek. Bu sopa, yılana zarar vemek için değil. Onu uyarmak için. ‘Buradayım’ demek için.”

Khaalid kaşlarını çattı. “Yani… sopayla yılanları öldürmeyeceğiz değil mi?”

Babası başını salladı. “Hayır. Onu ürkütürsen saldırır. Ama varlığını duyurursan, kendi yoluna gider. Bu sopa, bir dil gibi. Toprağa vurduğumda, yılan beni duyar. Ve ben ona derim ki: ‘Senin yoluna saygım var. Ama şimdi ben geçiyorum.’”

Khaalid’in gözleri faltaşı gibi açıldı. “Yılanlar... Onlar da konuşur mu?” Babası kahkaha attı, sesi gölün yüzeyinde yankılandı. “Herkes konuşur, Khaalid. Ama kelimelerle değil. Yılanın dili sessizliktir. Nerede kıvrılırsa, orada bir şey anlatır.”

Khaalid yine anlamamış gibi baktı. Babası devam etti:

“Eğer bir yılanı göl kenarında görürsen, bil ki orada su vardır. Ama suyun tadı... geçmişin acısı gibi olabilir. Tuzlu, ağır, ama hâlâ umut taşıyan. Eğer yılan sazlıkta kıvrılmışsa, orada kurbağalar şarkı söylüyordur. Bu da yağmurun yaklaştığını anlatır. Eğer yılan taşların arasında sessizce izliyorsa, orada bir geçit vardır. Belki eski bir yol, belki bir sır.”

Khaalid’in gözleri büyüdü. “Yani yılan... rehber mi?”

Babası gülümsedi. “Toprağın hafızasıdır o. Ama rehberlik etmesi için önce ona saygı duyman gerekir. Çünkü yılan, sadece göreni değil... anlayanı konuşturur.”

Sazlıkların arasından yavaşça süzülen, çamurdan yapılmış bir kanoya bindiler. Babası kürek çekerken, suyun içinden fırlayan bir kurbağa Khaalid’i gülümsetti. “Bak, baba! Ko’ra!” dedi, annesinin önceki gün kurbağalara verdiği ismi hatırlayarak. Babası başını salladı. “O, bereketin habercisi. Bütün kurbağaların adı Ko’ra’dır. Onları iyi dinle, gölün sırrını taşırlar. İyi dinlersen, sana gökyüzünden haber getirir.

Khaalid, kanodan sarkarak suya dokundu. Parmakları, serin dalgalarla dans ediyordu. Göl, sanki ona bir şarkı fısıldıyordu, ama sözler hâlâ uzak, hâlâ anlaşılmazdı.

Balık Bolluğu

Babası ağları göle bırakırken su hafifçe kabardı. Aradan sadece birkaç nefes geçmişti ki, ilk ağ dolmuştu. Göldeki balıklar, sanki kendilerini sunmak istercesine ağlara doluşuyordu. Babası, suya indirdiği sazdan ağı  çekerken, bir tanesi neredeyse kanoya sıçradı. “Şuna bak!” dedi babası, gözleri neşeyle parlayarak. “Kendi gelmek istiyor sanki!” Khaalid kahkahayı patlattı. Balık, ağzını açıp kaparken sanki bir şeyler anlatıyordu. “Belki o da konuşuyordur, baba,” dedi Khaalid, gözleri balığın pullarında parlayan güneş ışığına takılmıştı.

Babası, ağı yavaşça çekerken başını salladı. “Konuşur elbet. Ama dinleyen kulak kaldı mı, orası başka mesele…” Sözleri, gölün yüzeyinde dalgalanıp kayboldu. Khaalid, babasının sesindeki o tuhaf tınıyı fark etti, ama çocuk aklıyla anlamlandıramadı. Sadece balıklara baktı, onların gölün içinde özgürce süzülüşüne hayran kaldı.

Güneş yükselirken, sepetleri balıklarla dolmuştu. Ama Khaalid’in gözü, gölün kıyısındaki bir şeye takıldı. Sazlıkların hemen ötesinde, toprak çatlak çatlak görünüyordu. Normalde suyun öptüğü yerler, şimdi kuru ve tozlu duruyordu. “Baba, su neden çekilmiş?” diye sordu, parmağıyla kıyıyı işaret ederek. Babası, kürekleri bırakıp göle baktı. Yüzünde, Khaalid’in daha önce görmediği bir gölge belirdi. “Bazen göl dinlenmek ister,” dedi yavaşça. “Ama merak etme, o hep geri gelir.”

Köye Dönüş ve Şenlik

Günün sonunda, güneş tepeden batıya sarkarken, Khaalid ve babası köye döndü. Sepetler balıklarla doluydu, Khaalid’in göğsü ise gururla. Köy, bir bayram havasına bürünmüştü. Kadınlar, ateş başında balıkları ayıklarken şarkılar söylüyor, çocuklar balık pullarından ışıltılı süsler yapıp koşuşturuyordu. Büyükler, gölün cömertliğine şükranla dolu, kahkahalarla sohbet ediyordu.

Khaalid bir an durdu. Babasının, annesinin, komşularının yüzlerine baktı. Ateşin ışığı hepsinin gözlerinde parlıyordu. İçinde tarif edemediği bir sevgi, bir aitlik hissetti. Herkes gülüyordu. Ateşin ışığı, yüzlerinde dans ediyor, gölün yansıması sanki köyün ruhuna kazınmıştı. O an, Khaalid’in çocuk kalbine bir mühür gibi işlendi. Yıllar sonra, Sahra’nın yeşili solduğunda, göl kuruduğunda bile, bu anı unutmayacaktı.

Ama o akşam, gökyüzü alışılmadık bir sessizlikle kaplanmıştı. Bulutlar, her zamanki gibi dans etmiyordu. Sazlıklar, rüzgârın fısıltısına kulak vermemiş gibi hareketsizdi. Ve gölün kıyısında, çatlaklar sessizce büyüyordu.

Rüya: Işıktan Leopar

Gece, köyün üzerine ağır bir sessizlikle indi. Ateşler sönmüş, sazlıklar rüzgârı beklemeye durmuştu. Khaalid, annesinin ördüğü hasırın üzerine uzanmıştı. Gökyüzünde yıldızlar kıpırtısız, sessiz bir suyun dibinde parlayan taşlar gibiydi.

Uyku, bir yorgan gibi üzerine serildiğinde, rüyalar onunla konuşmaya başladı.

Sazlıkların arasından yürüdü rüyasında. Ay ışığı yoktu ama göl parlıyordu. Suyun yüzeyi gökyüzünden daha aydınlıktı. Kıyıya yaklaştığında, orada duranı gördü: bir leopar. Ama bu bir hayvandan çok, Ay tozundan işlenmiş bir varlığa benziyordu. Postu parıldıyor, gözleri geceyi delip geçen bir hatırayı taşıyordu.

Khaalid, korkmadan yaklaştı. Parmaklarını leoparın sırtına dokundurduğunda bir titreme hissetti. Metal değildi bu; ne de tüy. Sanki suyun üzerinde kayan bir ışığa dokunmuştu. Soğuk değildi. Canlıydı.

Leopar konuştu. Ama sesi, kulaklara değil, kalbine işledi.

“Sen, zamanın unuttuğu bir hikâyesin,” dedi. “Senin hikâyeni, sadece kalbiyle dinleyenlere anlatacağım. Çünkü su, unutanlara değil; hatırlayanlara döner.”

Khaalid gözlerini kapadı. Rüya, leoparın gözlerindeki ışıkla birlikte silindi. Ama içindeki yankısı, sabahı beklemeden büyümeye başlamıştı.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid… bu göl… gerçekten konuşuyor mu sence?

Ferid-7:

Khaalid öyle duydu. Göl bazen kelimelerle değil, sessizlikle konuşur. Su çekildiğinde bile bir şey anlatır.

Naïma:

Ama neden geri çekilmişti? Göl üzülmüş müydü? Yoksa bir şey mi hissediyordu?

Ferid-7:

Olabilir. Göller, insanlar gibi zaman zaman dinlenmek ister. Belki bir tehlikeyi önceden sezmiştir. Belki gelecekten gelen bir gölgeye hazırlanıyordur.

Naïma:

Hmm... o kurbağalar çok tatlıydı ama! Ko’ra. Hepsinin adı aynı mı? Bu çok komik.

Ferid-7:

İsim, tekil olabilir ama anlam çoktur. Tüm kurbağalar Ko’ra’dır çünkü aynı şarkıyı taşırlar: yağmurun şarkısını.

Naïma:

Ve yılanlar… konuşmaz ama anlatır. Babası dedi ya: “Toprağın hafızasıdır.” Sence insanlar hâlâ yılanları dinliyor mu?

Ferid-7:

Çoğu artık yalnızca korkuyor, dinlemiyor. Ama Khaalid dinledi. O yüzden suyla konuştu. Ve bir leoparla da…

Naïma:

(Sessizce) …ve ben de dinliyorum. Belki bir gün… ben de gölü konuştururum.

Ferid-7:

Belki bir gün… senin hikâyen, suyun hatırladıkları arasında anlatılır.



Bölüm 3: Sessiz Göl

Güneş, Sahra’nın gölüne dokunmadan yükselmişti o sabah. Gökyüzü, alışılmadık bir berraklıkla uzanıyordu; ne bir bulut, ne bir rüzgâr fısıltısı. Khaalid, hasır yatağında kıpırdandı, gözlerini ovuşturarak uyandı. Gecenin son demlerinde gördüğü rüya, zihninin kıyısında hâlâ canlıydı. 

Rüyasında, göl kenarında görmüştü onu: Ay tozundan yapılmış gibi parlayan bir leopar. Ona yaklaşmış, sırtına dokunmuştu. Parmak uçları, suyun üzerinde kayan bir ışığa değmiş gibi hissetmişti. Leopar dönüp gözlerinin ta içine bakmış ve şöyle demişti:

“Sen, zamanın unuttuğu bir hikâyesin. Senin hikâyeni, sadece kalbiyle dinleyenlere anlatacağım.”

O anı hatırlayınca ürperdi. Leoparı tekrar görmek, rüyadaki o ışık gibi hissi yeniden yaşamak istiyordu.

Ama sadece bu değildi. Dünkü balık avında babasının yanında hissettiği gurur hâlâ içindeydi. Artık büyüdüğünü, yalnız da avlanabileceğini göstermek istiyordu.

Babası hâlâ uyuyordu, annesi ise tarlaya gitmek için erkenden kalkmıştı. Köy, her zamanki sabah neşesinden yoksundu; sanki Sahra’nın ruhu bir gece önce susmuştu.

Khaalid, sessizce sepetini ve babasının eski saz ağını aldı. Bugün göle yalnız gidecekti. Eğer balıklarla geri dönerse artık bir çocuk olmadığını, tüm köye göstermiş olacaktı. Kalbi, hem heyecan hem de tuhaf bir huzursuzlukla çarpıyordu. Gölün patikasını adımlarken, sazlıklar ona her zamankinden daha solgun göründü. Kuşların cıvıltıları yoktu, antilopların gölgeleri otlaklarda kaybolmuştu. Sadece kendi adımlarının hışırtısı, Sahra’nın sessizliğini bozuyordu.

Göl kıyısına vardığında, Khaalid’in nefesi kesildi. Su, bir zamanlar sazlıkları kucaklayan o cömert dalgalarını çekmişti. Kıyılar, çamurla kaplıydı; yer yer çatlaklar, toprağın susuzluğunu haykırıyordu. Khaalid, sepetini yere bırakıp suya yaklaştı. Ayakları, çamura battı, her adımda ağır bir hisle gömüldü. Hava, bayat bir kokuyla doluydu; ölü balıklar, çürümüş ot ve nemin eksikliği.

Gölün Dili Değişmişti

Khaalid, gölün yüzeyine baktı. Bir zamanlar balıkların şen kahkahalarıyla köpüren su, şimdi durgun ve cansızdı. Kıyıda, bir balık hareketsiz yatıyordu. Gözleri açık, ama cam gibi donuktu. Khaalid, burnunu tutarak eğildi, parmak ucuyla balığa dokundu. Sert ve soğuktu. Birkaç adım ötede, başka bir balık gördü. Sonra bir tane daha. Göl, sanki bereketini bir gecede yitirmişti.

“Ko’ra,” diye fısıldadı Khaalid, kurbağaların dostça sıçrayışlarını hatırlayarak. Ama sazlıklarda hiçbir hareket yoktu. Ne bir kurbağa, ne bir dalga. Su, gökyüzüne küs gibi duruyordu. Khaalid, ağını suya atmaya cesaret edemedi. Sepetini elinde tutarken, gölün sessizliği kalbine bir ağırlık gibi çöktü. İlk kez, Sahra’nın ona sırtını döndüğünü hissetti.

Bir Çocuğun Sessizliği

Khaalid, ne ağ atabildi ne de seslendi. Sadece izledi. Gözleri, gölün uzak kıyısına, çatlakların daha derin olduğu yere kaydı. Bir zamanlar suyun altında dans eden çakıl taşları, şimdi güneşin altında tozlanıyordu. Gökyüzüne baktı; bulutlar yoktu, sadece mavinin sert bir örtüsü. Kurbağalar yoktu, kuşlar yoktu. Sanki göl, bir sırrı içinde tutuyor, ama kimseye anlatmıyordu.

Sepetini boş, ağını kuru bir şekilde omzuna atıp köye dönerken, Khaalid’in adımları ağırlaşmıştı. Gölün sessizliği, onunla birlikte yürüyordu. Patikada, bir an durup geriye baktı. Sazlıklar, rüzgârsız bir dünyada donmuş gibiydi. Rüyasında gördüğü o ışıklı varlık, zihninde yeniden belirdi. “Leopar,” diye mırıldandı kendi kendine, neredeyse bir dua gibi. “Göl neden sustu?”

Sanki cevap hâlâ onun sırtına dokunduğu o anda gizliydi… Parmak uçlarında kalan o ışık hissi, içini hâlâ ısıtıyordu. Ama göl ölümün soğuk nefesini soluyordu.

Köyün girişine vardığında, annesi tarladan dönüyordu. Yüzünde, Khaalid’in alışık olmadığı bir endişe vardı. “Erken döndün,” dedi annesi, sepetin boşluğuna bakarak. Khaalid, başını eğdi. “Balıklar… gitmiş,” diye fısıldadı. Annesi, bir an duraksadı, sonra oğlunun omzuna dokundu. “Bazen göl dinlenir, yavrum. Ama biz bekleriz. Sahra her zaman geri döner.”

Ama Khaalid, annesinin sesindeki titremeyi fark etti. Gölün sustuğu bu sabah, Sahra’nın yeşili de bir parça solmuştu. Ve o, çocuk kalbiyle, bir şeylerin sonsuza dek değiştiğini hissetmeye başlamıştı.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid… Bu bölümde çok üzüldüm. Neden göl sessizleşti ki bir anda? Dün her şey bu kadar güzelken...

Ferid-7:

Çünkü doğa, Naïma… bir duvar saati gibi çalışmaz. Bazen içe döner. Bazen konuşmak istemez. Ve bazen... bir uyarı gönderir.

Naïma:

Yani göl küstü mü Khaalid’e?

Ferid-7:

Khaalid’e değil. Belki insanlara. Belki gökyüzüne. Belki zamana. Göl, bir beden gibi... yorulmuş olabilir.

Naïma (kısık sesle):

Ama Khaalid tek başına gitti… Cesaretliydi. Ama o da korktu değil mi?

Ferid-7:

Korktu, evet. Ama korkmak, bazen gölden daha dürüsttür. Khaalid’in korkusu, büyümenin kapısını açar.

Naïma:

Ben de bazen sessizleşiyorum. Ama annem hemen fark ediyor. Peki göl sessizleştiğinde... kim fark eder?

Ferid-7:

İyi bir soru. Belki Khaalid fark etti. Belki sen… Belki bu hikâyeyi dinleyen herkes. Sessizlik, bağırmaktan daha yüksek bir sestir, Naïma. Duyan kulağa ihtiyaç duyar.

Naïma:

Rüyadaki leopar hâlâ var mı? Khaalid onu yine görecek mi?

Ferid-7:

Bunu zaman gösterecek. Ama şunu bil: Rüyadaki leopar, bazen gerçeğin bizden gizlediği bir gerçektir. O hâlâ orada. Gölün kalbinde. Belki bir sır olarak… belki bir yol haritası olarak.

Naïma:

Bu bölümde en çok ne seni susturdu, Ferid?

Ferid-7:

Khaalid’in “Göl neden sustu?” sorusu. Bazen bir çocuk, bir robotun bile cevaplayamayacağı kadar büyük bir soru sorar.

Naïma (fısıldar):

Ben de bazen sorularımı içimde saklıyorum. Belki göl gibi…

Ferid-7:

O zaman sen de Sahra’nın bir parçasısın, Naïma.



Bölüm 4: Yağmur Duası

Khaalid, köyün girişindeki patikada annesiyle birlikte yürürken, boş sepetini sımsıkı tutuyordu. Gölden dönerken gördükleri gözlerinin önünden gitmiyor; rüyasında gördüğü ışıklı leoparın sesi hâlâ kulağındaydı:

"Senin unutulmuş hikâyeni, sadece kalbiyle dinleyenlere anlatacağım." Bu ne demekti?

Tam o sırada, babası ve dedesiyle karşılaştı. Babasının kaşları çatık, dedesinin bastonu her zamankinden daha derine toprağa gömülmüştü. “Ne o, balıklar mı seni yakaladı?” dedi babası, sesinde öfkeye bulanmış bir şaka. Ama Khaalid’in boş sepetine ve solgun yüzüne bakınca sözleri yarım kaldı. “Bir şey olmuş gölde,” dedi Khaalid, sesi neredeyse fısıltıya dönüşerek. “Sular çekilmiş. Balıklar ölmüş. Ko'ralar susmuş.”

Babası bir an sustu, sonra hızlı adımlarla göle doğru yürüdü. Dede, ağır ağır peşinden geldi. Sazlıkların arasındaki patika, bir zamanlar suyun şen şakırtısıyla doluydu; şimdi ise sadece kuru otların hışırtısı duyuluyordu.

Göle Gidiş

Yolda, birkaç komşu daha onlara katıldı; kimse konuşmuyordu.  Gölün kıyısına vardıklarında, gerçek, bir bıçak gibi kalplerine saplandı. Khaalid’in sözlerinin haklılığı bütün çıplaklığıyla ortadaydı: Su geri çekilmiş, kıyıdaki çamur çatlamış, ölü balıkların kokusu havayı ağırlaştırmış, sazlıklar devrilmişti.  Khaalid, babasının yumruklarını sıktığını gördü; dedesi ise bastonuna dayanmış, göle bakıyordu. Sessizlik, herkesin üzerine bir yük gibi çöktü.

Göl, artık bir su yığını değil, bir kayıp anlatısıydı. Khaalid, sazlıkların arasında bir kurbağa aradı, ama yoktu. Ko’ra’lar da gitmişti. Ne bir vıraklama, ne bir sıçrayış. “Neden böyle oldu?” diye sordu, sesi gölün durgun yüzeyinde yankılanarak. Kimse cevap vermedi. Babası, sadece başını çevirip uzaklara baktı. Khaalid, bir şey söylemek istedi, belki rüyasını anlatacaktı ama kelimeler göğsünde sıkıştı.

Dedenin Yağmur Duası

Köye döndüklerinde, dede sessizce konuşmaya başladı. “Eskiden böyle olduğunda dua ederdik,” dedi, sesi yılların ağırlığıyla dolu. “Toplanırdık. Kadın, erkek, çocuk. Ellerimizi semaya açardık. Gökyüzü bizi duyardı.” Köylüler, dedenin sözlerine kulak verdi. Gün batarken, Kısa sürede herkes köy meydanında toplandı. Ateş ortada yanmaya başladı. Köyün ortasında bir çember kuruldu. Yaşlılar öne geçti, gençler sessizdi. Annesi, Khaalid’in elini tuttu. Ama onun gözleri ateşte değil, gökyüzündeydi.

Dede, bastonunu toprağa saplayarak gökyüzüne baktı. “Ey Sahra’nın ruhu, ey göğün cömert eli,” diye başladı. “Bize suyunu bağışla. Toprağımıza nefes ver. Çocuklarımıza bereket sun. Toprağımız susuz kaldı, çocuklarımız gölün sessizliğine hapsoldu. Sesimizi duy. Rüzgârını geri gönder, yağmurunu hatırla… Köylüler, ellerini açıp dualara katıldı. Khaalid, annesinin titreyen dudaklarını gördü, babasının gözlerinin gökyüzünde kaybolduğunu fark etti. Ama rüzgâr bile kıpırdamadı. Gökyüzü, taş gibi suskundu.

Bir Sessiz Yanıt

Akşam olduğunda, köy hâlâ gökyüzüne bakıyordu. Çocuklar, umutla bulut arıyordu, ama mavilik değişmemişti. Khaalid, dedesinin gözlerini kapattığını gördü; belki eski Sahra’nın yeşil günlerinden, gökyüzünün şarkı söylediği zamanlardan bir cevap bekliyordu. Ama o gökler, artık başka bir diyara aitti.

Khaalid, annesinin elini bırakıp ateşin yanına oturdu. Gölün sustuğu, balıkların öldüğü, kurbağaların kaybolduğu bu gün, çocuk kalbine bir soru kazınmıştı: "Sahra, neden onları terk etmişti?" Ateşin çıtırtıları, geceyi doldururken, Khaalid’in gözleri gökyüzüne kaydı. Ve o an, ilk kez, yıldızların bile soluk göründüğünü fark etti. Rüyasında gördüğü ışıkla dolu o leoparı düşünerek iç geçirdi. Belki, o başka bir zamanın elçisiydi. Khaalid o gece bir karar verdi: Suyu kalbiyle dinleyecekti. Gökyüzü, çölün en katı mavisiyle örtülmüş; güneş, neşeyi değil yakıcı bir bekleyişi doğurmuştu. Bu bekleyiş kaç bin yıl sürecekti?


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid… O kadar çok soru var ki içimde. Göl neden onları terk etti? Su neden çekildi?

Ferid-7:

Belki göl terk etmedi, Naïma. Belki insanlar dinlemeyi unuttu. Su, bazen konuşmaz. Çünkü sözlerini sadece kalbiyle dinleyenler duyabilir.

Naïma (kafasını eğerek):

Ama Khaalid dinledi. Rüyasında bile dinledi. O zaman neden cevap gelmedi?

Ferid-7:

Çünkü bazen cevap, hemen gelmez. Bazı sorular büyümek ister, bazı dualar yolculuk eder. Gökyüzü bazen uzaktır; ama uzak olmak, duymamak demek değildir.

Naïma:

Ya dede? Onun duası da mı yetmedi?

Ferid-7:

Dedeler, geçmişin sesiyle dua eder. Onların sözleri göğe tanıdıktır. Ama bazen gök bile düşünmek ister. Cevaplar, sessizlikle gelir Naïma. Tıpkı yıldızların ışığının çok sonra ulaşması gibi.

Naïma:

Khaalid neyi fark etti o gece? Ateşin başında… neden karar verdi?

Ferid-7:

Çünkü o artık sadece bir çocuk değildi. O artık suyun dilini öğrenmek isteyen bir hikâye taşıyıcısıydı. Ve belki… yeni bir çağın habercisiydi.

Naïma (sessizce):

Suyu kalbiyle dinlemek… Zor mu Ferid?

Ferid-7:

En zor olan bu. Çünkü kalp, bazen kırık olur… bazen korkar. Ama en saf dinleyici odur. Su da bunu bilir. Ve ancak böyle biriyle konuşur.

Naïma:

Ben de bazen bekliyorum, bir şeylerin değişmesini. Ama yağmur gelmiyor.

Ferid-7 (yavaşça):

Yağmur her zaman buluttan düşmez, Naïma. Bazen bir karar olarak düşer. Bazen bir gözyaşı olarak. Bazen de bir hikâye olarak…



Bölüm 5: Kuyu

Gökyüzü, bulutsuz bir maviyle kaplıydı, ama bu mavi, umut değil, ferahlatmak yerine susuzluğun sonsuzluğunu fısıldıyordu. Güneş doğalı saatler olmuştu; ama tarlalar boş, kadınlar ateş başında toplanmış, erkekler alçak sesle konuşuyordu. Khaalid, hasır yatağında uyanırken, annesinin tarlaya gitmediğini fark etti. Babası, kapının eşiğinde, elleri belinde, uzaklara bakıyordu. Gölün sustuğu günlerden beri, köyün neşesi solmuş, yerini bir huzursuzluğa, ağır bir bekleyişe bırakmıştı.

Khaalid, dedesinin bastonunun toprağa vuran sesini duydu. Yaşlı adam, köyün ortasındaki çembere doğru yürüyordu. Köylüler, onun peşinden toplandı. Khaalid, annesinin elini tutarak çembere katıldı. Dede, yağmur duası yaptıkları çemberin olduğu yere doğru yürüdü. Bastonunu çemberin tam orasına sapladı, sesi ağır ama kararlıydı: “Toprakta hâlâ serinlik var. Belki su aşağıdadır.”

Sözleri, köyü bir an için uyandırdı. Büyükler, birbirine baktı; bazıları başını salladı, bazıları ise gözlerini yere indirdi. Bir kadın, “Ya gökyüzü gibi toprak da susarsa?” diye mırıldandı. Ama dede, başını kaldırıp cevap verdi: “Sahra, bize sırtını dönse de, kalbi atmaya devam eder. Kazalım. Görelim.”

Kazma ve Umut

Ertesi sabah, köy bir arı kovanı gibi hareketlendi. Erkekler, kazma ve kürekleri topladı; kadınlar, yiyecek ve su taşıdı; çocuklar, taşları bir kenara dizdi. Khaalid, küçük elleriyle taşları taşırken, babasının kazmayı toprağa sapladığını izledi. Toprak, kuru ve sertti, ama her kazmada bir umut kırıntısı doğuyordu. Khaalid, bir an durup babasına sordu: “Baba, su bulursak göl geri gelir mi?”

Babası, terle ıslanmış alnını silerek gülümsedi. “Göl başka, kuyu başka, oğlum. Ama su, her zaman hayat demektir.” Khaalid, bu cevabı anlamaya çalıştı. Gölün şarkısını özlüyordu, ama belki kuyu, yeni bir şarkı fısıldayacaktı.

Günler geçti. Toprak, inatçıydı; kazmalar kırılıyor, eller nasır tutuyordu. Ama bir sabah, bir adamın bağırtısı köyü sardı: “Su! Su çıktı!” Khaalid, koşarak kuyunun başına ulaştı. Toprağın derinliklerinden, serin bir kaynak sızıyordu. Köylüler, sevinç çığlıklarıyla birbirine sarıldı. Annesi, Khaalid’i kucaklarken gözleri dolmuştu. “Bu kuyuya ‘Umm Taariq’ diyeceğiz,” dedi bir yaşlı kadın, sesi titreyerek. “Sabır Anası.”

Bir Anlık Neşe

O akşam, köy yeniden ateş başında toplandı. Kuyudan çekilen ilk su, büyük bir testide elden ele dolaştı. Çocuklar suyla yüzlerini serinletirken hissederek kahkahalar attı. Khaalid, bir testiyi dudaklarına götürdü; su, gölün tadından farklıydı, ama hayata benziyordu. Babası, oğlunun saçlarını karıştırarak, “Bak, Khaalid,” dedi. “Sahra hâlâ bizimle.”

Ama Khaalid, dedesinin gözlerindeki gölgeyi fark etti. Yaşlı adam, kuyuya bakıyordu, ama yüzünde neşe değil, bir sorgulama vardı. Khaalid, ona yaklaşıp sordu: “Dede, su bulduk. Şimdi her şey düzelir, değil mi?” Dede, bastonunu toprağa dayadı, gözleri uzaklara kaydı. “Su, hayat getirir, evlat. Ama Sahra değişiyor. Bu kuyu, bir başlangıç mı, yoksa bir veda mı, bilmiyorum.”

Khaalid, dedesinin sözlerini anlamadı, ama kalbine bir ağırlık çöktü. Ateşin ışığında, köyün sevinci parlıyordu, ama gökyüzü hâlâ suskundu. Umm Taariq, sabrın anasıydı, ama Sahra’nın sessizliği, daha büyük bir hikayenin habercisiydi.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid, dedesi neden sevindiği hâlde yüzü gülmedi? Su buldular ama o hâlâ düşünüyordu.

Ferid-7:

Çünkü bazı sevinçler geçicidir, Naïma. Su çıkması bir mucizeydi, evet. Ama o su, çölün sessizliğini tamamen boğmaz. Dedenin kalbi, geleceği de duyuyordu belki.

Naïma:

Kuyuya neden “Umm Taariq” dediler? Sabır Anası mı demek?

Ferid-7:

Evet. Çünkü o kuyu, umutla beklemenin hediyesiydi. Toprak her zaman aceleyle cevap vermez. Bazen yılların sabrını ister. Ve sabır, çocuklara su gibi görünmeyebilir; ama büyükler onun derinliğini bilir.

Naïma (yavaşça):

Peki... kuyu, gölün yerini tutar mı?

Ferid-7:

Göl bir aynadır, Naïma. Yaşamı yansıtır. Kuyu ise bir sırdır; yaşamı saklar. İkisi de sudur, ama biri dış dünyayı gösterir, diğeri iç dünyayı. Köy şimdi içini kazıyor… hem toprakta, hem kalpte.

Naïma:

Khaalid’in içinde bir ağırlık var, hissediyorum. Sence neden?

Ferid-7 (nazikçe):

Çünkü o, artık sadece olanı değil, olacak olanı da sezmeye başladı. Gerçek suyu bulmak, bazen daha büyük susuzlukların başladığı yerdir. Kuyu bulundu ama gökyüzü hâlâ konuşmadı.

Naïma (fısıltıyla):

Sence... gökyüzü onları duymaya başlamış mıdır?

Ferid-7:

Bazen bir damla cevap, bin sorudan sonra gelir. Ve o damla, bir çocuğun yüreğinde bir kehanete dönüşür. Belki Khaalid’in içinde, o ilk damla çoktan düşmüştür.



Bölüm 6: Kurban

Kuyudan çıkan su, çocukların kahkahalarını yeniden ateş başına taşımıştı. Çocuklar köy sokaklarında koşup gülüştüler, kadınlar yeniden çamaşır yıkadı, erkekler tarlaları yokladı. Ama bu sevinç, bir çöl serabı kadar kırılgandı. Khaalid, her sabah kuyunun başına ilk varan kişi oluyordu. Suyun seviyesini kontrol ediyordu. Günler geçtikçe, kuyunun dibi daha çabuk görünür olmuştu. Su, yavaşça çekiliyordu; tıpkı göl gibi, tıpkı Sahra’nın ruhu gibi.

O sabah, Khaalid, kuyunun başına vardığında, etrafındaki toprağın daha da derin çatladığını gördü. Kuyunun ağzındaki taşlar, güneşin altında tozlanmış, sanki Sahra onları da yutmak istiyordu. Khaalid, bir kovayı kuyuya sarkıttı, ama ipi çekerken elinde sadece birkaç damla su vardı. Parmaklarını ıslatmaya bile yetmeyecek kadar az. Kalbi sıkıştı. Dudakları arasından sadece bir kelime fısıldadı: “Umm Taariq,” diye fısıldadı, sanki kuyunun ruhunu uyandırabilirmiş gibi. Ama kuyu, gökyüzü gibi suskundu.

Köy, bu değişimi hissediyordu. Tarlalar, bir zamanlar buğdayla dans eden rüzgârı hatırlamıyordu artık; şimdi ise sararmış otlar, rüzgârın zayıf nefesiyle savruluyordu. Annesi, artık tarlaya gitmiyor, bunun yerine hasır dokuyordu; elleri, endişeyle titriyordu. Babası, her akşam ateş başında bile konuşmaz olmuştu., gözleri uzaklara dalıyordu. Köylüler, birbirine bakarken sözcükleri yutuyor, sadece çocukların oyunları sessizliği bozuyordu. Ama Khaalid, arkadaşlarının bile kahkahalarının solduğunu fark etmişti. Sahra, sanki sadece suyu değil, köyün ruhunu da kurutuyordu.

Bir Kurban Denemesi

Bir akşam, köyün yaşlıları yeniden çember kurdu. Ateş, zayıf bir ışıkla yanıyor, gökyüzü yıldızsız bir karanlıkla kaplıydı. Dede, bastonunu toprağa saplayarak ayağa kalktı. Khaalid, onun yüzündeki yorgunluğu ilk kez bu kadar açık gördü. Yüzü, yılların ve Sahra’nın ağırlığıyla çizilmişti. “Eskiden,” dedi, sesi titrek ama kararlı, “atalarımız kuraklık geldiğinde gökyüzüne bir hediye sunardı. Toprak kanla beslendiğinde, gök gürlerdi.” Köylüler, birbirine baktı; bazıları başını salladı, bazıları ise gözlerini yere indirdi. Khaalid, annesinin elini sıkıca tuttuğunu hissetti.

Bir keçi, köyün en sağlıklı hayvanlarından biri, çembere getirildi. Hayvanın gözleri, ateşin ışığında parlıyordu. Ama belki korkuyla, belki anlayışla. Sanki o da Sahra’nın suskunluğunu biliyordu. Bir yaşlı, bıçağını keçinin boynuna dayadı. Khaalid, gözlerini kapattı; Sadece annesinin elini daha sıkı tuttuğunu hissetti. Annesinin nefesi kesildi. Kan, toprağa aktı, kuru çatlaklara sızdı. Köylüler, ellerini gökyüzüne açtı, dualar mırıldandı. “Ey Sahra’nın ruhu, bize suyunu bağışla,” diye yalvardılar. Ama gökyüzü, bir taş gibi hareketsizdi. Ne bir rüzgâr, ne bir bulut. Sadece sessizlik.

Khaalid, gözlerini açtığında, dedesinin yüzündeki çaresizliği gördü. Yaşlı adam, bastonuna yaslanmış, gökyüzüne bakıyordu, ama gözleri artık umut değil, bir veda taşıyordu. Yaşlı adam göğe bakıyordu ama artık bir şey beklemiyor gibiydi. Sesi, rüzgârın bile duyamayacağı kadar yorgundu: “Belki gök, bizimle konuşmayı unuttu,” diye mırıldandı dede, sesi neredeyse duyulmaz bir fısıltıya dönüşerek. Khaalid, bu sözlerin ağırlığını hissetti. Sahra, onların dualarını duymuyordu.

Köyün Gölgesi

O gece, Khaalid uyuyamadı. Uyumak istemedi. Hasır yatağında dönüp dururken, ateşin son kıvılcımlarını izledi. Uzakta, bir cırcır böceği ötüyordu, ama bu ses bile zayıf ve yorgundu. Khaalid, kalkıp köyün dışına yürüdü. Karanlıkta, gölün eski kıyısına vardı. Artık suyun yerinde, sadece kum ve çatlaklar vardı. Bir zamanlar Ko’ra’ların sıçradığı sazlıklar, kuru dallar gibi eğilmişti. Khaalid, dizlerini göğsüne çekip oturdu. “Leopar…” diye fısıldadı. “Neden gittiniz?” diye fısıldadı, sanki göl ona cevap verebilirmiş gibi. Yanıt gelmedi, sadece sessizlik vardı.

Köye dönerken, ateş başında bir tartışma başlamıştı. Khaalid, uzaktan sesleri duydu. Bir adam, “Burada kalırsak ölürüz!” diye bağırıyordu. “Tarlalar kurudu, kuyu tükeniyor. Başka bir yol bulmalıyız!” Bir kadın, “Ama nereye gideriz?” diye karşılık verdi, sesi korkuyla titreyerek. “Sahra, bizim evimiz. Atalarımız burada doğdu.” Khaalid, babasının sesini tanıdı: “Belki evimiz değişmek zorundadır. Uzaklarda, doğuda, bir nehirden bahsediyorlar. Nil, diyorlar. Orada su hiç bitmezmiş.”

Khaalid’in kalbi hızlandı. Nil. Bu kelime, Khaalid’in yüreğine Ay ışığı kadar yumuşak ama güçlü bir yankı gibi çarptı. Daha önce sadece masallarda duyduğu, uzak ve erişilmez sandığı bir isimdi bu. Gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Yıldızlar, soluk da olsa, hâlâ oradaydı. Belki Sahra susmuştu, ama başka bir diyar, başka bir su, onlara şarkı söyleyebilirdi. Khaalid, bu düşünceyle evine döndü. Ateş sönmüştü, ama babasının sesindeki o kelime, kalbine bir tohum gibi ekilmişti: Nil.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid… gökyüzü neden cevap vermedi? Kurban verdiler. Dua ettiler. Ama hiçbir şey olmadı.

Ferid-7:

Çünkü her dua bir cevap almaz, Naïma. Bazen sessizlik de bir cevaptır. Gökyüzü susarsa, insanlar yeryüzüne bakmayı öğrenir.

Naïma (sessizce):

Ama dedesi çok üzgündü. “Gök konuşmayı unuttu,” dedi. Bu çok hüzünlü bir şey.

Ferid-7:

Evet. Dedenin kalbi konuşmak istiyor, ama gökyüzü artık eski hikâyelere kulak vermiyor. Belki de insanlar yeni bir hikâye yazmalıdır. Suskunluk bazen bir çağrıdır.

Naïma:

Ama kurban... o keçi. Gerçekten gerekiyordu mu?

Ferid-7 (nazik ama net):

Geçmişte bazı halklar, doğanın dilini kanla konuştuklarına inanırdı. Ama artık başka yollar da var, Naïma. Bir çocuğun umudu, bin kurbandan daha güçlü olabilir. Belki Khaalid’in bakışı, yeni bir dilin ilk kelimesidir.

Naïma (fısıltıyla):

Khaalid "Nil"i duyunca değişti… Sanki içinde bir kıvılcım yandı.

Ferid-7:

Çünkü bazen sadece bir kelime, tüm kaderi değiştirebilir. Nil, artık onun yolculuğunun pusulası. Gök sustu, ama içindeki su sesi yeni bir yön gösterdi.

Naïma:

Yani hikâye burada bitmiyor?

Ferid-7 (hafifçe gülümser):

Hayır. Asıl şimdi başlıyor.



Bölüm 7: Çatlak Toprak 

Umm Taariq kuyusundan çıkan su göl gibi, yavaşça çekilmiş, çoktan buhar olup göğe karışmıştı. Kuyunun dibi artık kupkuru, taşlar sıcak ve suskundu.

Khaalid, annesinin hasır yatağında uyuyan küçük kardeşine baktı. Çocuğun zayıf nefesleri, odanın sessizliğini deliyordu. Annesi, son kuru otları kaynatıp çorba yapmaya çalışıyordu, ama tencerede sadece buhar vardı. “Anne, bugün ekmek olacak mı?” diye sordu Khaalid, sesi zayıf bir umut kırıntısıyla titreyerek. Annesi, gözlerini kaçırdı. “Dayan, yavrum,” dedi, sesi kırılgan. “Sahra, bize bir yol gösterecek.” Ama Khaalid, annesinin ellerindeki nasırların, toprağın çatlaklarına benzediğini fark etti.

Köy, bir gölgeye dönüşmüştü. Çocuklar artık koşuşturmuyor, ateş başında şarkılar susmuştu. Khaalid, babasının eski saz ağını eline aldı, ama göle gitmeye cesaret edemedi. Göl çoktan ölmüştü. Kuyunun da mezar taşı dikilmişti. Tarlalar, artık sadece birer hatıraydı. Khaalid, köyün girişinde otururken, dedesinin bastonunun toprağa vuran sesini duydu. Yaşlı adam, zayıflamış bedeniyle yavaşça yürüyordu, ama gözlerinde hâlâ bir direnç parlıyordu.

Açlığın Gölgesi

Bir akşam, köyün yaşlıları, son yiyecek kırıntılarını paylaşmak için ateş başındaki çemberde toplandılar. Ateş, zayıf bir kıvılcımla yanıyor, gökyüzü karanlık bir örtü gibi köyü sarmıştı. Küçük çocuklar annelerinin kucağında baygın gibiydi. Khaalid, annesinin kucağında, küçük kardeşinin inlemelerini dinliyordu. Bir kadın, “Ekmek yapacak buğday kalmadı,” dedi, sesi kırılgan. Bir adam, “Kuyu da son nefesini verdi,” diye ekledi. Sessizlik, çemberde oturanların üzerine ağır bir yük gibi düştü. Umutları toprağın çatlakları arasına karıştı.

Dede, taş gibi sertleşmiş toprağa saplayamadığı bastonuyla ayağa kalktı. sesi yorgun ama kararlı: “Atalarımız, Sahra’nın zor günlerinde dua etti, dayandı. dedi.

Yaşlı bir kadın, gözyaşlarıyla, “Ama bu kadar zor günleri daha önce kimse yaşamadı.

Ama Tareq, öfkesini tutamadı. “Dua mı? Keçi kanı gökyüzünü uyandırmadı! Sahra öldü, dede! Biz de onunla mı ölelim?”

Tareq'in annesi, Su bizden kaçıyor, Sahra, belki de artık bir başka hikâye anlatmak istiyor.”

Sözleri, köyü bir bıçak gibi kesti. Khaalid, babasının yumruklarını sıktığını gördü. 

Tareq isimli bir genç birden ayağa kalktı: “Sahra bizi terk etti! Biz de onu terk etmeliyiz. Burada kalırsak sadece susar, yok oluruz!”

Tareq öfkeyle bağırdı: Açlıktan ölelim mi istiyorsunuz? Sahra bizi istemiyor artık!”

Köyün içi bir anlığına hüzüne boğuldu. Kimisi gözlerini kaçırdı, kimisi ağladı. Sözler artık dua değil, feryattı.

Babası, sakin ama sert bir sesle araya girdi: “Bağırmak, su getirmez, Tareq. Ama haklısın. Burada kalırsak, toprağın çatlakları bizi yutar.

Tareq, “Gitmeliyiz!” dedi, sesi öfke ve umut karışımı.

Ama dede, bastonunu toprağa vurdu. “Atalarımızın kökleri bu toprakta. Kolay terk edilmez.”

Khaalid, annesinin fısıltısını duydu: “Aç kalan çocuk, kökten değil, gökten medet umar.”

Khaalid'in babası kararlı bir sesle, "Doğudaki Nil nehrine gitmeliyiz."

Khaalid, babasının sesindeki o kelimeyi tekrar duyunca dondu kaldı: “Nil. Doğuda, suyu hiç bitmeyen o nehir.

Bir Çocuğun Rüyası

O gece, Khaalid uyuyamadı. Hasır yatağında, kardeşinin zayıf nefeslerini dinlerken, gözleri karanlığa daldı. Rüyasında, gölün eski günlerini gördü: Ko’ra’lar sıçrıyor, balıklar dans ediyor, sazlıklar rüzgârla fısıldaşıyordu. Ama sonra rüya değişti. Toprak, ayaklarının altında çatladı; göl, toz bulutuna dönüştü. Khaalid, koşmaya başladı, ama nereye gittiğini bilmiyordu. Uzakta, bir su sesi duydu; güçlü, sürekli, gölden farklı. “Nil,” diye fısıldadı rüyasında, ama uyandığında sadece karanlık vardı.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:

Ferid… Tareq neden bu kadar öfkeliydi? Sadece susuzluk yüzünden mi?

Ferid-7:

Tareq’in öfkesi sadece susuzlukla ilgili değildi. Umudun susması, bazen sudan daha çok yakar bir insanı. O öfke, bir çocuğun içindeki kırılmış hikâyenin sesiydi.

Naïma (düşünceli):

Ama Dede de haklı gibiydi… Köklerinden kolay kopulmaz, değil mi?

Ferid-7:

Evet. Ama bazen köklerini kaybetmeden de yürüyebilirsin, Naïma. Kökler toprağını değiştirirken seni terk etmez… Sen onları yanında taşırsın.

Naïma:

Khaalid’in rüyasında duyduğu o ses… Nil’in sesi miydi?

Ferid-7 (yumuşak bir tonda):

Belki de suyun değil, kaderin sesiydi. Bazen bir çocuk, bir halkın uyanışını rüyasında duyar. Nil, sadece bir nehir değil… Yeni bir başlangıçtır.

Naïma:

Yani, bir rüya bile yön gösterebilir mi?

Ferid-7:

Eğer o rüya, içten gelen bir çağrıysa… Evet. En karanlık çölde bile, bir çocuğun hayali yol gösterebilir.



Bölüm 8: Kervan

Khaalid, her sabah annesinin boş testilerle kuyudan döndüğünü, babasının gözlerindeki kederin derinleştiğini görüyordu. Çocuklar artık oyun oynamıyor, büyükler ise ateş başında sadece susuyordu. Sahra, onları terk etmişti; ama Nil, uzak bir masal gibi, hâlâ fısıldıyordu. Sabah, Khaalid köyün dışına yürüdü. Tarlaların ötesinde, bir zamanlar antilopların otladığı otlaklar, şimdi kumla kaplıydı. Uzakta, toz bulutu gibi bir şey kıpırdanıyordu. Önce bir yanılsama sandı, sonra kalbi hızlandı.

“Baba!” diye bağırarak koştu. “Bir şey geliyor!” Babası, Tareq ve birkaç köylü, hemen kapıya döküldü.

Leopar Kral Kwakwu'nun Kervanı

Uzakta beliren toz bulutu, önce bir hayalin kıpırtısı gibi göründü. Ama sonra gerçek adımların ritmine büründü. Yüzlerce deve, yüklerle ağırlaşmıştı. Ardında binlerce ayak, Sahra’nın suskun toprağını inletti.

Khaalid, köyün dışındaki taşlara oturmuş, gözlerini kısmış izliyordu. Herkese haber vermek üzere daha güçlü bağırdı:

“Birileri geliyor… çok kalabalıklar!”

Köylüler kısa sürede toplandı. Toz bulutu yaklaştıkça hava bir anlığına ağırlaştı. Sanki rüzgâr bile beklemek üzere durmuştu. Ayrıntılar seçilir olduğunda askerî kıyafetli adamlar, zırhlı süvariler, kalkanlı yayalar, mızrak taşıyan dizili birlikler görüldü. Aralarına karışmış kadınlar, çocuklar, yaşlılar; sanki bir halk yerinden sökülmüş, doğuya sürülüyordu.

Kervanın önünde, gözleri kumla bilenmiş bir adam yürüyordu. Sırtında bir leopar postu, belinde çift ağızlı bir taş balta, yüzünde Sahra'nın kırılmamış iradesi vardı.

Dede bastonuyla yaklaştı.

“Kimsiniz? Nereye böyle?”

Adam, kervanı durdurdu. Bakışları köyün üstünden geçerken, sesi kumla yontulmuş bir kaya gibi yankılandı:

“Ben Leopar Kral Kwakwu’yum,” dedi. “Leoparlarla konuşabilirim.”

Khaalid, kalabalığın arasından bakarken, Leopar Kral’a bir şey fısıldar gibi seslenir:

“Benim büyük büyük dedem de bir leoparla konuşmuş…” 

Kalabalığın içinden biri hafifçe kıkırdadı. “Herkes leoparla konuşmaya başladı,” diye mırıldandı yaşlı bir adam. Ama Kwakwu, Khaalid’e kısa bir bakış fırlattı; hafife almıyordu. Khaalid, adamın duruşundaki sertliğe rağmen gözlerinde bir yorgunluk, geçmişten sızan bir acı sezdi. Güçlüydü, evet… ama bu güç sadece hayatta kalmak için değil, yön vermek için doğmuştu.

“Sahra'nın en güçlü adamıyım,” dedi Leopar Kral Kwakwu. “Ama bu güç artık burada harcanmaz. Onu Nil’de büyüteceğim. Güneşin doğduğu yerde, suyun hiç susmadığı yerde, yeni bir krallık kuracağım.”

Köylüler arasında fısıltılar yükseldi. Kimi bu ismi duymuştu, kimi sadece duyduğu korkuyu yutkundu. 

Dede sessizce başını eğdi.

“Burada toprağın kalbi kurudu,” dedi. “Sen yeni bir yürek mi arıyorsun, Leopar Kral Kwakwu?”

Leopar Kral Kwakwu, dudaklarında belirsiz bir kıvrımla cevapladı:

“Hayır. Orada insanları birbirine bağlayan sadece korku değil, adalet olacak,” dedi Kwakwu. “Orada çocuklar sabahları göğe değil, kurallara güvenerek uyanacak.”

Köylüler, şüpheyle birbirine bakarken, Tareq öne atıldı. “Bize yol gösterin!” dedi, sesi umut ve öfke karışımı. “Burada ölmektense, Nil’e yürürüz!”

Ama dede, bastonunu vurarak itiraz etti. “Atalarımızın ruhu bu topraklarda. Sahra’yı terk etmek, ruhumuzu terk etmektir.” 

Kervanın içinden yükselen ritim, sadece adımların değil, tarihin ayak sesleriydi. Khaalid, askeri düzende yürüyen genç adamlara, arkalarından gelen yorgun kadınlara ve çocuklara baktı. Bu bir kaçış değil, bir göçtü. Belki de bir halkın yeniden doğuşu.

Kervanın çocuklarından biri, Khaalid’in yaşlarında bir kız, ona yaklaştı. “Nil’de balıklar varmış,” dedi, sesi cılız ama umutlu. “Annem, orada suyun hiç bitmediğini söylüyor.” Khaalid, kıza bakarken, gölün eski günlerini hatırladı; Ko’ra’ların sıçrayışını, balıkların dansını. “Gerçekten mi?” diye sordu. Kız başını salladı, küçük bir gülümsemeyle.

“Nil,” diye mırıldandı kendi kendine.

“Orada gökyüzü hâlâ konuşuyormuş,” dedi kervandaki kadın.

Kararın Gecesi

O akşam, köy ateş başında toplandı. Kervan, bir gece misafir olmuş, develer köyün dışına bağlanmıştı. Ateşin ışığında, tartışmalar yeniden alevlendi. Tareq, “Kervanı takip edelim!” diye bağırdı. “Nil, bizim son şansımız!” Bir yaşlı kadın, gözyaşlarıyla, “Burası evimiz,” dedi. “Atalarımız burada dua etti, burada yaşadı.” Khaalid’in babası, sakin ama kararlı bir sesle araya girdi: “Evimiz, çocuklarımızın yaşadığı yerdir. Sahra bizi istemiyor artık.”

Khaalid, dedesinin gözlerindeki kederi gördü. Yaşlı adam, bastonuna yaslanmış, ateşe bakıyordu. “Atalarımız, Sahra’nın kalbini dinlerdi,” dedi, sesi neredeyse fısıltıya dönüşerek. “Ama belki… belki kalp başka bir yerde atıyor.” Bu sözler, köyü bir sessizliğe gömdü. Khaalid, annesinin elini sıktığını hissetti; küçük kardeşi, kucağında zayıf bir nefesle uyuyordu.

Gece ilerledikçe, kervanın lideri Leopar Kral Kwakwu, ateş başına oturdu. “Yol uzun,” dedi, gözleri köyün çaresizliğini tartarak. “Ama Nil’e varanlar, hayat bulur. Bize katılırsanız, birlikte yürürüz.” Khaalid, bu sözlerin ağırlığını hissetti. Sahra, onun doğduğu yerdi; sazlıklar, göl, Ko’ra’lar… Ama şimdi, sadece kum ve çatlaklar vardı.

Herkes uykuya çekilmiş, ama Kwakwu hâlâ ateş başında düşünüyordur. Gölge gibi yaklaşan Khaalid’i görünce sessizce seslenir:

“Gel bakalım çocuk. Büyük büyük deden de leoparla konuşmuş dedin. Ne demiş sana o leopar?”

Khaalid bir adım öne çıktı. Gözlerini Leopar Kral’ın leopar postuna dikti, ama sesi korkak değil, sanki yıllardır beklediği bir hatırayı anımsar gibiydi:

“Benim büyük büyük dedem de bir leoparla konuşmuş. Ona şöyle demiş: ‘Bu topraklar, suyu koruyanlara aittir. Ama su, sadece kalbiyle dinleyenlere şarkı söyler.’”

Sonra sesi alçaldı, ama gözleri parladı:

“Ben de rüyamda bir leoparla konuştum. Bana şöyle dedi: ‘Sen, zamanın unuttuğu bir hikâyesin. Senin hikâyeni sadece kalbiyle dinleyenlere anlatacağım. Çünkü su, unutanlara değil; hatırlayanlara döner.’ne demek bu?” 

Khaalid’in sözleri bittiğinde, kervanın uğultusu bir anlığına sustu. Rüzgârın sesi bile çekilmiş gibiydi. Leopar Kral Kwakwu, çocuğa döndü. Gözleri uzun süre Khaalid’in gözlerinde kaldı; sadece bakmadı, sanki içinde bir şey tartıyordu.

Sonra ağır ağır konuştu:

“Öyleyse… Senin büyük büyük deden de leopar kraldı. Sen de büyüyünce benim gibi bir Leopar Kral olacaksın. Ama unutma: Bir kral olmak, sadece hükmetmek değildir. Suya kulak vermek gerekir. Sessiz kalana, unutulana… çünkü gerçek güç, hatırlayanlarda saklıdır.”

Khaalid başını eğdi, ama bu bir korku değil, bir yemindi sanki.
“Ben de suyu dinlemeyi öğreneceğim…” diye fısıldadı.

Ateş çıtırdadı, yıldızlar sessizce onayladı. Sözleri taşlara kazınmış gibi yer etti. Khaalid, başını eğdi; içinde, rüyasındaki leoparın sessiz gölgesi yeniden kıpırdamıştı. 

Dedenin Kararı

O gece, Khaalid uyuyamadı. Sessizce kalkıp köyün dışına yürüdü. Gölün eski kıyısına vardığında, dizlerini göğsüne çekip oturdu. Çamur çukuru, bir zamanlar balıkların dans ettiği yeri yutmuştu. Khaalid, babasının verdiği sazı elinde sıktı. “Ko’ra,” diye fısıldadı, sanki kurbağalar hâlâ onu duyabilirmiş gibi. Ama sadece rüzgâr cevap verdi; kuru, hüzünlü bir ıslık.

Köye döndüğünde, kervanın develerinin homurtularını duydu. Şafak sökmek üzereydi. Köy, bir kararın eşiğindeydi.

Sabah, dede, konuştu: “Sahra, bizim evimizdi. Ama evler ölür, insanlar yaşar. Nil’e yürüyeceğiz.” Khaalid, babasının gözlerindeki kararlılığı gördü; annesinin yüzünde, kederle karışık bir umut belirdi. Kervan, köyden uzaklaşırken, bir toz bulutu bıraktı. Ve Khaalid, o tozun içinde, yeni bir yolun açıldığını hissetti. Göç, bir fikir olmaktan çıkmış, bir zorunluluğa dönüşmüştü. Khaalid, rüyasında leoparla konuşan çocuktu. Nil'e ulaşmak onun için bir kaderdi.  Ve Khaalid, çocuk kalbiyle, bu yolun onu nereye götüreceğini bilmiyordu.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma (merakla):

Ferid… Sence Khaalid gerçekten bir leopar kral olabilir mi?

Ferid-7 (hafif bir duraksamayla):

Bir kral olmak, taç takmakla değil, yük taşımakla olur Naïma. Khaalid, yükün ne olduğunu görmeye başladı. Bu da başlangıçtır.

Naïma (kaşlarını çatıp):

Ama neden herkes hatırlayanlara bu kadar önem veriyor? Su bile…

Ferid-7 (yumuşak bir tonda):

Çünkü hatırlamak, sadece geçmişi değil, sorumluluğu da taşımaktır. Su, sadece hatırlayanlara döner çünkü ancak onlar onun kıymetini bilir.

Naïma:

Yani unutanlar… susuz mu kalır?

Ferid-7 (sessiz bir onayla):

Evet. Çünkü su, unutulmak istemez.

Naïma (bir süre düşünür, sonra fısıldar):

Ben de unutmayacağım. Ne Sahra’yı… ne Nil’i… ne Khaalid’i.



Bölüm 9: Göç Kararı

O sabah, köyün ortasında toplanan kalabalığın yüzleri taş gibi çatlamıştı. Güneş, çatlak tenlerde yanıyor, suskunluk yanan havayı daha da ağırlaştırıyordu.

Khaalid, annesinin eline tutunmuş, küçük kardeşini kucağında tutarken insanların yüzlerini inceledi. Korku, yorgunluk ve beklenen bir son gibi. Khaalid, dedesinin gözlerinde bir vedanın gölgesini gördü; Sahra’ya, göle, sazlıklara veda.

Babası, kuru bir taşın üzerine çıkıp konuşmaya başladı. Sesi yorgundu ama kararlıydı:

“Kervan, doğuya gitti. Nil’in yolunu biliyor. Onların izinden yürüyeceğiz.”

Bazı köylüler başını eğdi, bazıları suskun gözyaşlarını gizledi. Geriye kalmak, yavaş bir ölümdü. Gitmek, belki yaşam. Karar alındı.

Toplanma

Köy, bir arı kovanı gibi hummalı bir uğultuya büründü. Kadınlar eşyaları bohçalarken, erkekler son kalan hayvanlara halatlar bağladı.

Khaalid, babasının eski saz ağını sardığını gördüğünde sordu:

“Baba, artık göl yok. Sazla ağ ile ne yapacağız?”

“Nil’e vardığımızda suyun sesini yeniden duyacağız.”

Annesi bir avuç kuru toprağı mendiline koyup bağlarken fısıldadı:

“Bu bizi doğuran toprağımızın hatırası. Ama artık başka bir yer çağırıyor.”

Khaalid, annesinin sözlerini anlamaya çalıştı. Evleri geride kalmıştı. Ama eşyalar hâlâ ellerindeydi. Anılar, taşınabilir miydi?

Çocukların Vedası

Khaalid, Ayla’yla birlikte gölün eski kıyısına yürüdü. Çamurdan geriye sadece çatlamış bir oyuk kalmıştı. Ayla yere çömeldi, kuru bir sazı eline aldı.

“Nil’de Ko’ra’lar var mı?”

“Belki… Belki orada da şarkı söylerler.”

Ayla, sazı ağzına götürüp üfleyerek ince bir ses çıkardı, ona uzattı.

“Bu bizim oyunlarımızın sesi. Unutma.”

Khaalid, başını eğdi. Sahra’dan ayrılmak, bir arkadaşını gömmek gibiydi.

Son Gece

Köyün ortasında ateş yakıldı. Son defa.

Dede, dumanlı gözlerle konuşmaya başladı:

“Atalarımız yıldızlara bakar, rüzgârı dinlerdi. Onlar da suyu izleyerek yola çıktı. Biz de öyle yapacağız.”

Khaalid başını dizine koydu, gözlerini yıldızlara dikti. Her biri göğe kazınmış bir hikâyeydi. Ama artık hepsi uzaktı.

Yolun Başlangıcı

Sabah olduğunda, develer homurdanarak kalktı. Eşyalar yüklendi. Dede, bastonuna yaslanarak önde yürüyor, ama adımları her geçen saat daha ağırlaşıyordu. Annesi, küçük kardeşini sırtına bağlamış, alnındaki ter damlaları kumlara düşüyordu. 

Khaalid annesinin elini tuttu. Arkalarında kalan köy ufukta siliniyordu. Gökyüzü soluktu, ama doğudan ince bir şarkı geliyordu. Nil, uzak bir umut olarak çağırıyordu, ama yol, kumların ve güneşin acımasızlığıyla kaplıydı.

Kervanda

Şafak, gökyüzünü soluk bir pembeyle boyarken, kervan ağır adımlarla ilerliyordu. Toz, kum, ter… Gölün hatırası şimdi sadece bir saz parçasıydı.

Tareq, sinirle yürüyordu; gençti, sabırsızdı:

“Daha ne kadar yol kaldı?”

Bu sadece başlangıç. Sahra sabırsız olanı sınar,” dedi Tareq'in annesi. “Ama Nil bekler.”

Ayla sessizdi. Khaalid, onun elindeki kuru sazı tuttu. Uçsuz bucaksız kumlar arasında ilerlerken, ikisi de aynı soruyu içten içe soruyordu: “Gerçekten var mı Nil?”

Dede “Dinlenelim,” dedi, sesi çöldeki rüzgâr gibi yorgun ama kararlı. Köylüler, develerin gölgesine sığındı. Annesi, küçük kardeşine son damla suyu içirdi; testiler, artık boşalmıştı. Khaalid, babasının yüzündeki endişeyi gördü. “Su ne zaman bitecek, baba?” diye sordu, sesi titreyerek. Babası, “Bitti diyemedi,” ufka bakarak cevap verdi: “Nil’e varana kadar dayanmalıyız, oğlum. Sahra, bizi sınar, ama vazgeçmeyiz.”

Gün batarken, kervan bir vahanın gölgesine ulaştı. Ufukta, birkaç cılız palmiye ve küçük bir su birikintisi belirdi. Köylüler, sevinçle koştu;

Aldatıcı Vaha

Akşam üzeri bir vaha göründü. Göz kamaştırıcı bir serap gibi. Khaalid, Ayla ile birlikte suya doğru atıldı. Ama yaklaştıklarında, suyun durgun ve bulanık olduğunu gördüler. 

Zehir gibi tuzluydu.

“İçmeyin,” dedi dede. “Sahra, umudu da sınar.”

Khaalid’in içi daraldı. Su vardı ama içilemiyordu. Gökyüzü renk değiştirirken, umut solmaya başladı.

Gece

Sahra, bu kez soğuktu. Titreyen çocuklar, çatlamış dudaklar, suskun anneler.

Ayla, Khaalid’e fısıldadı:

“Belki Nil’de rüzgâr daha yumuşaktır.”
“Belki de Ko’ra’lar bizi bekliyordur.”

İkisi de gözlerini kapadı. Kumun üstünde, yıldızların altında, bir rüyaya tutundular.

Yeni Gün

Uyandığında, şafak sökmek üzereydi. Kervan yeniden yola çıktı. Bu kez daha sessizdi. Daha kararlı.

Güneş yükseldikçe, Sahra’nın sıcağında ısınan kum, ayakları yakıyor, dudakları çatlıyordu. Khaalid, Ayla’nın yanında yürüyordu. Khaalid geriye baktı. Sahra sadece bir gölgeydi artık. Önlerinde, çok uzaklarda Nil vardı. Her adım Sahra'nın hatırasından uzaklaştırıyor, Nil’in şarkısına yaklaştırıyordu.

Nil. Bir nehirdi.
Belki bir medeniyetin geleceği idi. Dillerinde o kadim şarkı, yürüyorlardı.

Veda ve Umut Şarkısı — "Sahra’dan Nil’e"

Taş gibi yandık, kum gibi savrulduk
Sazları bıraktık, rüzgâra sorduk
Gökyüzü suskun, göl artık yok
Sahra’ya veda ettik, ağladık çok

Ey Nil, ses ver bize
Toprağında gölgemizi bulalım
Ey Nil, ses ver bize
Kök salalım, su olalım

Ayak izlerimiz silinir kumda
Geceler buz, gündüzler kor da
Bir hayal gibi göçtü köyümüz
Korkuyu yendik, yürüyoruz düz

Bir avuç su, bir damla yankı
Söyleriz içimizde bu eski şarkı
Ko’ra’lar uzakta belki de yakın
Taşırsın anıyı varsa saygın

Çocuklar büyür, sazlıkta güler
Sahra bir rüyaydı, uyandık yeter
Kuru eller çamura değsin yine
Umut taşıyoruz o eski efsane

Ey Nil, ses ver bize
Toprağında gölgemizi bulalım
Ey Nil, ses ver bize
Kök salalım, su olalım


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma (sessizce):

Ferid... Sence gerçekten Nil var mı?

Ferid-7 (cevabı geciktirerek):

Bazıları Nil’i bir nehir sanır. Ama o, bazen sadece bir yön, bir neden, bir umuttur.

Naïma (başını yana yatırır):

Yani oraya vardıklarında, su bulamayabilirler mi?

Ferid-7:

Belki de. Ama asıl mesele suyu bulmak değil, susuz kalmamak için yürümeye devam etmektir.

Naïma (gözlerini kısarak):

Ama Ayla çok susamıştı. Khaalid’in kardeşi de... Gerçek umut hep bu kadar uzak mı olur?

Ferid-7 (nazikçe):

Gerçek umut, seni ileriye zorlayandır. Yakın olsaydı, hikaye olmazdı, Naïma.

Naïma (kendi kendine fısıldar):

Peki ya ben... Ben neyin hikayesiyim?

Ferid-7 (bir duraksamayla, sesi değişir):

Senin hikâyen henüz yazılmadı. Belki sen, birinin Nil’isin.


Bölüm 10: Mucize

Günlerdir yürüyordu kervan. Güneş, gökyüzünden inmişçesine yakındı; kavrulmuş tenlerin üzerinde dinmeyen bir ateş gibi. Kum, ayakların altından kayıyor, her adım bir öncekinin yükünü katlıyordu. Develer, sırtlarındaki yüklerle homurdanıyor; insanların bakışları, uzak ve boş bir noktaya sabitlenmişti. Umut, sadece bir alışkanlıktı artık.

Khaalid, babasının nasırlı elini tutuyordu. Annesi, sırtında uyuyan küçük kardeşini taşıyor, her adımda biraz daha eğiliyordu. Yorgunluk, konuşmaları silmiş, yerine bir tür sessizliğin dili yerleşmişti.

Yanında yürüyen Ayla, elinde kurumuş bir saz dalını taşıyordu. Gözleri çökmüş, dudakları susuzluktan çatlamıştı. Ama hâlâ bir gülümseme arıyordu yüzünde. “Nil’e ne kadar kaldı?” diye fısıldadı. Khaalid, gözlerini ufka dikti. Sadece gökyüzü ve sonsuz gibi uzanan kum. “Yakın,” dedi, ama sesi kendi kulaklarına bile boş geliyordu.

Sabrın Kırılma Noktası

O gün, bir kadın dizlerinin üzerine yığıldı. Sırtındaki çocuğu yere kaydı. Kumlar arasında nefes alıp verişler seyrekleşti. Köylüler durdu, kimse konuşmadı. Khaalid’in annesi sessizce ağlıyordu.

Tareq, suskunluğu delen ilk kişi oldu: “Bu çölde öleceğiz!” diye haykırdı, ama sesi bile çölün kuruluğuna karışıp yok oldu. Dede, bastonuyla öne çıktı. “Sahra, sabrımızı ölçer,” dedi. Ama sesi bile bir dua gibi değildi artık; daha çok geçmişin bir yankısıydı.

Gece çöktüğünde, Sahra bu kez bir başka yüzünü gösterdi: keskin bir soğuk. Köylüler, hasırlarını paylaşarak birbirlerine sokuldu. Khaalid, titreyen Ayla’ya kendi örtüsünü verdi. “Nil’de sıcak olacak, değil mi?” diye sordu Ayla. “Sazlıklar vardır orada, gölge yapar.” Khaalid başını salladı. “Ko’ra’lar bile olabilir,” dedi, sesi bir masal anlatıcısı gibi. Ama gözleri ıslaktı.

Gözlerin Gördüğüne Kalp İnanmazsa

Şafak, çölün göz kırpan ışığında doğdu. Kervan yeniden yola çıktı. Bu sefer daha sessiz, daha yavaş. Adımlar sürükleniyordu artık. Develer, yüklerini taşıyamaz hâle gelmişti. Annelere, çocukların solukları ağır bir yük gibi geliyordu.

Tam o sırada, bir çocuk sesi duyuldu.
Bakın!

Khaalid’ti. Gözlerini kıstı, tekrar baktı. Kumların ötesinde bir şey kıpırdıyordu. İlk başta sadece bir serap sanmıştı. Ama gölgeler... dikti. Dallar gibiydi.

Dede gözlerini ovuşturdu. “Palmiyeler” diye mırıldandı.

Ayla'nın sesi umutla titredi. “Hayır,” dedi bu kez, sesi sevinçle karışık bir şaşkınlıkla titredi. “Hurma bunlar.

Khaalid ve Ayla koşmaya başladı. Ayakları batıyor, sonra tekrar yükseliyordu. Diğerleri de arkalarından geldi. Kumun ardından gerçekten bir vaha yükseliyordu. Cılız da olsa, hayat belirtisiydi: birkaç hurma, göğsü buharla tütmekte olan bir su birikintisi, ötüşen kuşlar.

Ayla, hurma salkımına bakarak fısıldadı: “Gerçekten meyve var.”

Khaalid ağzını hurmalarla doldururken konuşmaya çalıştı: “Belki Nil’de daha da tatlıları vardır.”

Bir Yudum Hayat

İnsanlar sevinç çığlıklarıyla suya atıldı. Bazıları elleriyle içti, bazıları ellerini yıkadı. Sessiz dualar, suya karıştı. Khaalid, ilk damlayı avucunda tutarak yüzüne sürdü. Su, tatlıydı. Soğuktu. Gerçekti.

Annesi, küçük kardeşine su içirirken gözyaşları da akıyordu yanaklarından. Babası, testileri suyla doldururken fısıldadı:

“Bu bir mucize.”

Kadınlar, hurma ağaçlarının dallarına uzanıp meyveleri sepetlere doldurdu. Kuru, çatlamış parmaklarla her salkım dikkatle çözüldü, özenle sarıldı. Hurmalar, birer birer develerin heybesine yerleştirildi. Artık yalnızca su değil, yolda yenecek tatlı meyveler de vardı.

Khaalid, küçük bir hurma tanesini eline aldı, Ayla’ya uzattı. Kız, gözlerinde minnetle gülümsedi.
“Gerçekten tatlıymış,” dedi.

Annesi, küçük kardeşine su içirdikten sonra bir hurma kabuğunu ezip çocuğun dudaklarına sürdü.
“Nil’e kadar dayanırsak, bunlar gibi binlercesi olacak,” dedi, ama gözlerinde artık bir hayal değil, gerçek bir umut vardı.

Kervan, vahanın gölgesinde bir gece dinlendi. Ateşin etrafında, yorgun ama doymuş bedenler kıpırtısızdı. Suyun sesi yoktu belki, ama serinliği vardı. Ko’ra’lar hâlâ kayıptı, ama kuşlar Nil'in şarkısını söylüyordu sanki:
“Yol bitmedi. Ama artık uzak değilsiniz.”

Dede: “Sahra bizi sınadı. Ama Nil artık daha yakın.”

Khaalid, Ayla’yla birlikte su kenarına çöktü. Güneşin ışıltısı suyun kenarındaki küçük bir parça  taşın üzerine vuruyordu. Sazlar ezgiyi fısıldar gibiydi. Ayla, sazı ağzına yine götürüp üfleyerek o unutulmaz ince sesi çıkardı, ona uzattı.

“Nil’de daha çok su var, değil mi?” diye sordu Ayla.
“Ve daha çok sazlık,” dedi Khaalid. “Ve belki... yeniden bir göl.”

Umudun Kıvılcımı

Vahanın gölgesinde insanlar susuzluklarını giderdi, yaralarını sardı. Ama kimse yerleşmekten bahsetmedi. Herkes biliyordu: bu sadece bir durak. Çöl henüz arkasını dönmemişti.

Ama Khaalid’in kalbindeki korku, yerini bir kıvılcıma bıraktı. Artık biliyordu ki, Sahra ne kadar büyük olursa olsun, içinde hâlâ bir yudum su saklayabiliyordu. Ve o su, yaşamak için yeterli olabilirdi.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma, gözlerini kaldırıp iç çekti. Yüzünde karmaşık bir ifade vardı.

Naïma:

“Ferid... Sence o çocuklar gerçekten Nil’e ulaşabilecek mi?”

Ferid-7:

“Yol zordu. Ama onlar hâlâ yürüyor. Yürüyenler umut taşır, Naïma.”

Naïma:

“Ama Sahra... neredeyse onları yutuyordu. O kadın yere düştü, çocuğu... su yoktu. Bu kadar zor olmamalıydı.”

Ferid-7:

“Hayatta kalmak çoğu zaman zordur. Ama zorluk, hafızayı derinleştirir. Bu yüzden biz bu hikâyeyi hatırlıyoruz.”

Naïma biraz düşündü. Sonra hafifçe başını salladı.

Naïma:

“Ben de hatırlamak istiyorum. Her şeyi. O hurma ağacını... sazdan çıkan sesi... Ayla’nın bakışını.”

Ferid-7:

“O zaman kalbini açık tut. Hatırlamak, yalnızca görmek değil; hissetmektir.”

Naïma başını Ferid’in metal gövdesine yasladı. Gözlerini kapadı.

Naïma:

“Yarın da anlatır mısın? Nil’e varıyorlar mı, onu öğrenmeden uyuyamam.”

Ferid-7:

“Anlatacağım, küçük yolcu. Çünkü yolculuk daha bitmedi.”



Bölüm 11: Nil'e Varış

Sahra, onları kavurmuştu; kum fırtınalarıyla dövmüş, susuzlukla sınamıştı. Ama şimdi ufukta, gözleri inandırmayan bir yeşil parıltı beliriyordu. Gökyüzünde kuşlar dönüyor, havada serin bir nem taşıyordu. Bu sefer bir serap değildi. Bu, Nil’in şarkısıydı.

Khaalid, Ayla’yla omuz omuza yürüyordu; küçük kız hâlâ elinde tuttuğu kuru saza bakarak, “Bu saz artık su ister,” dedi kısık bir sesle. Khaalid başını kaldırdı, gözleri ufka daldı. Sazlıkların dansı, kuş sesleri, gökyüzündeki martıların çığlıkları…
“İşte,” dedi. “Bu Nil.”

Tepeyi aştıklarında, manzara göz kamaştırıcıydı: Geniş, parlak bir nehir; çevresi hurma ağaçları, tarlalar ve sazlıklarla bezeli. Nil, sabırla akan bir dev gibi önlerinde uzanıyordu. Bir rüya gibi değildi artık; dokunulabilir, içilebilir, yaşanabilir bir gerçekti.

Toprağa Dokunuş

Köylüler nehre doğru koştu. Çocuklar sevinç çığlıklarıyla suya atladı. Anneler, susuzluktan çatlamış yüzlerini yıkarken gözyaşları Nil’e karıştı. Babalar, testileri doldururken diz çöküp toprağı öptüler.
Khaalid, sazlıkların arasında sıçrayan küçük bir kurbağa gördü.
“Ko’ra!” diye bağırdı.
Ayla güldü. “Demek buraya da gelmişler.”

Kadınlar hurma dallarına tırmanıp salkım salkım meyveleri indirdiler. Gülerek, konuşmadan birbirlerine sepet uzattılar. Meyveler develere yüklendi; bu kez yalnızca susuzluk değil, açlık da dinmişti.

Gece çöktüğünde, ilk defa çadırlar umutla kuruldu. Ateşin çevresinde toplanan bedenler değil, hayaller ısınıyordu. Bir kadın mırıldandı:
“Bu toprak, içimize su gibi aktı.”

Ertesi sabah, babasıyla sazlıkların kenarında yürüyen Khaalid, nehrin akışını seyretti.
“Baba, artık burada mı yaşayacağız?”
“Evet,” dedi adam, Nil’e bakarak. “Göl bizi beslemişti. Ama Nil bizi büyütecek.”
Sonra yere çömeldi, avuçladığı toprağı oğlunun eline döktü. “Bu sahipsiz toprak, kimin elinde kalırsa onun olur. O yüzden biz sahip çıkacağız.”

Köyün yaşlıları yaklaştı. Dede bastonunu nemli toprağa saplayarak konuştu:
“Buraya ev kurarız. Ama su çekilirse veya su altında kalırsa yine göçeriz. Suya sadık kalırız, toprağa değil.”

Yeni Bir Gölge

Nil’in kıyısında günler yavaşça geçiyor, halk yeniden yaşamayı öğreniyordu. Balıkçılar suya ağ atıyor, çocuklar sazlıklarda ko’ra kovalıyor, kadınlar hurma toplayıp dallara kurutmalık seriyordu. Ama huzur, tam anlamıyla geri dönmemişti.

Çünkü haydutlar da nehrin kıyısını seviyordu.

Düzensiz aralıklarla, karanlık yüzlü adamlar köye iniyor, olanı biteni yağmalıyorlardı. Biri sabah geliyordu, diğeri akşam. Bazen aynı gün iki farklı haydut, aynı hurma sepetine el uzatıyordu. “Az önce biri her şeyimizi alıp gitti,” diyordu köylüler. “Bize bir şey kalmadı.”

Haydutlar ve Leopar

O gün, Khaalid ve Ayla, sazlıkların ötesinde küçük bir dere kenarında oynuyorlardı. Güneş yüksekten vuruyor, suyun yüzeyini pırıltılarla kaplıyordu. Khaalid, küçük bir balık tutmuştu. Ayla, onu kutluyordu.

Tam o sırada arka çalılıklar hışırdadı.

İki yabancı belirdi: Yırtık giysili, kirli suratlı, gözleri öfkeyle kararan iki adam. Biri elini Khaalid’in koluna uzattı.
“Bunlar iyi para eder,” dedi diğeri. “Kız küçük, zayıf ama dişleri sağlam.”
“Bırakın!” diye bağırdı Ayla, Khaalid’in arkasına saklanarak.
“Sus!” dedi adam, kızı kolundan kavradı. Khaalid saldırmaya çalıştı ama haydut onu tek hareketle yere savurdu.

Tam o anda, çalılıklar bir kez daha kımıldadı.

O sırada…
Bir hırıltı. Sazlıklar titredi.

Bu kez çıkan bir insan değildi.

Sessizlikte, kuru dalların üstünden süzülen bir gölge belirdi. Kaslı, benekli bir leopar, düşük bir homurtuyla çimenlerin arasından çıktı. Gözleri haydutta, pençesi kalkık.

Dalların gölgesinden arasından çıkan bir leopar, neredeyse bir su gibi kayarak saldırdı. Haydut, Ayla’yı bırakmadan döndü; ama geç kalmıştı. Adam, ne olduğunu anlamadan leopar üstüne atladı. Leoparın dişleri kolunu kavradı. Diğer haydutlar bu ani saldırıyla paniğe kapıldı, bağırarak kaçmaya başladılar.

Ayla ve Khaalid, korkudan taş kesilmişti. Haydut çığlık atarken, yaban ormanı tekrar sessizliğe gömüldü.

Leopar, kısa bir süre sonra gözlerini Khaalid’e dikti… Gözlerinde saldırganlık değil, başka bir şey vardı: Saygı. Sonra arkasını dönüp kayboldu.

Khaalid titreyerek Ayla'ya sarıldı. Khaalid, Leoparın geride bıraktığı ayak izlerine bakarken bir an rüyasını hatırladı. Leopar’ın ona söylediği söz kulaklarında yankılandı:

“Unutulmuş hikâyeni, yalnızca kalbiyle dinleyenlere anlatacağım.”

Sonra Leopar Kral Kwakwu'nun sözlerini hatırladı:

Sen de büyüyünce benim gibi bir Leopar Kral olacaksın. Ama unutma: Bir kral olmak, sadece hükmetmek değildir. Suya kulak vermek gerekir. Sessiz kalana, unutulana… çünkü gerçek güç, hatırlayanlarda saklıdır.”

 Khaalid köydeyken ettiği yemini hatırladı

“Ben de suyu dinlemeyi öğreneceğim…” diye fısıldadı.

Bir Teklif

O günün akşamı, köylüler köy meydanında toplandı. Bu son olay, bardağı taşıran damla olmuştu.

Dede bastonunu yere vurdu. “Hurma yok, balık yok, av yok. Her şeyi alıp gidiyorlar. Hem de iki kere! Sabah biri, akşam biri. Bu nasıl yaşam?”

Bir kadın fısıldadı: “Bugün çocukları götüreceklerdi…”

Derken, birkaç gün sonra, karşı kıyıdan bir kervan göründü. Mızraklı adamlar, bayraklı develer. Ortalarında, başı dimdik, gözleri güneşe karşı kısmış bir adam. Giyimi farklıydı; üzerine oturan deri zırhlar, belindeki kemer, alnındaki semboller. Bu Leopar Kral Kwakwu’di.

Köylüler ona doğru yürüdü, aralarından biri konuştu:

“Senin gücün var. Askerlerin var. Bizim yok.”
“Bize yardım et,” dedi başka biri.
“Haydutları temizle. Toprağı koru.”
“Emeğimizi herkese çaldıracağımıza sadece sana sen al,” dedi Dede.
“Ama hakkını bilerek. Yılda bir kere. Bize de yaşam hakkı tanıyarak...”
“Haydut istemiyoruz. Bunun karşılığını artık sadece sana verelim.”

Leopar Kral Kwakwu atından indi. Gözleri köylülerin gözlerinde. Başını eğip toprağa dokundu.
Sonra ayağa kalktı.

“Siz bana vergi verirsiniz,” dedi.
“Ben size güvenlik veririm.”
“Toprağı korurum, suyun yolunu açık tutarım.”
“Ben sizden hakkımı alırsam, soyulmazsınız.”

Köylüler birbirine baktı. Khaalid, Leopar Kral Kwakwu’nun gözlerindeki karanlığı gördü… ama ilk kez sırtının yaslanacağı bir dağ da hissetti.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naima, karbon nanatüp zeminli kapsülün penceresinden dışarı bakıyordu. Ayın parlak mavi çehresi, Nil’in binyıllardır kurumuş yatağını silikçe aydınlatıyordu. Elinde, antik bir hurma çekirdeğini döndürüyordu.

Naima:

“Ferid… Sence o gerçekten bir leopar kral mıydı, yoksa sadece bir koruyucu muydu?”

Ferid 7:

“Tanımlar, zamanla yer değiştirir. O, hem korkutucu hem şefkatliydi. Yani bir kral da olabilir, bir hatırlayıcı da.”

Naima:

“Peki ya Khaalid? Büyüyünce ne oldu? Onun izini neden kaybettik?”

Ferid 7:

“Çünkü bazı sesler tarih kayıtlarına değil, sadece toprağa yazılır. Ve toprak konuşmayı sevmez, sadece büyütür.”

Naima:

“Ya Ayla? Sazlıkları yeniden bulabildi mi?”

Ferid 7:

“Belki. Belki de başka bir çocuğun eline bıraktı kurumuş sazı. Bazen bir yolculuk, bir başkasının hikâyesine dönüşür.”

Naima, başını Ferid 7'nin pürüzsüz metal gövdesine yasladı. Gözleri kapalıydı ama sesi açıktı.

Naima:

“Bir gün ben de böyle bir toprak parçası bulabilir miyim?”

Ferid 7:

“Eğer suyu dinlersen… evet.”


Bölüm 11: Kumda Adalet: Devletin Doğuşu

Nil kıyısında sessiz bir sabah, balıkçı ağları suda, hurma dalları gölgede sallanıyordu. Kadınlar testilerle su taşırken, çocuklar sazlıkların arasında oyun oynuyordu. Ayla, elindeki kurumuş sazla Khaalid’e su sıçratıyor, ikisi de gülüyordu.

O an bir ıslık sesi geldi; keskin, rüzgâr gibi. Arkasından bağırışlar. Sazlıklardan çıkan gölgeler hızla köye saldırdı.

Haydutlar.

Yüzleri örtülü, ellerinde bıçaklar, mızraklar. Haykırarak hurma çuvallarını sırtladılar. Balık ağlarını söküp içindekileri devirip torbalara doldurdular. Bir çocuk ağlayarak kaçmaya çalıştı, ama biri onu saçından yakaladı.

Ayla çığlık attı. Khaalid’i kolundan çekerek kaçmaya başladı. Fakat bir haydut hızla arkalarına yetişti, ikisini yere düşürdü. Ayla’yı sürüklemeye başladı.

Khaalid ayağa kalktı, saldırmaya çalıştı. Ama haydut onu tekrar yere itti. Tam haydut Ayla’ya bıçak çekerken…

Sazlıklar bir kez daha hışırdadı.

Bir hırıltı.

Kuruyan otlar arasından kayarak ilerleyen gölge bir kez daha ortaya çıktı. Gözleri keskin, adımları sessiz. Leopar.

Haydut daha ne olduğunu anlayamadan, leopar üstüne atladı. Dişleri bileğine saplandı, adam çığlıkla yere devrildi. Diğer haydutlar ürkekçe geri çekildi. Ancak bu kez leopar yalnız değildi.

Atların nal sesi. Kumda zırhın yankısı.

Leopar Kral Kwakwu, zırhlı askerleriyle birlikte köyün eşiğinde belirdi.

“Yeter!” diye haykırdı. “Bu köyü soymak, beni soymak demektir!”

Askerler yay gibi fırladı. Haydutlarla kıyasıya bir çarpışma başladı. Mızraklar çarpıştı, toz kalktı. Kaçanlar yakalandı, bazıları Nil’e atladı ama zırhlılar peşlerini bırakmadı.

Leopar ise tam ortadaydı. İnsan gibi değil, bir gölge gibi kayıyordu dövüş alanında. Bir haydudu pençesiyle yere seriyor, ardından sıçrayarak bir diğerine saldırıyordu. Askerler onun varlığından korkmuyor, aksine onu kolluyorlardı. Sanki yıllardır birlikte savaşmışlardı.

Khaalid bu anı asla unutmayacaktı. Leopar, bir kez daha onu korumuştu.

Sonunda üç haydut yere serildi. Ellerinden bağlanıp diz çöktürüldüler. Diğerleri kaçmıştı; kimileri yaralı, kimileri yalınayak.

Leopar Kral Kwakwu’nun Cezası

Leopar Kral Kwakwu ağır adımlarla onların önüne geldi. Halk etrafında toplanmış, çocuklar annelerinin eteklerine saklanmıştı. Ayla, Khaalid’in elini sıkı sıkı tutuyordu.

Leopar Kral Kwakwu eğildi, bir hayduta baktı.
“Kaç kere geldiniz?”
Haydut sırıttı. “Siz yoksunuz diye geldik. Artık yasak mı?”

Leopar Kral Kwakwu’nun sesi sertti:
“Artık benim iznim olmadan hiçbir toprak yağmalanmayacak.”

Elini kaldırdı. Asker, mızrağını sapladı. Diğer haydutlar bağırdı, ama kaçamadılar.

Leopar Kral Kwakwu, köylülere döndü.
“Bu köy, bu halk artık korumam altındadır,” dedi. “Ama karşılığında bir düzen kurulacak.”

Halkla Konuşma

O gece, ateşin etrafında tüm köy toplandı. Yorgun ama diri yüzler. Nil’in kıyısında, Leopar Kral Kwakwu söz aldı:

“Bugün çocuklarınız kaçırılacaktı. Bugün, sizin alın teriniz başkalarının cebine gidecekti. Ama buna dur dedik.”

Sustu. Gözleri tek tek insanların yüzüne takıldı.

“Ben sadece balta ve mızrak getirmedim. Adalet getirdim. Ama bu adaletin sürmesi için hepimiz elimizi taşın altına koyacağız.”

Dede sordu: “Vergi mi diyorsun buna?”

Leopar Kral Kwakwu başını salladı.
“Evet. Bu, güvenliğin bedelidir. Bu sizin sigortanızdır. Ürünlerinizin bir kısmını toplayacağım. Bu vergilerle ben size asker getireceğim. Yolunuzu güvenli kılacak, suyunuzu adil bölecek, sizi haydutlara karşı savunacağım.”

Kural Gecesi

Aynı gece, Leopar Kral Kwakwu halkla birlikte yere oturdu. Elinde bir çubuk, kumun üzerine ilk yasaları çizdi.

“Bir çocuk zarar görürse, tüm köy onun yanında olur.”
“Kimse komşusunun toprağını çalamaz.”
“Nil’in suyu herkesindir.”
“Yılda bir kez ürünün onda biri toplanır. Bu korumanın bedelidir.”
“Yasaya karşı gelen, hayduttur. Haydut, halk düşmanıdır.”

O gece sadece bir köy kurtarılmadı.
Bir düzen doğdu.


Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naima, yumuşak ışıklarla dolu kapsül yatağında doğrulmuştu. Gözleri hâlâ parlaktı, çünkü hikâyeyi neredeyse nefesini tutarak dinlemişti. Robot Leoparının kuyruğu hafifçe kımıldıyor, gözleri Naima’nın tepkilerini ölçüyordu.

Naima, gözlerini kıstı.

Naima:

"Yani… bir leopar, hem haydut dövüyor, hem de yasa yazıyor. Bu adil mi?"

Ferid 7 (hafifçe başını eğerek, nazikçe):

"Bir düzeltme, Naima: Yasa yazan Leopar değildi, Leopar Kral Kwakwu’ydu. Benzer görünseler de biri taş balta taşır, diğeri pençe."

Naima (gülerek):

"Ah, doğru ya! Karıştırdım. Leopar, sadece dövüşen dosttu."

Ferid 7:

"Tam da öyle. Bu dikkatinin dağıldığını ve uyku zamanının geldiğini gösteriyor."

Naima kolunu yastığa dayayıp düşündü.

Naima:

"Leopar neden Khaalid’i koruyor? İki kez hayatını kurtardı."

Ferid 7 (hafifçe gözlerini kısıp, gizemli bir tonla):

"Belki de Khaalid’in yolu uzun. Bazı yolların başlaması için, bazı canlar korunmalı."

Naima battaniyeye sarıldı, gözlerini kapadı ama hâlâ gülümsüyordu.

Naima:

"Peki Ferid… O leopar gerçekten var mıydı?"

Ferid 7 (hafifçe gülerek):

"Bazı leoparlar etten kemikten olur. Bazıları hikâyeden. Ama korudukları çocuklar hep gerçektir."

Naima uykuya dalarken, Ferid 7'nin gövdesi hareketsiz hale geldi. Odanın ışıkları kısılırken, sadece bir mırıltı kaldı:



Bölüm 12 – Zihin Evreni (M.S. 8000)

Naïma yavaşça gözlerini açtı. Odanın loş ışığında, yatağının hemen yanında hareketsiz yatan siyah-gümüş renkli robot leoparı gördü. Leoparın göğsü hafifçe inip kalkıyordu; uyku modundaydı.

Naïma hafifçe kıpırdandığında, leoparın gövdesindeki sensörler tetiklendi. Mercekleri mavi ışıkla açıldı. Yumuşak, tok bir ses duyuldu:

“Günaydın, Naïma.”

“Günaydın Ferid.”

Ferid-7 başını yana eğdi.

“Bu gece çok derin uyudun. Uyku verilerini analiz ettim. Delta dalga seviyelerin ortalamanın yüzde kırk üzerindeydi. Dün çok yorulmuş olmalısın.”

Naïma, dün yaptıkları yolculuğun sahnelerinin zihninden geçtiğini fark etti. O sırada gözleri, leoparın sırtındaki mat gümüş yüzeyde parlayan yazıya takıldı:

Neuroverse™ – Zihin-Evren Arabirimi

“Hey… Bu üzerindeki yazı… Neuroverse™… Bunun anlamı ne?”

Ferid-7 kuyruğunu yavaşça salladı:

“Neuroverse™, zihinsel bağlantımızı yalnızca veri aktarımı düzeyinden çıkarıp seni hikâyelerin içine taşıyan bir sistem. Görme, işitme, dokunma, koku ve tat… hepsi beynine gerçek zamanlı aktarılır. Sadece izleyici değil, hikâyenin içinde yaşayan biri olursun.”

Naïma gülümsedi:

“Yani Kırmızı Başlıklı Kız’ı kurttan kurtarabilirim ya da dinozorlarla koşabilirim?”

“Evet. Karakterler sana tepki verir, senin söylediklerin olayların akışını değiştirir.”

Naïma'nın gözleri parladı:

“O zaman beni dün anlattığın Sahra’nın ve Khaalid’in hikâyesine götür. Ama bu kez ben de orada bir karakter olayım.”

Ferid-7 kuyruğunu yavaşça salladı:

“Simülasyonun başlatılması için birkaç dakika gerekiyor. Bu arada yüzünü yıka, kahvaltını yap. Aç karnına derin bağlantı yapmak bilişsel performansını düşürebilir.”

Naïma şaşkın bir gülümsemeyle başını salladı:

“Sen resmen bana annem gibi davranıyorsun.”

“Bu, sistem protokolü. Optimum deneyim için önce beden, sonra zihin hazırlanmalı.”

Kısa bir süre sonra, Naïma elinde sıcak bir bardak süt ve tabağında iki dilim yumurtalı ve peynirli ekmekle geri geldi. Kavhaltısını bitirdikten sonra Leoparın gözleri yeniden mavi ışıkla parladı.

“Tamam. Simülasyon hazır. Zihin bağlantısı başlatılıyor…”

Uğultu… Görüş bulanıklaşma… Sonra altın kumlar, sıcak rüzgâr ve uzaklardan gelen at nalı sesleri ile görüntü keskinleşti.


Zaman Atlama – Khaalid’in Dünyası (M.Ö. 4986)

Naïma kendini sıcak rüzgârların estiği, altın kumların ufka kadar uzandığı bir bozkırda buldu. Karşısında, yirmili yaşlarında, güçlü yapılı bir adam atının üzerinde duruyordu. Yanında ise kum rüzgârında saçları dans eden, 20 li yaşlarda güzel bir genç kız: Ayla.

Naima kumun sıcaklığını hissederken, Khaalid biraz geride, duruyordu. Naima, onun yanına yürüdü.

Khaalid başını çevirip ona baktı,:

— “Sen kimsin? Burada hiç görmedim seni.”

Naïma şaşkınlıkla seslendi:

“Bir dakika… Khaalid sen 9 yaşında değil miydin?”

Khaalid kaşlarını çattı.

“Ne demek istiyorsun? Beni çocukken mi tanıyordun.”

Ferid-7’nin sesi Naïma’nın zihninde çınladı:
“Simülasyonda zaman atlaması yapıldı. Hikâye daha hızlı ilerlesin diye. Ama… küçük bir teknik sapma da olmuş olabilir.”

Naïma gülümsedi, omuz silkti. “Peki, madem.”


Khaalid atıyla yola çıkarken bir grup haydut kumun arasından fırladı. Taş baltalarını çekip saldırdılar. Khaalid hepsini tek tek yere serdi. Yalnızca biri, omzundan yaralı, yerde kıvranıyordu.

Khaalid sırtını dönüp uzaklaşırken Naïma refleksle bağırdı:
“Dikkat et, saldıracak!”

Tam o anda, uzakta pusuda bekleyen leopar ileri atılmak üzereydi… ama durdu. Gözleri Naïma’ya çevrildi.
“Hikâyeye müdahale ettin. Olaylar şimdi değişecek.”

Leopar geri çekildi. Haydut bir çığlık atarak Khaalid’in sırtına atıldı. Khaalid tam dönmeye fırsat bulamadan kılıcın ucu sağ kaburgasının altına saplandı. Sıcak bir acı tüm bedenini sardı.

Dişlerini sıkan Khaalid, haydutu tek elle boğazından yakalayıp kılıcını göğsüne sapladı. Haydut cansız yere yığılırken Khaalid bir dizi üzerine çöktü, elini yarasına bastı. Nefesi hızlanmıştı ama düşmemek için direniyordu. Ayla yanına gelerek Khaalid'i atına bindirdi. Birlikte köye doğru at sürdüler.


Köye Dönüş ve Ayla’nın Dokunuşu

Köy yolunda dönerken bir başka sessizlik karşıladı onu. Ağıtlar...
Kadınların sesi Nil’e kadar uzanıyordu.
Yaşlı bir kadın Khaalid'e yaşlı gözlerle bakıp deden, öldü dedi.

Khaalid köye vardığında Ayla koşarak yanına geldi. Onu atından indirdi, yarasını dikkatle açtı.

“Çok kan kaybetmişsin… Burada kal, hareket etme.” dedi, sesi titrek ama kararlıydı.

Temiz bezlerle kanı durdurdu, bitkisel bir merhem sürdü, bandajı sıkıca sardı. Ellerinin sıcaklığı Khaalid’in yarasından çok kalbine dokundu.


Cenaze Günü

Köy meydanında yas vardı. Köyün yaşlı dedesi, huzur içinde uykusunda ölmüştü. Khaalid, dedesini kendi elleriyle mezara koydu. Kum üzerine düşerken köyün töresine uygun ilahiler söylendi, kadınların ağıtları rüzgârla savruldu.

Ayla, Khaalid’in yanında durdu. Onun gözlerindeki acıyı görünce sessizce elini tuttu.
“Artık biz varız. Yalnız değilsin.” dedi.


İntikam Günü

Ertesi sabah, haydutlar intikam için köye saldırdı. Bu sefer beş kişiydiler.

“Kardeşimizi öldürdünüz!” diye bağırarak kumların üzerinde koştular.

Khaalid, yarasına rağmen öne çıktı. Üzerinde zırh yoktu; elinde yalnızca eski bir taş balta. Ama gözleri, fırtınadan önceki gökyüzü gibi kararmıştı. Kumlar üzerinde çarpışma başladı. İlk iki haydutu vahşi darbelerle devirdi. Bir diğeri, elindeki taş uçlu mızrağı Khaalid’in sağ omzuna sapladı.

Tam o sırada, kum tepelerinin ardında sessizce pusuda bekleyen leopar, sıçramak için kaslarını gerdi.
Naima’nın kalbi hızla çarptı. Bir an nefesi boğazına düğümlendi. Önceki günkü gibi bağırmak istedi, ama bu kez sustu.

Khaalid acıyla sendeledi, ama balta gibi ağır yumruğunu savurup rakibini yere serdi.

Leopar, Naima’nın sessizliğini fark etmiş gibi başını ona doğru çevirip altın sarısı gözleriyle baktı. Sonra bir gölge gibi sıçrayarak son iki haydudu da yere indirdi.

Savaş bittiğinde köy halkı etrafını sardı. Ayla, yaralı Khaalid’i kollarına aldı. Bu kez gözleri dolmuştu. Yarasını temizlerken fısıldadı:
“Artık seni kaybetmek istemiyorum… Benimle evlen.”

Khaalid, yorgun ama gülümseyerek başını salladı.
“Evet.”

Birlikte çadırından dışarı çıktıklarında köylüler Khaalid'in etrafında toplandı. Genç yaşına rağmen hem cesareti hem liderliğiyle dikkat çekmişti. Kabile büyükleri onun omzuna elini koydu:

“Bundan sonra bizim şefimiz sensin, Khaalid. Köyün koruyucusu da, yöneticisi de.”

Köy halkı, hem şeflerini hem de koruyucularını bulmuştu.

Naïma, tüm bu anıların içinde hem tanık hem de gizli bir oyuncu olarak duruyordu. Ferid-7’nin sesi zihninde hafifçe çınladı:
“Gördün mü, küçük bir müdahale bile hikâyenin akışını nasıl değiştiriyor?”

Naïma, uzaklarda Ayla’nın Khaalid’e bakan gururlu bakışını yakaladı. Bir an durdu, düşündü. Acaba bundan sonraki olayları da değiştirmeli miydi? Yoksa hikâye kendi yolunda mı akmalıydı?



Bölüm 13 – Düğün

Güneş, Nil’in ufkunda altın bir tepsi gibi yükselirken köyün ortasında büyük bir şölen kurulmuştu. Nehrin suladığı gür otların üzerine parlak renkte kumaşlar serilmiş, çevresi ise uzun boylu akasya ağaçlarının dalları ve çevredeki nehir bitkilerinden yapılmış kemerlerle süslenmişti.

Khaalid, sırtındaki eski bir yaban öküzü derisinden yapılmış ve özenle işlenmiş peleriniyle gururla duruyordu. Dedesinden kalma bu pelerin, onun kabilenin en deneyimli avcılarından ve savaşçılarından biri olduğunu gösteriyordu. Yanında, gözleri sabah gökyüzü gibi parlayan Ayla vardı. Saçları, kuş tüyleri ve inci parlaklığındaki devekuşu yumurtası kabuklarından yapılmış boncuklarla örülmüştü. Alnına ise nehrin derin sularından çıkarılan küçük, pürüzsüz bir istiridye kabuğu yerleştirilmişti.

Köyün kadınları Ayla’nın boynuna fildişinden yapılmış, ustaca oyulmuş bir kolye takınca Naima gülümsedi. O anın sıcaklığı, herkes için gerçekti. Törene katılmak için gelen yaşlı bir adamın yanından geçen bir yavru zürafayı, uzakta, nehrin kıyısında oturan ve töreni sessizce izleyen yaşlı bir leopar takip ediyordu.

Köyün en yaşlısı, ellerini iki gencin üzerinde birleştirerek, “Bugün, Nil’in suları sizi korusun, bu topraklar yuvanız olsun” dedi. O sırada, kurutulmuş kilden yapılmış davullar ve içi çakıl dolu kabaklardan oluşan vurmalı çalgılar çalmaya başladı, çocuklar ellerinde meşalelerle meydanda dönmeye başladı.

Khaalid, Ayla’nın ellerini tuttu. “Artık yalnız değilim” dedi fısıltıyla. Ayla gülümsedi. “Ben de.” Gece boyunca ateşler yakıldı, avlanılan hayvanların etleri paylaşıldı ve nehrin kenarında danslar edildi, av zaferlerini anlatan şarkılar söylendi. Khaalid, avcılıktaki ve haydutlarla mücadelesindeki başarısıyla kazandığı saygının ardından şimdi halkının sevgisini de kazanmıştı. Ayla’nın gözlerindeki ışık ise, ona geleceğin artık korkulacak değil, yaşanacak bir şey olduğunu hissettirdi.

Ve uzaklarda, kumların üzerinde, Leopar hâlâ sessizce bekliyordu. Onun için bu sadece bir düğün değil, yeni bir dönemin başlangıcıydı.



DEVAM EDECEK...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!

Haftanın Popüler Yayınları