VENÜS’TEN GELEN İLETİŞİM SİNYALİ (M.S. 8000)
Nil-7’nin metalik gövdesi, sanki derinlerden gelen bir nefes almış gibi hafifçe titredi. Göğsündeki ışık halkası bir an turuncu renkte yanıp söndü, sonra hızla maviye döndü. Bu, Sahara’nın bildiği zihinsel bağlantı titreşimlerinden farklıydı Bu kez dışarıdan gelen, tanıdık olmayan bir çağrıydı.
Sahara kaşlarını çatarak yaklaştı.
Nil-7’nin sesi her zamanki mekanik soğukluğunu koruyordu ama içinde anlaşılır bir heyecan titreşiyordu.
"Yüksek frekanslı bir iletişim… çok uzaktan geliyor. Yaklaşık yüz yetmiş milyon kilometre öteden."
Sahara’nın kalbi hızlandı.
"Nereden?"
Nil-7’nin göz mercekleri bir an uzak bir geçmişin bilgeliğini yansıttı, ardından anın aciliyetine döndü.
"Venüs’ten… Sahara. Annenin ve babanın çalıştığı yerden."
Sahara’nın gözleri büyüdü, boğazına bir düğüm oturdu. O an odadaki her şey sessizleşti.
Nil-7, hafif bir duraklamadan sonra başını eğdi.
"Annenden ve babandan görüntülü görüşme talebi var. Bağlıyorum. Ancak… çift yönlü iletişim gecikmesi yaklaşık 1130 saniye olacak. Sabırlı ol."
Sahara’nın kalbi hızlandı. Holografik perde titreyerek açıldı, görüntü henüz tam gelmemişti; yalnızca sinyal bekleme ekranındaki mavi titreşim halkaları görünüyordu. Sessizlik… sadece robotun yapay fiber demetlerinin hafif fısıltısı.
İlk olarak annesinin sesi ulaştı, hafif parazitli, uzak bir yankı gibi:
"Merhaba, Sahara."
Görüntü saniyeler sonra netleşti. Nalan’ın yüzü yorgundu, ama gözleri hâlâ sıcaktı.
Sahara dudaklarını araladı, titrek bir sesle konuştu:
"Merhaba anne… Venüs’te hayat zor mu?"
Sözleri gönderildi… ardından uzun bir sessizlik.
Nil-7, bu sırada ortamı sessizce tarıyor, enerji tüketimini düşürmek için loş ışık moduna geçti. Sahara beklerken robot leopar, amber gözlerini kırpıştırarak kızın dizine başını koydu.
On dokuz dakika sonra annesinin sesi geldi:
"Zor… ama bilim ve teknolojiyle yaşıyoruz. Bir gün seni buraya getireceğiz."
Arka planda tiz konuşma sesleri:
"Karbon nanotüp üretim verisi stabil, şehir kendi kendini büyütüyor."
Sahara hemen karşılık verdi:
"Anne, biliyor musun? Sahra’ya yağmur yağdı. Her yer göl oldu, çiçek açtı… Çok güzel! Dağlar yemyeşil."
Bekleme… dakikalar geçiyor. Hologramın arkasında sinyalin uzak yolculuğu hissediliyor. Sonunda annesinin dudakları kıpırdadı, sesi odada yankılandı:
"Bu harika bir haber. Tahmin etmiştik zaten. Babanla bu yüzden evimizi oraya taşımıştık. Peki, robot leoparınla iyi anlaşıyor musun?"
Arka planda tiz konuşma sesleri:
"Otomatik bakım sistemleri planlandığı gibi çalışıyor. Yükseliyoruz."
Görüntü aniden yan tarafa kaydı. Sahara’nın babası, mühendis Okan, kadraja girdi; üzerinde karbon nanotüp elbisesi vardı, yüzü ter içindeydi.
"Sahara, merhaba kızım! Babacığın seni çok özledi. Orada derslerini aksatmıyorsun değil mi?”
Sahara gülerek cevap verdi:
"Hayır baba! Nil-7 bana yardımcı oluyor. Sen hâlâ dev motor projesi üzerinde misin?”
Bekleyiş yeniden başladı. Fakat bu kez Venüs tarafından cevap gelmeden, arka planda tiz bir alarm sesi duyuldu. Görüntüde titreşim vardı, babası bir an arkasına bakıp kaşlarını çattı.
Sesi gecikmeli olarak ulaştı:
“Basınç regülatörlerinde sorun var! Balonlardan biri hidrojen sızdırıyor!”
Sahara’nın sesi telaşlıydı:
“Anne? Baba? Duyuyor musunuz? Ne oluyor orada?”
Birkaç dakika sonra annesinin sesi geldi, nefesi hızlıydı:
“Hayatım… hemen kapatmam gerek.”
Tam o sırada hologramda bembeyaz bir ışık patladı, ardından karanlık.
Nil-7’nin sensörleri düşük frekanslı bir titreşim kaydetti. Sahara, o uğultunun içinden gelen sessizliği dinledi… ve bekledi... bekledi....
Sessizlik... devam etti...
Sahara geri çekildi. Nil-7 hiçbir şey söylemedi. Odanın sessizliği, sadece otomuftaktan gelen yumuşak çağrı sesiyle bölündü. Leopar amber gözleriyle ona baktı, kuyruğunu yavaşça salladı.
Sahara elini uzatıp soğuk metali okşadı.
"Gel,” dedi fısıldayarak, ”yemek zamanı.”
Leopar, pençelerinin yere vurduğu hafif tıkırtılarla peşine takıldı. Koridor duvarları, gün batımının altın tonlarını taklit eden panellerle aydınlıktı. Otomutfaktan taze ekmek ve baharatlı çorba kokusu yayılıyordu. Sahara adımlarını yavaşlattı… düşünceleri hâlâ Venüs’teydi.
Koridorun sonundaki otomutfağın 3D yazıcısından yayılan, yeni çıkmış etli ekmek kokusu bile Sahara’nın içindeki sıkışmayı hafifletmedi. Yürürken koridorda birden durdu, arkasını dönüp Nil-7’ye baktı.
“Nil-7… annemle babama ne oldu?”
Nil-7, mekanik adımlarını durdurdu. Göz mercekleri hafifçe daraldı.
“Şu an kesin bir bilgiye sahip değilim.”
“Yalan söylüyorsun. Sinyal kesildiğinde oradaydın. Arka plandaki sesleri duydun. O patlama… neydi o?”
Nil-7’nin göğsündeki mavi halka yavaşça söndü, yeniden parladı.
“Balonlardan biri hidrojen sızdırıyordu. Basınç regülatörleri devre dışı kaldı. Bu… Zephyra şehrinin dengesini bozabilecek bir arıza.”
Sahara’nın gözleri büyüdü.
“Yani… şehir düşüyor mu?”
Leopar, Sahara’nın bacaklarının yanında durdu, başını hafifçe eğerek ikisini dinliyordu.
Nil-7 kısa bir sessizlikten sonra yanıtladı:
“Henüz değil. Balonlar çok büyük, diğerleri hâlâ taşıma yapıyor. Ama… böyle devam ederse… evet, düşebilir.”
Sahara’nın boğazı düğümlendi.
“Peki… annem ve babam? Onlara bir şey olur mu?”
Nil-7’nin sesi bu kez daha yumuşak, neredeyse insansıydı.
“Venüs şehirleri, acil durumda ‘sığınak modülüne’ geçer. O modüller karbon nanotüp ve yüksek ısıya dayanıklı katmanlarla kaplıdır. Eğer zamanında oraya ulaşabildilerse… hayatta kalmışlardır.”
Sahara başını eğdi, parmaklarıyla robot leoparın metal boynunu okşadı.
“Onlara ulaşabilir miyiz?”
Nil-7 göz merceklerini kıza kilitledi.
“Ulaşmanın yollarını arayacağım. Ama Dünya’dan Venüs’e doğrudan iletişim gecikmeli olur. Beklemek zorundayız.”
Sahara dudaklarını ısırdı.
“Ben beklemek istemiyorum…”
Nil-7 hafifçe yaklaştı, göğsündeki mavi halka Sahara’nın yüzünü aydınlattı.
“Biliyorum. Ama bazen beklemek, yapılabilecek en akıllıca harekettir.”
O sırada robot leopar, yavaşça başını kaldırdı ve hafifçe mırlamayı andıran bir mekanik ses çıkardı. Sahara başını okşarken, aklında tek bir düşünce vardı:
"Anne, Baba… lütfen iyi olun… Allah'ım onları koru, bana bağışla."
Sahara, Nil-7’nin sözlerini sessizce sindirmeye çalıştı. Kafasının içinde birbirine dolanmış düşünceler, tavandaki ışık huzmesinde dönen toz zerreleri gibi yavaşça savruluyordu.
Derin bir nefes aldı. Odanın içindeki sessizlik, robot leoparının metal gövdesinden yayılan ince sese karışıyordu. Robot Leopar, amber renkli gözleriyle Sahara’ya bakıyor, kuyruğunu sessizce ileri geri sallıyordu.
Sahara elini uzattı, soğuk metalin üzerinde parmaklarını gezdirdi.
Leopar, pençelerinin yere dokunuşuyla çıkardığı hafif tıkırtılar eşliğinde peşine takıldı.
Koridorun duvarlarında, günün son ışıklarını taklit eden yumuşak sarı paneller parlıyordu. Bir köşeden otomutfaktan kokular gelmeye devam ediyordu: sıcak buğday ekmeği, baharatlı çorba masanın üzerinde hazırdı.
Küçük kız adımlarını yavaşlattı. Anne ve babasının söylediği sözler ve Khaalid’in haydutlara söylediği sözler hâlâ zihninde yankılanıyordu, ama midesinin gurultusu düşüncelerinin önüne geçmeye başlamıştı.
Belki de bazı soruların cevabı, yemek yerken kendiliğinden gelecekti.
Sahara, yemek kokularının cazibesine rağmen aklındaki sorudan kopamıyordu.
VENÜSE DÜŞÜŞ
Venüs atmosferinin 50-60 kilometre üstünde, sarı-turuncu asit bulutlarının hemen üzerinde süzülen Zephyra şehri, insanlığın en büyük başarısıydı. Devasa karbon nanotüp kuleleri, kendini onaran yapılarıyla yavaş yavaş genişliyor, şehrin ağırlığını dengede tutan hidrojen balonları nazikçe havada dans ediyordu.
Şehrin merkezindeki araştırma laboratuvarında, Dr. Nalan Yalçın ve eşi mühendisin eli bilgisayarın dokunmatik yüzeyinde hızla geziniyordu.
Ancak şehirde, birdenbire anormal titreşimler başladı. Balonlardaki basınç dalgalanıyor, kolonlarda mikroskobik çatlaklar belirmeye başlamıştı. Uyarı ışıkları kırmızıya döndü.
"Basınç regülatörlerinde sorun var! Balonlardan biri az da olsa hidrojen sızdırıyor, diye rapor verdi mühendis Okan."
Şehir yavaşça irtifa kaybetmeye başladı. Yüksek basınçlı Venüs atmosferinde, 50 kilometreden yüzeye kadar olan mesafe ölümcül bir inişti.
Nalan gözlerini ekrana dikti:
"Kontrolü kaybetmemeliyiz… ama alçalıyoruz."
Ve o andan sonra patlama oldu.
...
Zephyra şehri, hidrojen balonlarındaki basınç dalgalanmaları yüzünden yavaş yavaş irtifa kaybediyordu. 50 kilometre yükseklikten başlayan bu düşüş, Venüs’ün yoğun atmosferinde sürükleme kuvvetiyle sınırlandı; şehir, serbest düşüş hızını asla aşamıyordu.
Mühendis Okan, sığınak modülünün kontrol panelinde durmadan veri akışını izliyordu.
"Balonların basıncı hızla düşüyor. Kulelerde mikroçatlaklar yayılıyor. Eğer bu devam ederse, şehir 35 kilometre seviyesinde kontrolsüz bir şekilde yavaşlayıp yüzeye doğru düşecek."
Şehirdeki insanlar alarm sesleriyle uyanmaya başladı. Gözler panik ve korkuyla doluydu. Kaptan Leyra, sakin olmaya çalışarak mikrofonu açtı:
"Herkes derhal sığınak modülüne! Hayatta kalma sistemleri çalıştırılacak."
Sığınak modülü, özel termal kaplamalar ve yüksek dayanımlı karbonfiber yapısıyla Venüs yüzeyindeki zorlu koşullara dayanabilecek şekilde tasarlanmıştı. Ancak modülün içindeki yaşam destek sistemleri, enerji ve su kaynakları sınırlıydı.
Nalan ve Okan, son kontrolleri yaptıktan sonra modüle doğru ilerledi.
"Sistemi devreye alıyoruz, dedi Okan, sesinde kararlı bir tını vardı."
Dışarıda şehir, yavaş ama kaçınılmaz şekilde alçalmaya devam ediyordu. Balonların bir kısmı tamamen sönerken, diğerleri direnmeye çalışıyordu. İçeride zaman daralıyordu.
Venüs yüzeyine iniş kaçınılmazdı. Ancak şimdilik, hayatta kalmak için tek umut sığınak modülünde saklanmaktı.
...
Zephyra şehri, Venüs’ün yoğun atmosferinde ağır ağır süzülüyordu. Şehrin hidrojen balonlarından birkaç tanesi patlamıştı; İlk balon patladığında şehir 47 km’ye düştü. İkinci balonla birlikte hız 30 m/s’ye ulaştı… Üçüncü balonun patlaması sarsıcıydı. Bu, kaldırma kuvvetini önemli ölçüde azaltmış ve terminal hızı yaklaşık 30 m/s’ye (yaklaşık 100 km/saat) yükseltmişti.
Kalan balonlar, modülün daha hızlı düşmesini engelleyemiyordu. Şehir, sanki devasa bir kaya gibi, kızgın Venüs yüzeyine doğru inerken içeridekilerin kalpleri hızla çarpıyordu.
Bir anda, güçlü bir darbe ile yere çarptılar. Zırhlı sığınak modülünün yapısı, yüksek darbe emilimi sayesinde birçok canı kurtardı ama içindekilerden bazıları o şiddetli sarsıntı yüzünden bayıldı.
Sahara'nın annesi Nalan gözlerini açtıklarında, kulaklarında keskin alarmlar çalıyordu. Hayatta kalanlar birbirlerine destek olmaya çalışırken, Nalan panik içinde ekranlara bakıyordu Son hatırladığı şey, Okan’ın ‘tutun!’ diye bağırmasıydı:
"Hasar raporu kritik. Soğutma sistemleri çalışıyor ama karbonfiber üretim makinesi ağır hasar aldı."
Sahara'nın babası Okan, baygınların yanına koşarak nefeslenmelerini sağlamaya çalıştı.
"Herkesin hayatta olması mucize. Ama zamanımız çok az."
Sığınak modülünün dış yüzeyi hala Venüs’ün yakıcı sıcaklığı ve yoğun basıncına direniyordu. İçeride kalan su ve enerji kaynakları ise hızla tükeniyordu.
Hayatta kalmak için zamana karşı ölümcül bir yarış başlamıştı.

Sığınak modülünün içindeki soğutma sistemleri hâlâ çalışıyordu, ama zamanla mücadele giderek zorlaşıyordu. Karbonfiber üretim makinesi ağır hasar almıştı ve onarılması gerekiyordu. Eğer onarılmazsa, şehir için yeni balon yapmak imkânsız olacaktı.
Nalan ve Okan, hasarlı makinenin başına geçti. Ellerinde sınırlı yedek parçalar, teknik el kitapları ve soğukkanlılık vardı.
"Bu makineyi çalıştırmak için karbon nanotüplerin kristal yapısını tekrar oluşturmalıyız, dedi Nalan, gözleri ekrana kilitlenmiş."
Okan ekledi:
"Her saniye çok değerli. Dışarıdaki sıcaklık ve basınç bizi beklemiyor."
İkili, çalışmaya başladı. Hata tespiti, lazerle hassas kaynaklar ve nano-yapı onarımlarıyla dolu zorlu bir süreçti. Modülün diğer sakinleri sessizce bekliyordu; umutları onların başarısına bağlıydı.
Nihayet, makine kısmen toparlandı. Karbonfiber üretimi sınırlı da olsa başladı.
"Yeterince materyalimiz var, dedi Okan, şimdi balon inşasına geçebiliriz."
Balonlar, hidrojenle doldurulacak ve sığınağın yükselmesini sağlayacaktı. Çünkü Venüs yüzeyinde kalmak, ölümü beklemek anlamına geliyordu.
Çalışmalar gece gündüz sürdü. İlk balon tamamlandığında, herkes nefesini tuttu. Balon yavaşça şişiyor, modülün ağırlığını hafifletiyordu.
Bir umut ışığı doğuyordu.
VENÜS: YENİDEN YÜKSELİŞ
Karbonfiber balonun yavaş yavaş şişmesi, sığınak modülünün ağırlığını hafifletmeye başlamıştı. Ancak bu yükseliş, büyük bir bedel gerektiriyordu: suyu hidrojene dönüştürmek.
Nalan, ekibin hidrojen üretim sistemlerini inceledi.
"Suyu elektrolizle ayırıp hidrojen elde edeceğiz," dedi.
"Ama su stoklarımız kritik seviyede," diye ekledi Okan.
"Yükselmek zorundayız, yoksa Venüs yüzeyinde çok az dayanabiliriz."
Bir yandan balonlar şişerken, diğer yandan suyun enerjiye dönüşümü hızla devam etti. Sığınak, ağır ağır yükselmeye başladı. Atmosfer daha seyrekleştikçe, sıcaklık ve basınç hafifçe azalıyordu.
Fakat herkesin içindeki kaygı büyüyordu. Suyun azalması, hayatlarının kısıtlanması demekti. Zamanla yarışan ekip, tek çıkış yolunun bu olduğunu biliyordu.
Gökyüzüne doğru yükselen sığınak, Venüs bulutlarının arasında kayboldu. Uyduların ve uzay istasyonlarının radarlarında belirginleşti.
Dış dünyaya açılan umut kapısı biraz daha aralanıyordu.
KURTARMA SİNYALİ
Venüs atmosferinin üst katmanlarında süzülen sığınak modülü, uyduların radarlarında belirgin bir cisim olarak görünüyordu. Uzay istasyonu ve Dünya’daki kontrol merkezleri, bu sinyali dikkatle izlemeye başladı.
Görev komutanı Arda, ekibine talimat verdi:
"Bu sinyal bizim için bir umut ışığı. Hemen kurtarma gemisini hazırlayın. Zephyra'nın sığınağında kurtulanları 50 km yüksekte yakalayıp almak üzere yola çıkacağız."
Sığınak modülünün içindeki Nalan ve Okan, beklenmedik bir haberle karşılaştı.
"Sinyalimiz yakalandı," dedi Leyra, mikrofonu tutarak.
"Kurtarma ekibi geliyor. Dayanmalıyız."
Ekibin morali yükseldi. Yıllarca süren çaba, artık bir karşılık buluyordu.
Balonlarla desteklenen sığınak, bulutların arasından yavaşça yükselirken, ufukta kurtarma gemisi görünüyordu. Kurtarma gemisi 60 km yüksekte balonlarını şişirerek 50 km'de yavaşladı ve manevra yaparak yaklaştı. Venüs' atmosferinde süzülen sığınağı yakalamayı başardı. Gelişen teknoloji ve insan azmi, ölümcül Venüs yüzeyinden kaçışın anahtarıydı.
KURTULUŞ
Venüs’ün kalın bulut tabakasının üzerinde, altın rengi ışıklar arasından devasa bir gölge belirdi. Kurtarma gemisi Aurora, ağır ağır yaklaşıyordu. Gövdesindeki iniş iticileri, bulutları dalgalandırıyor; aşağıda, sığınak modülünün dış yüzeyindeki karbon nanotüp zırh hafifçe titriyordu.
Modülün içinde, Nalan ve Okan nefeslerini tutmuş pencereden bakıyordu. Yanlarında hayatta kalmayı başaran diğer mürettebat sessizdi. Sessizlik, korkudan değil, yaklaşan kurtuluşun ağırlığındandı.
Geminin kaptanı Leyra’nın sesi, modülün içindeki hoparlörlerden yankılandı:
“Zephyra kurtarma ekibi, sizi görüyoruz. 120 saniye içinde kenetleneceğiz. Birazdan evinize dönüyorsunuz.”
Hafif bir sarsıntı… Sonra metalin metale temas eden tok sesi. Modül, Aurora’nın gövdesine güvenle kenetlendi. Dış bağlantı kolları kilitlenirken iç hava kapıları açıldı.
Bir anda, haftalardır üzerlerinde taşıdıkları sıcaklık ve yüksek basınç hissi hafifledi. Serin ve temiz hava, sığınak modülünün içine doldu. İnsanlar derin derin nefes aldı. Bazıları gözyaşlarını tutamadı.
Geminin medikal ekibi hızlıca yaralıları taşıdı. Nalan ve eşi Okan, yorgun adımlarla koridorda ilerlerken yan yana yürüdüler. Ellerini kenetlemişlerdi; birbirlerinden güç alıyorlardı.
O sırada, geminin iletişim subayı koşar adım yaklaştı:
“Dünya bağlantısı hazır. Görüntü hattınız açık.”
Holografik perde bir anda canlandı. Küçük Sahara’in yüzü, gözyaşları içinde gülümsüyordu.
“Anne! Baba! Sizi kurtardılar… eve dönüyorsunuz!”
Nalan’ın dudaklarından kelimeler çıkmadı, sadece elini holograma uzattı. Okan’in gözleri dolmuştu; başını hafifçe eğip kızına baktı:
“Söz verdik, Sahara. Dönüyoruz işte.”
Aurora’nın motorları yavaşça gücünü artırdı. Venüs, altlarında küçülürken geminin içindeki herkes biliyordu: Yıllarca süren mücadele, kayıplar ve korkular nihayet sona eriyordu.
Ama kalplerinde, geride bıraktıkları şehir ve onun gökyüzünde süzülen hayali hep yaşayacaktı.

DÜNYA'YA İNİŞ VE KAVUŞMA
Aurora’nın iniş kapsülü, mavi gezegenin gökyüzünde yavaşça süzülürken altındaki bulutlar birer birer dağılıyordu. Dünya, okyanuslarının derin mavisi ve kıtalarının yeşil lekeleriyle göz kamaştırıyordu.
Sahara, iniş alanının güvenlik peronunda bekliyordu. Yanında, sessizce oturan robot leopar Nil-7 vardı. Amber gözleri, ufukta beliren kapsülü dikkatle izliyordu.
Kapsül yere hafif bir sarsıntıyla dokundu. İniş rampası açıldı, içinden steril beyaz kıyafetler içinde insanlar çıkmaya başladı. Sahara’nın gözleri, o kalabalığın içinden tanıdık yüzleri aradı.
Ve… gördü.
Önce annesi Nalan belirdi, ardından babası Okan. İkisi de yorgun, zayıflamış ama gözleri ışıl ışıldı. Sahara, düşünmeden koştu.
“Anne! Baba!”
Ayak sesleri toprakta yankılanırken Nil-7 de peşinden atıldı. Metal pençelerinin çıkardığı ritmik tıkırtılar, kızın kalp atışlarına karışıyordu.
Sahara, annesinin kollarına öyle bir atladı ki Nalan’ın gözlerinden yaşlar boşaldı. Ardından babası Okan da onları sardı. Üçü, aylarca hayalini kurdukları kucaklaşmada birleşmişti.
“Buradayım,” dedi Sahara, hıçkırıklar arasında. “Sizi hiç bırakmayacağım.”
Nil-7, yanlarında sessizce durdu. Leopar, başını hafifçe eğerek bu yeniden birleşmeye tanıklık ediyordu. Nalan, gözyaşları içinde metal dostlarının nano-kristal kaplamalı başını okşadı:
“Sana da teşekkür borçluyuz… Hep korudun onu.”
Rüzgar, Sahra Reborn’un çiçek kokularını taşıyordu. Gökyüzü, o an, Venüs’ün asit bulutlarından çok uzakta, berrak ve umut doluydu.
Venüs’te başlayan zorlu yolculuk, nihayet Dünya’da, sevgi ve umutla son bulmuştu.
Ama onların hikâyesi, gökyüzüne bakan herkesin kalbinde yaşamaya devam edecekti.
EVE DÖNÜŞ
Sahara, ailesiyle birlikte Sahara Reborn’daki evlerine döndüklerinde, geçmişin ve geleceğin iç içe geçtiği bir ana tanıklık ettiler. Okan ve Nalan, Venüs'teki kazadan sonra yeniden kavuşmanın sevincini yaşarken, kızlarının küçük ellerini avuçlarının içinde sımsıkı tutuyor, Sahara ise anne babasının sıcaklığını bırakmak istemiyordu.
Sahara, anne ve babasıyla sarmaş dolaş olduktan sonra, gözlerine baktı. Gözleri yaşlı ama sesi kararlıydı:
“Anne… Baba… Venüs’te size ne oldu? Ne yaşadınız? O patlamadan sonra… nasıl kurtuldunuz?”
Nalan ve Okan birbirlerine baktı. Bu hikayeyi anlatmak onlar için kolay değildi ama kızlarının bilmeye hakkı vardı. Nalan, Sahara’nın elini tutarak söze başladı.
"Hatırlıyor musun Sahara, o gün sana seslenirken arkada kaptan karbon nanotüp verilerinden bahsediyordu. Her şey yolundaydı ama birden balonların basıncı dalgalandı. Şehir yavaş yavaş irtifa kaybetmeye başladı. Alarm çaldı. Herkes sığınak modülüne koştu."
Okan, eşinin sözlerini devraldı. Sesi, o anın gerginliğini hala taşıyordu.
"Tam zamanında sığınağa girdik. Çelikten ve karbon fiberden yapılmış o modül, düşüşte bizi korudu. Aklımızda tek bir şey vardı: Sana yeniden kavuşmak."
Nalan devam etti,
"Yüzeye çarptığımızda modül hasar gördü. Dışarıdaki sıcaklık ve basınç ölümcüldü ve su stoklarımız hızla tükeniyordu. O anda umutsuzluğa kapılabilirdik ama pes etmedik. "
Okan, kızının gözlerine baktı ve gülümsedi.
"Günlerce tamir etmeye çalıştık, balonları yeniden şişirdik, bulutların üzerine yükseldik ve sinyal gönderdik… Sinyalimiz uydular tarafından yakalanmıştı ve nihayet kurtarma ekibi geldi. Bizi Venüs bulutlarının üstünde bulup, gemiye aldılar."
Sahara, annesi ve babasının anlattıklarını dinlerken, o an hissettiği korku ve acıyı yeniden yaşadı. Gözleri doldu ama bu sefer bunlar korku gözyaşları değildi, kavuşmanın getirdiği mutluluktu.
Nalan, Sahara'ya sarıldı ve fısıldadı: "Senin o güzel gülüşün, yaşama gücümüz oldu. Bizi hayatta tutan tek şey sendin, birtanem."
Sahara, anne ve babasına daha sıkı sarıldı. Yanlarında, onları sessizce dinleyen robot leopar Nil-7 vardı. Metal gövdesindeki amber gözleri, bu yeniden buluşmanın duygusal anına bir şahit gibi parlıyordu.
Otomutfakta pişen yemekler onları bekliyordu. Akşam yemeğinde, Okan gülümseyerek, "Biz yokken robot leoparınla neler yaptın bakalım?" diye sordu. Nalan da kocasının sözlerini onaylayarak, "Evet Sahara, merakla bekliyorum." dedi.
Sahara heyecanla, göl kenarında Nil-7 ile yaptıkları keşif turlarını ve robotun ona anlattığı M.Ö.5000 yılındaki antik çağ hikayesini anlatmaya başladı. Khaalid'in köyünü, Sahra'dan Nil'e göçü, haydutlarla olan mücadelesini ve sonunda kral olma hikayesini bir solukta anlattı. Okan, hikayeyi büyük bir ilgiyle dinledi.
.png)
.png)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!