Zombiruni mahlasıyla şiirler yazıyordu, yazdığı şiirleri bir internet sitesinde paylaşıyordu.
Kurbanları yazdığı şiiri beğenenler arasından seçiyordu.
Ve ona da şiir yazıyordu. ve işini bitiriyordu.
Sonra yazdığı ikinci şiiri beğenenler arasında bir seçim yapıyor
Zombirûnî derler ona.
Şiirleri kan kokar, dizeleri ölümle mühürlüdür.
Sana şiir yazdım, demişse…
Şimdiden kendini ölmüş bil.
Kefenini hazırla,
Tabutunu sipariş et.
Mezar yerini satın al,
Sevdiklerinle vedalaş.
Çünkü Zombirûnî birine şiir yazdı mı,
Onun adı zaten çoktan
Son mısrada gömülmüştür.
Zombiruni seri katil olabilir ama güzel şiirler yazıyor.
Belki bir gün sana da şiir yazar.
1: Seni de yazacağım bu gece
Dün gece sokaktan bir aşk kaçırdım,
Nabzı hâlâ atıyordu, şiir yazacak kadar...
Kalbini çıkardım önce,
İçinde hâlâ senin adını fısıldıyordu.
Ciğerlerini aldım sonra,
Nefes nefese kalmıştı vedalarda.
Gözbebeklerini cımbızla söktüm,
Son baktığı yer hâlâ balkondu.
Dilini cebime koydum,
Çünkü "seni seviyorum" demeye başlamıştı.
Ve beynini en son aldım,
İçinde hâlâ seni düşünüyordu.
Şimdi onları bir deftere dikiyorum,
Her dize bir dikiş izi.
Bu aşk yasal değil belki,
Ama şiir yaşasın istedim.
Ruhunu bırakmadım...
Onu sen okurken içine girsin diye.
...
Seni de yazacağım bu gece,
önce kaşlarını çözeceğim.
Gövdeni bir yere asıp,
en son çığlığını gömeceğim.
...
Uyandığında artık yoktun,
ama perdeler hâlâ seni tutuyordu.
Yastığın sanki çığlığını ezberlemiş,
battaniyen kendini suçlu gibi sarmış.
Gözlerin açık kalmıştı,
belki son dizeyi tamamlamak istemiştin.
Parmaklarınla harfleri çizmişsin duvara:
S...E...N...
Gerisi eksik.
Ben tamamladım şiiri.
Sen sustuğun yerden devam ettim.
Artık sen bir sessizliksin,
ama çok güzel uyuyorsun
bir dize kadar ölü,
bir mezar kadar anlamlı. (Zombîrûnî)
2: ÜMÜĞÜNÜ SIKARKEN
Öldürüyorum günleri,
Sessizce, itinayla.
Önce nefes borularına şiir tıkıyorum,
Sonra çırpınmalarını sayıyorum.
Zehirliyorum saatleri
Her tik tak bir sancı,
Her saniye, adını boğarak geçiyor.
Senin yokluğunla kanatıyorum zamanı,
Çırılçıplak bırakıyorum takvimleri,
Sensiz hiçbir güne gün demem zaten.
Onlar hâlâ seni çağırıyorlar:
Çığlık çığlığa, avaz avaz...
Ama sen duymuyorsun,
Ben de umursamıyorum artık.
Çünkü şimdi kalem elimdeyken
Senin için yazmak da bir işkence ayini:
Her heceyi bir kurşun gibi yutuyor gece.
Kaçmaya kalkıyorlar
adını andığım her mısrada.
Ama kulaklarını yakalıyorum önce,
Mıhlarla sabitliyorum seni
Bu dizelere.
Sonra?
Sonra izliyorum çırpınmalarını,
Harf harf parçalanışlarını.
Kaç gün kaldı bilmem,
Ama sen yoksan,
Geriye kalanları da kesip biçerim,
Zaten zaman dediğin şey,
Yaralı bir kurban gibi sürünüyor önümde.
Hem ne var bunda?
Şiirse şiir…
Cinayetse o da elimden çıkar.
Zombîrûnî’yim ben.
Her dize bir mezar taşı.
Her şiir, biraz senin ölüşündür. (Zombîrûnî)
3: ATOMLARIMIZ KAVUŞUR
Elbet bir gün ayrılacağız. Ama sonra,
Atomlarımız buluşur belki.
Senden iki hidrojen gelir,
Benden bir oksijen.
Bir su damlası oluruz.
İçiliriz bir çocuğun avucunda.
Ya da buhar olup göğe yükseliriz.
Belki bir buluta karışırız sessizce,
Ve bir dağın yamacına yağarız birlikte.
Sonra bir çiçeğin özsuyuna gireriz,
Sen kokuyu taşırsın, Ben rengi.
Belki bir çayın buharında çözünürüz,
Bir sevgilinin dudağında içeriz kendimizi.
Ya da bir gözyaşında düşeriz toprağa,
Sessizce ayrılıp yeniden birleşmek üzere.
Belki bir kelebek seni içer,
İkimiz de o kelebeğin kanadında uçarız.
Ya da başka bir ihtimal:
Bir deniz oluruz yıllar sonra.
Dalgalarla vururuz aynı kıyıya.
Kimse anlamaz belki,
Ama biz biliriz.
Seninle
aynı toprakta kaybolduk ama
aynı yağmurda buluştuk. (Zombîrûnî)
4: Sövmek geçiyor içimden
Sövmek geçiyor içimden,
dilimin ucunda bir ordu duruyor.
Ama ben,
her küfrü yutuyorum,
boğazıma üç nokta saplayarak.
Üç nokta...
Ne çok şey sığıyor içine.
Bir isyanın ayak sesi,
bir çığlığın parmak izi,
ve Allah kahretsin diyemediğim herkesin sureti.
O zalimlere,
süslü hainlere,
sessizliği meziyet sanan yüzsüzlere
üç nokta fırlatıyorum.
Şeytana atılamamış taşlar gibi,
içimde büyüttüğüm sabır yumruklarını
bu suskunluk mermilerine sarıp gönderiyorum.
Duymuyorlar.
Belki bilerek,
belki alışarak.
Ama bir gün
o üç noktalardan biri
bir kurşun olur,
bir cümleyi bitirir.
Kravatla cinayet işleyenlere,
adaleti çantasına koyup
mahkemeye rüşvetle girenlere,
Saraydan çıkmayan yüzlere,
gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlere,
ekmeğimizi küçültüp
faturamızı büyütenlere,
Her şehit cenazesinde Allah’ı hatırlayıp
sonra Şeytan gibi unutanlara...
Üç nokta gönderiyorum
susarak bağırmanın en kara haliyle.
Yoksulun cebini soyarken
yardım kolisi uzatanlara,
aç çocuğun annesine
sabır telkin edenlere,
merhameti reklama dönüştürenlere...
Her biri için üç nokta yazıyorum defterime.
Ne bir kelime eksik,
ne bir küfür fazla.
Sonra ne mi olacak?
Sustuğumuz ne varsa
bağırır gibi okunacak.
Tüm zalimlerin adları
bir kitapta toplanacak.
O kitap okunmayacak...
Üç noktayla,
bir ünlem işareti yapılacak. (Zombîrûnî)
5: Söylemeden Söylenen
Hiç bir şey söylemediğin zaman,
Her şeyi anlatman ne tuhaf.
En çok o zaman konuşuyorsun bana.
Bakışların bir mezar taşı gibi dikiliyor içime,
suskunluğun, ölüm ilanı gibi asılıyor duvarlara.
Ne bir kelime,
ne bir ses,
ama içimde bin bıçak:
Her biri sustuğun yerden saplanıyor.
Hiçbir şey söylemediğin zaman,
sanki bir şiirin eksik mısrasısın,
ama ben o eksikle daha çok kanıyorum.
Sana sormuyorum artık:
Neden sustun?
Çünkü cevabın çoktan duvarlarda,
kan lekesi gibi.
Sustuğun yerde
ben yıllardır bağırıyorum.
Ve kimse duymuyor...
Sen bile. (Zombirûnî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!