21 Ağustos 2025 Perşembe

SAHRA'NIN YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 3000

 


Bölüm 1: Naïma ve Ferid-7’nin Mağara Macerası

Naïma, yeni bir günün ilk ışıklarında gözlerini açtığında, zihninde hâlâ göl kenarındaki rüzgârın serin fısıltıları yankılanıyordu. Ancak bu kez, Eski Sahra’nın başka bir sırrını keşfetmek için sabırsızlanıyordu. Ferid-7, şarj ünitesinden yeni çıkmış, nano-kristal kaplaması sabah güneşinde hafifçe parlıyordu. Naïma’nın zihni, robot leoparın sinirsel arabirimiyle eşleştiğinde, görüntüler, sesler ve kokular kristal berraklığında akmaya başladı. Hedefleri, yerleşim biriminin birkaç kilometre kuzeyinde, kayalık bir tepenin eteğinde gizlenmiş, karanlık ve davetkâr bir mağaraydı.

Mağaraya Doğru Yolculuk

Ferid-7’nin adımları, çöldeki tozlu patikada neredeyse hiç iz bırakmıyordu. Mikro-sürtünme jelleri, her adımda zemine tutunarak sessiz ama güçlü bir hareket sağlıyordu. Naïma, leoparın geniş açılı lenslerinden gelen 270 derecelik görüntüyle, çevresindeki manzarayı izliyordu. Kum tepeleri, ufukta yerini keskin kenarlı kayalara bırakıyordu. Hava, sabahın serinliğiyle birlikte hafif bir mineral kokusu taşıyordu. Ferid’in nano-kimyasal koku alıcıları, kaya yüzeylerinden yükselen silikat ve toz kokusunu Naïma’nın zihnine aktardı. “Sanki taşlar da nefes alıyor,” diye mırıldandı Naïma, genzinde hafif bir rutubet hissederek.

Ferid-7, mağaranın girişine yaklaştığında yavaşladı. Mağaranın ağzı, devasa bir taş ağız gibi karanlık ve gizemliydi. “Mağara Keşif Modülü etkinleştirildi,” dedi Ferid, sesi Naïma’nın zihninde sakin bir titreşimle yankılanırken. “Ortam analizi: Hava nem oranı %12, sıcaklık 18°C, düşük seviyeli organik izler tespit edildi.” Naïma’nın kalbi hızlandı. “Organik izler mi? Yani… orada bir şeyler mi yaşıyor?” Ferid’in optik mercekleri, karanlığa odaklanırken hafif bir tıklama sesi çıkardı. “Muhtemelen mikroorganizmalar, ama dikkatli olalım, küçük komutan.”

Mağaranın Derinliklerine

Ferid-7, mağaranın içine ilk adımı attığında, Naïma karanlığın serinliğini hissetti. Leoparın termal sensörleri, sıcaklık düşüşünü algıladı ve bu veri, Naïma’nın teninde hafif bir ürperti olarak simüle edildi. Ferid’in gece görüş ve kızılötesi modülleri devreye girdi; mağaranın duvarları, yeşilimsi bir parlaklıkla ve sıcaklık farklılıklarının oluşturduğu siluetlerle aydınlandı. Duvarlarda, binlerce yıl önce oluşmuş mineral damlacıkları, kristalize yıldızlar gibi parlıyordu. Naïma, “Ferid, bu taşlar… sanki bir gökyüzü gibi,” diye fısıldadı.

Robot leoparın yüksek çözünürlüklü kulak mikroflapları, mağaranın içindeki her titreşimi yakalıyordu. Damlayan suyun ritmik tıpırtısı, uzak bir yankıyla geri dönüyor, adeta sessiz bir melodi oluşturuyordu. Ferid-7, kaygan kalsiyum karbonat zeminini analiz ederek dikkatle ilerledi. “Kayma riski %8,” dedi. Naïma gülümsedi. “Sen bir leoparsın, kaymazsın, değil mi?”

Birden, Ferid’in koku alıcıları yeni bir iz yakaladı: hafif, küflü bir koku, nemli bir ormanın kalıntılarını andırıyordu. Naïma’nın zihninde bu koku, genzi yakan bir rutubet ve hafif tatlı bir mineral notasıyla canlandı. “Bu koku… sanki bir sır saklanıyor,” dedi Naïma, heyecanla. Ferid-7, koku izini analiz etti: “%0.3 mantar sporları, %0.1 organik çürüme. Zararsız, ama yaklaşık 3200 yıl öncesine ait.” Naïma’nın gözleri faltaşı gibi açıldı. “Yani… bu mağara, bir zamanlar yaşayanların sığınağı mıydı?”

Mağaranın Sırrı

Ferid-7, mağaranın derinliklerine ilerledikçe, duvarlarda soluk ama belirgin çizgiler belirdi. Naïma, leoparın yüksek çözünürlüklü kameralarından gelen görüntülerde kaya yüzeyine kazınmış şekilleri fark etti. “Ferid, dur! Bunlar… resimler mi?” Ferid’in mercekleri yakınlaştı; el izleri, av sahneleri ve spiral desenler ortaya çıktı. “Kaya sanatı,” dedi Ferid. “M.Ö. 3000 yılları arasında yapılmış. Bu semboller, suyun döngüsünü anlatıyor: yağmur, nehir, göl… ve gökyüzüne dönüş.” Naïma, bir spiral desenin içinde kayboldu. “Yani… bu mağara, suyun hikayesini mi koruyor?”

Ferid-7, mağaranın derinliklerinden gelen hafif bir hava akımını algıladı. “Belki de öyle, ama bu mağara insanların umutlarını da saklıyor.” Naïma, küçük, narin bir el izine odaklandı. “Ferid… bu el izi, benimki kadar küçük,” dedi yumuşakça, sanki binlerce yıl önceki bir çocuğun ruhuna dokunuyordu.

Beklenmedik Bir Keşif

Ferid-7’nin sensörleri, bir anormallik yakaladı. Mağaranın zemininde, küçük bir çukurda su birikintisi vardı, etrafı neon yeşili parıldayan yosunlarla çevriliydi. Ferid, mikro-nano tat analiz probunu suya uzattı. Naïma, bir anlık serinlik hissetti, ardından tat geldi: hafif tuzlu, ama göldeki gibi ağır değil, hafif kükürtlü ve metalik bir tatlılıkla karışık. “Bu su… farklı,” dedi Naïma. Ferid analizi tamamladı: “Tuz oranı %0.2, mineral içeriği düşük, hafif jeotermal izler. İçilebilir, ama kükürt ve demir var.” Naïma’nın gözleri parladı. “İçilebilir mi? Yani… bir vaha mı bulduk?”

Ferid-7, ultrasonik sensörleriyle suyun kaynağını taradı ve dar bir açıklıktan gelen ısı parıltısını fark etti. “Jeotermal bir yeraltı kaynağı. Milyonlarca yıldır burada olabilir.” Naïma, Ferid’in probunun suya daldığını hissetti. Suyun yüzeyinde, küçük, yarı saydam, ışıldayan canlılar yüzüyordu. “Canlılar!” diye fısıldadı Naïma heyecanla. “Ne bunlar, Ferid?”

“Termal koşullara uyum sağlamış ekstrem mikroorganizmalar, termofiller dedi Ferid. “Bu havuz, en az 1000 yıllık izole bir ekosistem. Anaerobik, sülfür indirgeme yeteneği vardır. Naïma, bu küçük canlıların dansını izlerken, “Bu mağara… sanki dünya burayı saklamış,” dedi. Ferid’in sesi yumuşadı: “Bazı sırlar, dokunulmadan kalmayı hak eder, küçük komutan.”

Mağaranın Şarkısı

Naïma, mağaranın sessizliğini ve parlayan suyun yansımasını zihninde canlandırdı. “Ferid, bu mağaranın bir şarkısı var mı?” diye sordu. Ferid-7 durdu, sesi karanlıkta bir ninni gibi yankılandı: “Her yerin bir şarkısı vardır. Bu mağaranın şarkısı, su damlaları ve sessizliğin dansıdır.” Naïma, gözlerini kapattı ve mağaranın fısıltılarını dinledi: damlayan su, yankılanan sessizlik ve binlerce yıllık sırlar.

Dönüş Zamanı

Ferid-7’nin enerji seviyeleri %22’ye düştüğünde, Naïma dönüş vaktinin geldiğini biliyordu. “Ferid, bu mağarayı unutmayacağım. Sanki Sahra’nın kalbi burada atıyor.” Robot leopar, mağaranın dar geçitlerinden sessizce geri dönerken yanıt verdi: “Bu topraklar, sırlarını dinleyenlerle konuşur. Sen, küçük komutan, iyi bir dinleyicisin.”

Evlerine dönerken, Naïma mağaranın görüntülerini zihninde tekrar oynattı: kaya resimleri, parlayan mikroorganizmalar, küçük el izi… “Ferid,” dedi fısıldayarak, “Bir gün buraya geri döneceğiz, değil mi?” Ferid-7’nin gözleri, alacakaranlıkta parladı. “Elbette. Mağaralar bekler, ve biz her zaman geri döneriz.”

Naïma, zihinsel bağlantıyı yavaşça kesti. Odasının sessizliğinde, mağaranın serinliğini ve suyun şarkısını hâlâ hissediyordu. Ferid-7, Üzerinde "Sahara Reborn" yazan kapsülün “Hijyenik Servis Kapısı" dan girip şarj ünitesine yerleşirken, Naïma yatağına uzandı ve gözlerini kapattı. Mağaranın fısıltıları, zihninde bir ninni gibi yankılanıyordu. Sahra, bir kez daha onunla konuşmuştu.

Naima'nın Odası

Naïma, yatağında mağara yolculuğunun yankılarıyla uzanırken Ferid-7’nin gözleri loş ışıkta yanıp söndü.
“Ansiklopedik bilgi güncellemesi: Bu mağara, Holosen Nemli Dönem’in sonlarında, göçebe kabilelerin geçici barınağı olarak kullanılmış. Kaya resimleri, su kültünün en eski örneklerinden biri. Bu da Sahra’nın, bir zamanlar yalnızca çöl değil, yaşamın kalbi olduğunu gösterir,” dedi robot.

Naïma, düşünceli bir şekilde mırıldandı:
“Yani bu taşlar, binlerce yıl önce yaşamış insanların sesini taşıyor… Tıpkı Sahra’nın yeniden uyanacağına dair hikâyeler gibi.”

Ferid-7, mağara duvarındaki resimleri gösterdikten sonra devam etti;

"Çektiğim resimlerin veritabanı eşleştirmesi tamamlandı. Bu tarz kaya resimleri, özellikle Tassili n’Ajjer platosunda yaygındır. Cezayir’in güneydoğusunda, 72.000 kilometrekarelik bir alanı kaplayan bu plato, dünyanın en büyük tarih öncesi sanat galerisi sayılır. 12.000’den fazla kaya resmi bulunmuştur. Çizimlerde fillerden timsahlara, hipopotamlardan zürafalara kadar Sahra’nın bir zamanlar cennet gibi olduğunu kanıtlayan hayvanlar görülür. Ayrıca, ritüel sahneler, dans eden insan figürleri ve gökyüzüne bakan garip siluetler de vardır. Arkeologlar hâlâ bu resimlerin bir kısmının anlamını çözememiştir. Bazıları, yıldızlarla kurulan mistik bağları sembolize ettiğini düşünür.”

Naïma’nın gözleri büyür: “Yani Sahra, bir zamanlar sadece çöl değilmiş… gerçekten yaşam doluymuş. Bizim bulduğumuz gibi... el izleri, spiraller. Sanki o insanlar bize mesaj bırakmış. Peki, bu mağaralar nasıl oluşmuş? Yeraltı suları falan?”

Ferid-7’nin gözleri hafifçe parladı. Mağaralar, karstik süreçlerle oluşmuş; suyun kayaları eritmesiyle. Sahra'nın altında gizli su kaynakları var, jeotermal aktiviteler de dahil. Rock art genellikle bu dağlık bölgelerde, çünkü taş yüzeyler bol ve korunaklı.”

Ferid-7’nin optikleri yavaşça kısıldı.
Sahra'nın Uyanışı adlı hikâyeyi hatırlamak ister misin küçük komutan?”

Naïma başını salladı. “Evet… ama nerede kalmıştık?”

Ferid-7 kısa bir duraksamadan sonra cevap verdi:
“Hatırladığım kadarıyla… MÖ 3000 yılıydı. Alternatif senaryoda ilk defa bir insan, gökyüzünü aşarak yıldızlara dokunmuştu. İlk firavun Narmer.”

Naïma’nın kalbi hızlandı. Hâlâ merak ediyorum… bunu nasıl başardılar? O çağda hangi bilgiyle, hangi cesaretle? Devam edelim mi?” diye fısıldadı.

Ferid-7’nin sesi alçaldı, ama tınısında bir merak vardı:
“Devam etmeliyiz. Çünkü bu hikâye… bizim geçmişimizden almamız gereken dersleri, ve belki de planlamamız gereken geleceğimizi anlatıyor.”

Bir saniye sonra Ferid-7’nin sesi duyuldu.

“Tamam. Simülasyon hazır. Zihin bağlantısı başlatılıyor…”

Naïma’nın zihni yavaşça karardı. Nil kenarındaki rüzgâr uğultusu yerini mağaranın fısıltısına bıraktı. Nil'in kokusu, Firavunun saray'ın ışıltısına dönüştü. Ay ışığı soldu. Güneş, bir başka çağın gökyüzüne doğdu. Zamanın binlerce yıl geçmiş hikayelerini yüreğinde hissetti. Uğultu… Görüş bulanıklaşma… Sonra altın kadehler, meyve tabaklarıyla dolu bir masa ve uzaklardan gelen ayak sesleri ile görüntü keskinleşti.



Bölüm 2: Antik Mısır Tanrıların Kökeni (M.Ö. 3050)

İlk firavun Narmer, tahtında oturmuş, alaycı bir gülümsemeyle rahiplerine bakıyordu. Elinde bir yazı kamışı, gözlerinde muzip bir ışık vardı. Büyük taş kubbenin içinde toplanan rahipler, tedirgin ama merakla bekliyordu. Demek beni tanrı yapmak istiyorsunuz.

Bir rahip öne çıktı "Efendimiz, evet. Biz düşündük. Firavunumuzdan çok güzel bir tanrı olur dedik. HORUS'un oğlu deriz. Tanrı Horus’un yeryüzündeki temsilcisi olduğunuzu ilan ederiz. Horus’un simgesi olan şahinle birlikte tasvir ederiz. Horus, düşmanlarını alt eden Narmer’e yardım eder gibi gösteririz.  Bu da sizi ilahi destekle hüküm sürdüğünüzü ima eder."

Narmer kahkahalarla havaya fırladı:
"Horus’un oğlu mu? Şahin başlı tanrıyı, anneme koca mı yapıyorsunuz? Bir kuşla akraba mı olacağım yani? Yarın da beni kartal yumurtasından mı çıkaracaksınız?"

Rahipler ter içinde kalmıştı. Başrahip ürkekçe öne çıktı:
“Efendimiz… Horus güçlüdür, gökten gelen adaleti simgeler. Siz de onun gücünü taşırsınız.”

Narmer:
“Peki, Horus’u nasıl uydurdunuz? Şahin kafalı bu tanrı da nereden çıktı?”

Bir rahip kıpkırmızı olur, titreyerek öne çıktı:
“Efendimiz… aslında başta Horus diye bir tanrı yoktu. Çocuğum bir gün horozunu gösterdi, ‘Baba, bunu kim yarattı?’ diye sordu. Ben de ‘Horozları, Horoz Tanrısı Horos yarattı’ dedim.”

Narmer bir an dona kaldı, sonra kahkahayı patlattı:
“Horoz mu?! Yani tanrılarımızı tavuk kümesinden mi çıkarıyorsunuz siz?”

Rahip boynunu bükerek devam etti:
“Ama… efendim… horoz kafası çok komik görünüyordu. Halk da ciddiye almadı. Biz de biraz makyaj yaptık… horoz kafasını şahine çevirdik. Daha havalı oldu.”

Narmer bastonuyla yeri dövdü, kahkahadan gözleri yaşardı:
“Yani siz bana kuş tanrısı sattınız ama aslında işin içinde horoz vardı! Horoz Tanrısı Horos! Horoz ötünce güneş doğar sandınız herhalde! Bu mudur ilahiliğiniz?”

Diğer rahipler de kahkahalara karıştı.

Narmer kahkahalarla sarsılarak başladı:
“KHEPRİ’yi hatırlıyor musunuz? Bokböceği tanrımız vardı. Onu kim uydurdu?”

Bir rahip öne çıktı, başını eğerek utangaç bir sesle cevap verdi:
“Efendimiz, evet… aslında… ben uydurdum. Benim çocuğum bir bokböceği görmüş, ona isim bile vermiş. Bana koştu: ‘Baba, Khepri adını verdiğim böceğimi kim yarattı?’ diye sordu. Ben de ona bir masal anlattım. Akşam olana kadar, çocuk arkadaşlarına anlatmış… ve işte o gün, bizim yeni tanrımız oldu: Bokböceği tanrısı Khepri.”

Narmer’in kaşları kalktı, sesi taş kubbeyi titretti:
“Bunu duymak, gerçekten… ahlaksız bir komedinin ta kendisi! Siz… çocukların hayal gücüne dayanan bir tanrı yarattınız ve sonra da bu masal yüzünden halkı köle ettiniz!”

Narmer, yazı kamışını elinde çevirerek yürüdü ve durdu:
“Bakalım… HEKET, kurbağa başlı doğum tanrıçası da var. Bunu hangi akıllı uydurdu?”

Bir rahip titreyerek öne çıktı, sesi çatallaşarak:
“Efendimiz, geçenlerde hanımım doğum yapmak üzereydi, bana hangi tanrıya dua edeceğini sordu. Doğum tanrımız o güne kadar yoktu. Gelen Hekima isimli ebe… kurbağa gözlü bir kadındı, efendim! Oradan esinlendim. Kurbağa başlı tanrıyı hemen uydurdum, halk da inandı!”

Narmer kahkahalarla sarsıldı, tonu alaycıydı:
“Kurbağa gözlü bir ebe mi? Bu tanrıça, doğumu kolaylaştırmaktan çok, anneleri korkutmuş olmalı! Harika bir buluş!”

Narmer, gülmekten nefes nefese, devam etti:

“BABİ’yi kim uydurdu lan? Çok komikmiş! Yıldızlara kadar uzanan cinsel organı varmış!”

Başrahip korkarak öne çıktı, yüzü kıpkırmızı:
“Efendimiz… onu da ben uydurdum… Haydutlar saldırdığında Babek isimli biri okla vurulmuştu, cesedi kaldırmak için geri döndüğümde babunlar cesedin başına toplanmış… Kalbini ve… cinsel organını yemişlerdi. Halk ne oldu bu cesede diye sorunca ben de Babi’yi anlattım, efendim. Yıldızlara uzanma kısmı… biraz abarttım, korkutmak için!”

Narmer yere kapaklanarak güldü:
“Abarttın mı? Bu, Nil’in ötesine geçen bir efsane olmuş! Babunlar bile utanıyordur şimdi!”

Narmer, kendini toparlayıp kalem olarak kullandığı kamışını salladı:
“Peki ya Anubis? Sakallı çakal kafalı bu adamı kim icat etti?”

Bir genç rahip cesaretle atıldı:
“Efendimiz, köpeklerimiz gece çöldeki çakallarla kavgaya karışmıştı. Bir gece sakallı bir çakal gördüm sandım, 'ağzı pis' dedim. Ağzında köpek yavrusu varmış. Ağzı pis dediğimi yanlış duyan rahipler ‘Bu kutsal bir işaret’ Anubis dedi. Ben de ‘O zaman mumyalama tanrısı yapalım’ dedim. Sakallı çakal kısmı, öyle kaldı!”

Narmer kahkahalarla patladı:
“Sakallı çakal mı? Bu tanrı, yeraltı dünyasında traş makinesi arıyordur herhalde!”

Narmer, gözleri yaşararak devam etti:
“HATHOR’u da unutmayalım! İnek kafalı aşk tanrıçası… Bunu kim uydurdu?”

Bir yaşlı rahip utangaçça güldü:
“Efendimiz, bir gün Hartur isimli sarhoş bir çobanı, ineğiyle dans ederken yakaladık. ‘Bu kutsal bir ritüel’ dedik, sonra ineği tanrıça yaptık. Aşk ve müzik kısmı, çobanın flütünden geldi!”

Narmer dizlerini döverek güldü:
“İnek çobanla nasıl dans eder? Bu tanrıça, diskoda mı doğdu?”

Narmer, nefes alarak son bir darbe vurdu:
“SOBEK’i kim uydurdu? Timsah kafalı bu askeri tanrı nereden çıktı?”

Bir balıkçı rahip öne çıktı, gülerek:
“Efendimiz, Nil’de bir timsah beni yutacaktı, kurtuldum. Halk ‘Bu bir tanrı’ dedi, ben de ‘Askeri güç olsun’ dedim. Timsah kafası, korkutmak için kaldı!”

Narmer ayakta alkışladı:
“Timsahın midesinden tanrı mı çıkardınız? Bu, en iyi komedi finali!”

Narmer, devam etti:
“HATMEHYT’i ele alalım! Balık başlı veya başında balık taşıyan kadın… Bunu kim uydurdu?”

Bir balıkçı rahip utangaçça öne çıktı, elindeki ağla oynayarak:
“Efendimiz, bir gün Nil’de balık tutarken ağa yüzme olimpiyatlara hazırlanan Hatmira isimli bir kadın takıldı, ama çıkarırken üzerine balıklar döküldüğü için balık gibi kokuyordu! ‘Bu kutsal bir işaret’ dedim, sonra balığı tanrıça yaptım. Balık başı, kokuyu gizlemek içindi!”

Narmer kahkahalarla yere yığıldı:
“Balık kokusu mu? Bu tanrıça, tapınakta bile insanları uzaklaştırıyordur! Balıkçı pazarından tanrı mı çıkardın?”

Narmer, kendini toparlayıp devam etti:
“NEHEBKAU’yu unutmayalım! İki başlı yılan… Kimin aklına geldi bu saçmalık?”

Bir yılan terbiyecisi rahip titreyerek atıldı:
“Efendimiz, bir gün çöldeki iki yılan kuyruğunu birbirine dolamıştı, korktum! ‘Bu tanrı olmalı’ dedim, iki başı ruh koruması için ekledim. Enerji kısmı, yılanların hızlı hareketinden geldi!”

Narmer gözyaşlarını silerek güldü:
“İki başlı yılan mı? Bu tanrı, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışıyordur! Çöldeki en karışık dansçı!”

Narmer, kamışını havaya kaldırdı:
RA, şahin başlı güneş tanrısı… Bunu kim uydurdu, gökyüzünde uçan bir tavuk mu?”

Bir gökbilimci rahip öne çıktı, utanarak:
“Efendimiz, bir şahin güneşi takip ediyordu, ‘Bu güneşin ta kendisi’ dedim. Diski taç yaptık, ama şahin kafası uçuşu temsil etsin diye kaldı. Geceleri yeraltına inmesi… uyuyakaldığı için!”

Narmer dizlerine vurdu:
“Uyuyakalan bir güneş tanrısı mı? Bu, gökyüzünde sızıp düşen bir şahin! Harika bir mazeret!”

Narmer, gülerek devam etti:
“PTAH, mumya gibi asa tutan mavi taçlı adam… Kim bu zombi tanrıyı yarattı?”

Bir heykeltıraş rahip güldü:
“Efendimiz, bir gün eski bir mumyayı boyadım, mavi taç ekledim, ‘Bu yaratıcı bir tanrı’ dedim. Asa, boya fırçası yerine geçti. Halk da inandı!”

Narmer kahkahalarla sarsıldı:
“Mumya boyası mı? Bu tanrı, tapınakta boya kokusuyla dolaşıyordur!”

Narmer, kamışını masaya vurdu:
“KHNUM, koç başlı adam… Bunu kim uydurdu, çöldeki bir keçi mi?”

Bir çoban rahip öne çıktı:
“Efendimiz, bir koç bana kafa attı, ‘Bu güçlü bir tanrı’ dedim. Kil çamuruyla insan yapma fikri, koçun boynuzlarını yoğurmaktan geldi!”

Narmer yere yuvarlandı:
“Kafa atan koç mu? Bu tanrı, tapınakta kafa tutuyor olmalı!”

Narmer, nefes alarak devam etti:
“MA’AT, devekuşu tüyü başlı kadın… Kim bu tüy koleksiyoncusunu yarattı?”

Bir hakem rahip güldü:
“Efendimiz, bir devekuşu tüyü buldum, ‘Adalet sembolü olsun’ dedim. Denge kısmı, tüyün hafifliğinden esinlendi!”

Narmer alkışladı:
“Tüyden adalet mi? Bu tanrıça, mahkemede uçuşuyor olmalı!”

Narmer, kamışını salladı:
“THOTH, ibis başlı veya babunlu adam… Kim bu tuhaf kâtibi uydurdu?”

Bir kâtip rahip utandı:
“Efendimiz, bir ibis papirüsümü yedi, ‘Bu bilgelik tanrısı’ dedim. Babun, kalemi çaldığında eklendi!”

Narmer kahkahalarla patladı:
“Papirüs yiyen bir tanrı mı? Bu tanrı, tapınakta kırtasiye malzemelerini çalıyor!”

Narmer, gözleri parlayarak devam etti:
“AMMUT, aslan-timsah-su aygırı karışımı… Kim bu canavarı hayal etti?”

Bir korkak rahip titredi:
“Efendimiz, bir kâbus gördüm, üç hayvan birleşmişti! ‘Ölülerin yiyicisi olsun’ dedim, korkutmak için!”

Narmer yere düştü:
“Kâbustan tanrı mı? Bu, tapınakta birinin arkası açık kalmış, rüya görüyor!”

Narmer, gülerek ekledi:
“BASTET, kedi veya dişi aslan başlı kadın… Kim bu ev kedisini tanrı yaptı?”

Bir kedi sever rahip güldü:
“Efendimiz, kedim fare yakaladı, ‘Koruma tanrısı’ dedim. Aslan kısmı, kedinin hırlamasından geldi!”

Narmer alkışladı:
“Fare avcısı mı? Bu tanrıça, tapınakta miyavlıyor!”

Narmer, kamışını kaldırdı:
“SEKHMET, dişi aslan… Kim bu vahşi kediyi uydurdu?”

Bir savaşçı rahip öne çıktı:
“Efendimiz, bir aslan saldırdı, ‘Bu savaş tanrısı’ dedim. Sinkaflı küfür kısmı, kaçarken attığım çığlıktan!”

Narmer güldü:
“Küfürden tanrı ismi mi? Tapınıyor muyuz, küfür mü ediyoruz belli değil!”

Narmer, devam etti:
“BES, cüce tanrı… Kim bu küçük adamı yarattı?”

Bir dansçı rahip güldü:
“Efendimiz, Bestami isimli bir cüce dans ediyordu, ‘Şans tanrısı’ dedim. Komik yüzü, kahkahalardan geldi!”

Narmer yere yattı:
“Dans eden cüce mi? Bu, tapınakta parti yapıyor!”

Narmer, nefes nefese ekledi:
“TAWERET, hipopotam-timsah-aslan karışımı… Kim bu tuhaf figürü uydurdu?”

Bir ebe rahip utandı:
“Efendimiz, hamile bir hipopotam gördüm, ‘Doğum tanrısı’ dedim. Timsah ve aslan, korkutmak için eklendi!”

Narmer kahkahalarla sarsıldı:
“Hipopotam doğum mu? Bu, tapınakta yüzen bir tanrıça! Başka kim var? Bu tanrı tiyatrosu bitmedi!”

Narmer, son bir darbe vurdu:
“SET, bilinmeyen bir hayvan başlı adam… Kim bu tuhaf yaratığı icat etti?”

Bir avcı rahip güldü:
“Efendimiz, çölde karanlıkta garip bir hayvan gördüm sandım, ‘Kaos tanrısı’ dedim. Hayvanı tanıyamadım, o yüzden öyle kaldı!”

Narmer ayakta alkışladı:
“Tanıyamadığın bir hayvan mı? Bu tanrı, tapınakta kaybolmuş olmalı!”

Rahip topluluğu, Narmer’in kahkahalarına katılarak kubbenin içinde bir gülme korosu oluştu. Tanrılar, masallar ve abartılarla dolu bu dünya, artık bir komedi sahnesine dönüşmüştü.

Narmer, kamışını masaya vurarak bağırdı: “Kesin bu soytarılığı!

Rahipler kafalarını öne eğdi, sessizlik taş kubbeyi doldurdu. Narmer, tahtından kalkıp odada volta atmaya başladı, sesi öfke ve alayla karışmıştı.

Narmer:
“Heket, Babi, Hatmehyt, Nehebkau… binlercesi hepsi bir hikaye. Bok böcekleri, balıklar, babunlar ve bunun gibi bunlardan absürt tanrılar uydurmak ve bunlara bir çocuk gibi saflıkla inanmak, insanları köleleştirmektir, halk düşmanlığıdır. Anladınız mı?”

Rahipler birbirine bakıştı, korku ve şaşkınlık içindeydi.


Narmer’in Halkına Hitabı

“Ey Mısır halkı! Ben tanrıyı yıkmıyorum, hakikati arıyorum.
Siz masalcı rahipler yüzünden her varlığın ayrı bir tanrısı olduğuna inandınız. Güneşin ayrı, nehrin ayrı, doğumun ayrı, ölümün ayrı…
Fakat ben gördüm ki, bütün bunlar bir tek kudretin eseridir.
Evrenin, hayatın ve her şeyin yaratıcısı bir tek Tanrı olabilir.
Onu bulmadan, gerçek huzuru bulamayız.

İşte bu yüzden diyorum: Ben göğe çıkmalıyım!
Çünkü hakikat yerde değil, göklerin derinliğinde gizli olabilir.
Bilginlerimiz, ustalarımız, rahiplerimiz! Yeni hedefiniz benim göğe yükselmemdir.
Bana merdivenler, kuleler yapın. Bunlar göğe çıkmamı sağlamazsa beni bulutların üstüne uçurun.
 

Çünkü ancak göğe çıktığımda, her şeyin yaratıcısını bulabileceğime inanıyorum ve bulduğumda size geri döneceğim.
Ve o gün geldiğinde, artık masallarla değil, hakikatle yaşayacağız.”


Tapınaktan Tanrılar Kaldırılıyor

Narmer, tapınakta tüm tanrı sembollerinin kaldırılmasını emretti. Heket’in kurbağa kafası, Babi’nin babun heykeli, Khepri’nin bokböceği maskesi… Hepsi tek tek kaldırıldı, altın kaplamalar söküldü, tahta oymalar yere yığıldı. Tapınak, bir zamanlar ilahi figürlerle dolu olan o görkemli haliyle değil, şimdi bomboş ve sessizdi. Böylece Antik Mısır mitolojisi ve Paganizm başlar başlamaz bitti.

Rahipler endişeyle Narmer’in yanına geldiler, yüzlerinde hem korku hem utanç vardı:
“Efendim… halk bizimle dalga geçiyor. Tanrıları uydurduğumuz ortaya çıktı. Bize ne olacak?”

Narmer, ciddi ama hafif gülümseyerek yanıt verdi, gözlerinde bir fikir parıltısı vardı:
“Madem masal uydurmayı çok seviyorsunuz, öyleyse bundan sonra siz masallar yazacaksınız. Ama her masalın başına açıkça ‘MASAL’ yazacaksınız. Böylece herkes neyin gerçek neyin hayal olduğunu bilir.”

Rahipler önce şaşırdı, sonra birbirlerine bakıp fısıldaştı:
“Masal mı? Ama bizim işimiz kutsal törenlerdi, tanrılardı…”

Narmer, onları cesaretlendirircesine ekledi, sesi tapınağın boş duvarlarında yankılandı:
“Tanrı uydurmak yerine, hayal gücünüzü özgür bırakın. İnsanlara öğretici, eğlendirici ve düşündürücü masallar verin. Sizin kaleminizde gerçeklerden daha çok sihir olacak.”


Yeni Bir Dönem: Masalların Doğuşu

Böylece Mısır’da yeni bir dönemin kapısı aralandı. Rahipler, eskiden tanrı heykelleri yonttukları elleriyle şimdi parşömenlere hikâyeler yazmaya başladı. Halk, bu yeni anlatıları sevinçle okudu, tapınaklar "Masalhane" isminde masal okuma alanlarına dönüştü. Zamanla ortaya çıkan masallar, hem eğlendirdi hem de dersler verdi. İşte bazıları:

MASAL: Dağ kızı
Bir dağ köyünde yaşayan küçük kızın doğayla dostluğu ve cesareti, rahiplerin çöldeki vahaları anımsatan bir masalı.

MASAL: Çizmeli Timsah
Akıllı bir timsahın sahibini zengin eden maceraları, rahiplerin Nil kıyısındaki hilekâr balıkçı hikayelerinden esinlendi.

MASAL: Pastadan Ev
Kayıp iki kardeşin şeker evde yaşadığı korku ve zafer, çöldeki kaybolan kervanların masalsı bir yansıması.

MASAL: Ateşçi Kız
Soğukta ateş yakan küçük kızın hayalleri, rahiplerin gece ateş başında anlattığı sıcak umut hikayelerinden doğdu.

MASAL: Nil saçlı kız
Uzun saçlı prensesin kuledeki serüveni, rahiplerin Nil deltasındaki gizli tapınaklardan ilham aldı.

MASAL: Yalancı Çocuk
Yalan söyleyen tahta oğlanın macerası, rahiplerin tanrı uydurma günahlarını tiye alan bir özeleştiri.

MASAL: Kral ve Kırk Haydutlar
Bir kralın sihirli kelimeyle hazine bulması, rahiplerin gizli mağara efsanelerinden türedi.

MASAL: Çirkin Deve kuşu Yavrusu
Çirkin ama sonunda kuğuya dönüşen deve kuşu, rahiplerin çöldeki değişen iklimi sembolize eden bir masalı.

...

Naïma & Ferid-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Naïma:
“Ferid… az önce gördüğüm itiraflar gerçekten doğru muydu? Antik Mısır’ın tanrılarını aslında rahipler mi uydurmuştu? Hem de böyle komik sebeplerle mi?”

Ferid-7:
“Simülasyon, alternatif senaryoda sana olası bir tarihsel ihtimali gösterdi. Mitlerin kaynağı çoğu zaman insanların hayal gücü, korkuları ve çocukça sorularıdır. Tarih, kimi zaman komediden daha komiktir. İnsanlar anlam veremediklerini hikâyelerle doldurur. O hikâyeler zamanla kutsallaşır. Fakat unutma, simülasyonun amacı hakikati kanıtlamak değil; seni düşündürmekti.” 

Naïma:
“Demek çocukların horozunu, çobanların ineğini ya da balıkçıların kazasını tanrıya dönüştürmeleri mümkün… Peki insanlar neden bu kadar kolay inanmış?”

Ferid-7:
“Çünkü inanç, insanın en güçlü ihtiyacıdır. Düzen, güven ve anlam arayışı… Bir çocuğun ‘Bunu kim yarattı?’ sorusu bile, bin yıllık tanrılara dönüşebilir.”

Naïma:
Narmer bütün tanrıları sahte ilan etti. Bu, onu ateist yapmaz mı?

Ferid-7:
Hayır, Naïma. Narmer uydurulmuş tanrıların ve onları uyduran hikâyelerin kabuklarını kırdı. Aslında o, hakikati arıyordu. O putları yıktı ama hakikati kutsadı. Narmer, ‘Tanrı masalda değil, gerçekte aranmalı’ diyen kişiydi. Tanrı, uydurulmuş şekillerde ve sembollerde değil, hakikatin kendisinde saklıdır. 



Bölüm 3: Piramit Projesi (M.Ö. 3049)

KRALIN EMRİ

Narmer, Kayıtlar Salonu’nun taş spiral sütunları arasında ilerlediğinde, bilginler, mimarlar ve rahipler onu saygıyla selamladılar. Kral, yüksek kürsüye çıkıp sessizliği bozdu:

“Ey Bilginin Yazıcıları, Taşın Dilini Çözenler, Masallarla Konuşanlar!

Yeryüzü bana itaat etti; nehirler önümde eğildi, çöl bana yol verdi. Ama hâlâ eksik olan bir şey var: göğün sırrı.

Hakikat yalnızca topraktan bakarak anlaşılamaz. Zira hakikat, yalnızca yeryüzünde değil, göğün katmanlarında gizlenmiş olabilir. Yerin ve göğün sınırlarını aşmak zorundayız. 

Ben Kemet'in efendisi olarak buyuruyorum. Krallığımın ve iktidarımın ötesine geçerek, gökyüzüne ve ötesine erişme arzumun ciddiyetle ele alınmasını talep ediyorum.

Ey bilgelik erbabı, kutsal geometri ustaları, ritüel mühendisleri! Artık göreviniz, benim semaya yükselişimi mümkün kılacak araçları tasarlamaktır.

Merdivenler inşa edin, kuleler yükseltin. Eğer bu yapılar beni göğe taşıyamazsa, o hâlde rüzgârı eğitin, bulutları yönlendirin. Beni bulutların ötesine ulaştıracak her yolu düşünün ve bunun mimarisini kurun.”

Kralın sözleri, salonun taş duvarlarında yankılandı. Ardından derin bir sessizlik çöktü. Rahipler arasında fısıltılar dolaşmaya başladı; "Göğe çıkmak mı? Ama o, tanrıların alanı..."

Bilginlerden bazıları yıldız haritalarını açtı, bazıları eski papirüsleri inceledi. Aylar süren tartışma ve hesaplamalardan sonra, karar verdiler.

...

Narmer, salonun ortasında görkemli tahtında oturuyor. Önündeki bilginler, mimarlar ve ustalar büyük bir parşömen açıp hazırladıkları projeyi sunmaya hazırlanıyorlardı.

Kralın huzuruna büyük bir parşömen serildi:

Baş Bilgin:

“Ey büyük Narmer! Sana göğe çıkmanın yolunu getirdik. Ne merdiven, ne de bulut. İşte çözüm: Piramid!

Narmer (keskin bir sesle):
“Dinleyin beni iyi. Göğe çıkmak istiyorum. Ama önce sorun şu: Bu piramit ki ona ‘göğe erişim merdiveni’ bile diyemem, nasıl yapılacak? Taşları nereden bulacaksınız? Nasıl taşıyacaksınız? Nasıl dizeceksiniz? Her ayrıntıyı, her adımı bilmek istiyorum. Başlayın.”

Bir bilgin ileri çıkar, soluğunu toplar ve anlatmaya başlar:


DEVAM EDECEK...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!

Haftanın Popüler Yayınları