Merhaba, ben İsmail. Doğu Karadeniz’in yemyeşil vadilerinde, sabahın serinliğinde kahve kokusuyla uyanan bir adamım. Ama hayatım hep böyle geçmedi.
Gençliğimde, 20’li yaşlarımın başında kısa bir süre gezgin olmuştum. Sırt çantamla Trakya’nın dağlarını, Trakya’nın köylerini dolaşmış, yolların bana neler öğretebileceğini hissetmiştim. Fakat sonra, hayatın gerçekleri ağır bastı. 29 yaşımda Ziraat Mühendisi olarak çalışmaya başladım.
25 yıl boyunca Tekirdağ'ın İlçe Tarım Müdürlüklerinde çiftçilerin destekleme dosyalarını sisteme işledim, Ayçiçeği tarlalarında saatler harcadım. Köy köy dolaştım, çiftçilere tohumdan hasada rehberlik ettim. Masa başında yığılı evraklar, köy kahvelerinde yapılan uzun tarımsal sohbetler derken yıllar su gibi aktı. Dışarıdan bakıldığında her şey yolundaydı: saygın bir meslek, düzenli bir maaş, toplumun onayladığı bir düzen.
54 yaşıma yaklaştığımda, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark ettim. Bir sabah aynaya baktım; “Vay canına, 25 yıl geçmiş,” dedim. Yüzümde tarlalardaki güneşin izleri, gözlerimde evrakların yorgunluğu vardı. Eşim, küçük çocuğum, arabam, evim, hatta bir evcil hayvanım bile yoktu. Toplumun “olmazsa olmaz” dediği hiçbir şeye sahip değildim. O an, bu eksiklikler bana yük değil, özgürlük gibi hissettirdi. Sanki yıllardır sırtımda taşıdığım zincirler çözülmüştü.
Ve o sabah, hayatımı değiştirecek kararı verdim: Her şeyi bırakıp yola çıkacaktım.
Elimde birikmiş birkaç kuruşla, hurda pazarından eski bir karavan aldım. Paslı kaportası, gıcırdayan kapıları ve daracık yaşam alanıyla, o benim özgürlük biletimdi. Günlerce elden geçirdim; motorunu tamir ettim, içine küçük bir yatak, bir ocak sığdırdım. Karavanın direksiyonuna geçtiğimde, kalbimde heyecan, midemde biraz da korku vardı. Ama o korku, yaşamaya değerdi. Bir sırt çantası, birkaç eşya ve içimdeki bitmeyen merakla yola düştüm.
Yolculuğum Karadeniz’in virajlı yollarında başladı. Oradan Anadolu’nun tozlu patikalarına, sonra sınırların ötesine uzandım.
İlk durak Gürcistan’dı. Batum’un sahilinde, denizin tuzlu kokusunu içime çekerken, hayatın ne kadar basit olabileceğini hissettim. Karavanımı bir zeytin ağacının gölgesine park ettim, dalgaların sesiyle uyudum.
Ermenistan’da bir köy pazarında, buruşuk yüzlü bir ninenin elma ikramıyla içim ısındı; birkaç kelimeyle hikâyesini paylaştı, ben de ona Karadeniz’den bahsettim.
İran’da, bir çöl yolunun kenarında karavanımı durdurup çay demlerken, yıldızların altında kendimi yeniden buldum.
Azerbaycan’da, Bakü sahilinde bir balıkçının ağlarını onarışını izlerken sabrı öğrendim.
Türkmenistan’da, bir çobanın hikâyesini dinlerken sadeliği.
Özbekistan’da, bir çayhanede yabancılarla paylaştığım kahkahalarda dostluğu.
Bir yılda 25.000 kilometre yol yaptım, 50’den fazla video çektim. Her biri, ruhumun bir parçasını taşıyan hikâyelerdi.
YouTube kanalım sadece izleyicilerle etkileşim kurabildiğim dijital bir alan değil. O benim özgürlüğüm, korkularımla yüzleşmem, kendimi yeniden inşa etmem. Videolarımda popüler turistik yerlerden çok, bir köy kahvesinde geçen sohbetleri, sokak yemeklerinin kokusunu, karavanın küçük penceresinden gördüğüm manzaraları paylaşmayı seviyorum. Çünkü bu yolculuk, sadece fiziksel bir macera değil, aynı zamanda içsel bir keşif.
Karavanım hem evim hem yoldaşım oldu. Karavanla yaşamak her zaman kolay değil. Daracık dağ yollarında motor isyan ediyor, bazen bir göl kenarında kamp kurarken yağmur altında sırılsıklam olurum. Ama her sabah, karavanın penceresinden yeni bir ufuk gördüğümde, tüm zorluklar anlamını yitiriyor.
Yolda tanıştığım insanlar; Ahmet, Veli, Zeynep bana dünyayı yeni bir gözle görmeyi öğretti. Onlarla geçirdiğim anlar, bir fincan çayın sıcaklığı, bir sokak satıcısının gülüşü, yıldızların altında geçen bir gece… Hepsi, hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlattı.
Yalnız seyahat etmek uzun yollar, tek başına yenen yemekler, sadece kendinle olduğun anlar demek. Ama bu yalnızlıkta, kendimle barışmayı öğrendim. Kendi sessizliğimde huzur buldum.
Toplumun bize dayattığı sistem "sonsuza dek çalış, bir ev al, daha çok çalış" beni tüketmişti. Ben farklı bir yol seçtim.
Tek pişmanlığım, bu yolculuğa daha erken başlamamış olmak.
Herkese söylüyorum: Beklemeyin. Bir sonraki köye, bir sonraki şehre, hatta bir otobüse atlayıp hiç gitmediğiniz bir ülkeye gidin. Dünya büyük, karmaşık, güzel, bazen korkutucu, ama her zaman keşfedilmeye değer. Bu yaşam tarzı herkese göre değil. Ama o zor anlar bile size kendinizi öğretiyor.
2033 yılında Bugün 55 yaşındayım. Doğum günümde, karavanımın içinde, elimde bir fincan kahve, dışarıda rüzgarın uğultusunu dinliyorum. Yeniden doğmuş gibiyim.
“Hayat kısa. Gezin,” diyorum. Bu sadece bir slogan değil, benim yaşam biçimim. Belki bir gün bir köy kahvesinde, bir yol kenarında yollarımız kesişir. O zamana dek, ben yollarda olacağım. Çünkü bu dünya, anlatılmayı bekleyen hikâyelerle dolu.
NOT: Bu hikaye kendi hayatım hakkında gelecek kurgusudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!