Ben sana bir hikâye yazdım.
İlk cümlesine "sen"i sakladım, sonuna "biz"i bırakmak istedim.
Ama sen kapağını bile aralamadın.
Ben sana bir hikâye yazdım.
İlk cümlesine "sen"i sakladım, sonuna "biz"i bırakmak istedim.
Ama sen kapağını bile aralamadın.
Bir oyunun, bir kâbusun veya bir masalın başlangıcı, her zaman en beklenmedik anda gelir. Ayşe için de öyle oldu. Yıllardır tozlu bir rafta unutulmuş sanal gerçeklik gözlükleri, Proxima b adı verilen uzak bir gezegendeki insanlığın ilk medeniyetine açılan bir kapıydı. Bu, sadece bir eğlence değil, aynı zamanda etik, liderlik ve merhamet üzerine bir ders olacaktı. Bir robot ordusu inşa etme oyunu olarak başlayan bu hikaye, Ayşe'yi iki medeniyetin kaderini belirleyecek bir konuma taşıdı. Savaşın, barışın ve insanlığın en derin korkularının bir araya geldiği bu sanal dünyada Ayşe, sanalın ve gerçeğin sınırlarını sorgulayacak, bir oyuncudan bir kurtarıcıya dönüşecekti.
Sonunda, indirme tamamlandı. Kurulum sihirbazı hızlıca geçti ve masaüstünde parlak, metalik bir ikon belirdi. Ayşe derin bir nefes aldı ve ikona tıkladı.
Evrenin %95’ini göremiyoruz. Karanlık madde ve karanlık enerji, galaksilerin dansını yönlendiren, yıldızların doğuşunu şekillendiren, ancak insan gözüne görünmez olan güçler. Peki, bu görünmez âlemde başka bilinçler, başka hikâyeler var mı? “EVRENİN YÜZDE DOKSAN BEŞİ”, öyküsü işte bu sorudan doğdu. Bilimsel merakla mistik hayret arasında bir köprü kurarak, insanlığın evrendeki yerini ve sorumluluğunu sorguluyor. Ayşe’nin laboratuvardaki keşifleri ile Ebyad’ın kütleçekim dalgalarındaki yankıları, bize şunu hatırlatıyor: Bilmediğimiz bir dünyaya zarar verebiliriz, ama aynı zamanda onunla barış yapabiliriz. Bu uzun öykü, evrenin sırlarını çözme hırsımızın, iş birliği ve anlayışla dengelendiğinde ne kadar büyük bir umuda dönüşebileceğini anlatıyor.
Na-Raht şehri, Evrenin direklerinden sarkan görünmez bir örümcek ağı gibi birbirine bağlı galaksinin merkezinden, Güneş'in ve Dünya'nın iç kütleçekim dokusuna serilmişti.
Yapılar, baryonik olmayan bağlarla örülmüştü; yollar ise düşük enerjili graviton akımlarıyla akar, içinden varlıklar sessizce süzülürdü.
Hafifçe kütleçekim dalgalarının üstünde kayarak eve dönen Ebyad, ayaklarını evin rezonans eşiğine bastığında titreyen bir frekansla “geldim” dedi.
Bu, enerjinin artık klasik anlamda termal etkileşim üretemediği bir eşikti.
Klasik fizik etkileri ortadan kalkmış, kuantum etkilerinin egemen olduğu bir ortam hâkim olmuştu.
Yıldızların tamamı ölmüş, kara delikler son Hawking ışımasıyla buharlaşmıştı.
Evrenin genişlemesi, milyarlarca yıl boyunca karanlık enerjinin baskısıyla süregelmişti.
Artık uzay-zaman, geniş ama içeriksizdi.
Mekânın her noktası, neredeyse homojen bir kuantum vakumuna benziyordu.
Hiçbir foton, hiçbir baryon, hiçbir bilgi klasik yollarla taşınamaz hale gelmişti.
Çünkü yer kavramı artık... yerinden olmuştu.