Ben sana bir hikâye yazdım.
İlk cümlesine "sen"i sakladım, sonuna "biz"i bırakmak istedim.
Ama sen kapağını bile aralamadın.
Okumadığın bir hikâyede bekliyorum seni.
Bir kuyunun başında, Mehlika’yı değil, seni bekleyen o sekizinci genç gibi.
Belki de hiçbir zaman gelmeyeceğini bile bile.
Ben seni sayfa sayfa sevdim.
Her cümlede biraz daha düştüm sana, sen ise hiç bakmadın bile harflere.
Kalbimin kenarına iliştirdiğim o ‘okunmamış’ etiketini yırtmadın.
Oysa ben seni okumadan ezberledim.
Bir gün sen de o hikâyeye dokunur musun bilmiyorum.
Ama ben, bir aşkın hiç okunmamış halini yaşadım.
Sessizce, senden habersizce...
Sen gelmedin; sayfalar sarardı, toz tuttu kenarlarında umutların.
Yine de her gece lambayı yakıp bir iki satır daha ekledim,
sanki sen okuyacakmışsın gibi, sanki bir gün kapağı aralayacakmışsın gibi
Sonra ben bambaşka satırlarda kayboldum.
Orada senin adının yazmadığı cümleleri aradım,
Kokunu taşımayan rüzgârların estiği yollarda gezindim.
Bil ki, her kayboluşumda sen çıktın satırlarda,
Uzun bir paragrafta seni fısıldayan bir isim buldum,
Kalem tükendiğinde senin hikâyenin kıyısında durdum.
Sayfalar arasında kayıp bir ses gibiyim;
Bazen bir virgülün ardında seni bekledim,
Bazen de noktanın soğukluğunda donup kaldım.
Gecenin mürekkebiyle yazdım seni gizlice,
Sabahın silgisiyle usulca sildim ama iz kaldı,
O izlerde yürüdüm, adımlarım hep sana çıktı.
Eğer bir gün ellerin o eski kapağı aralarsa,
Bil ki ben hâlâ oradayım, kitabın sonunda,
Okunmadan geçilen bir sonsöz gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!