9 Şubat 2025 Pazar

5. SEZON: Uzayda Yeni Bir Başlangıç


Bölüm 1: Kaçacak Yer Neresi?

2045 yılı, Dünya'nın yüzeyinde kıyametin ayak sesleri yankılanıyordu. Gökyüzü kan kırmızısı bir renge bürünmüştü. O gün, çipsizlerin telefonlarında tek bir cümle görüntülendi: "Canavarlar geliyor."

Kimse neyin geleceğini bilmiyordu ama kimse beklemek istemiyordu. Sığınaklar, korkunun hapishaneleri haline gelmişti. Dünyanın sonu, beton duvarların arkasında beklenemezdi. İnsanlar, hayatta kalma şanslarının artık yalnızca gökyüzünde olduğunu fark ettiler. Uzaya kaçabilecek durumda olanlar, vakit kaybetmeden en yakın fırlatma merkezlerine doğru yola çıktı.

Uzay, zenginlerin oyun alanıydı. Starhaven Uzay İstasyonu, bir zamanlar hiper zenginlerin öğle yemeğine gidip geldiği bir lüks kaçış noktasıydı. Fakat şimdi, hayatta kalmak için tek çıkış noktasıydı. Ay üssü, Mars kolonisi ve Dünya yörüngesindeki istasyonlar, insanlığın yeni evi olmaya hazırlanıyordu. Ancak oraya ulaşmak, hiç de kolay olmayacaktı.


Bölüm 2: Kaçış Planı

Hotel El Capitan Restaurant - Van Horn, 2045

Loş ışıklar altında, şatafatlı bir restoranda Sam Altman ve Salima Ikram, kadehlerini kaldırmış, günün yorgunluğunu atmaya çalışıyorlardı. Antik medeniyetlerin kayıp teknolojilerini tartışan ikili, Salima'nın Mısır'daki son kazılarından bahsederken gülüyor, tarihi yeniden yazma ihtimalinin heyecanıyla konuşuyordu.

Aniden, restorandaki diğer müşterilerden birinde ani bir değişim oldu. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü morarmış bir şekilde, yanındaki masada oturan adama saldırmaya başladı. Adam ne olduğunu anlamadan, diğer müşteriler de aynı şekilde dönüşmeye başladı. Bir anda restoran, çığlıklar, kırılan tabaklar ve kan gölleriyle dolu bir kaos alanına dönüştü.

Sam ve Salima, dehşet içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, saldırganlaşan insanların saldırılarından kaçmaya çalıştılar. Sandalyeleri devirerek, masaların altına girerek, bir yolunu bulup mutfak kapısına ulaştılar. Mutfakta çalışanlar da aynı şekilde saldırganlaşmıştı. Onlardan da kaçarak arka kapıdan dışarı çıktılar.

Hızla restorandan uzaklaşırken, Sam'in arabasının park edildiği yere doğru koştular. 

Sam, "Bu nasıl olabilir?" diye sordu. "Ne oluyor?"

Salima, "Bilmiyorum," diye yanıt verdi. "Ama bir şekilde kontrolü kaybettiler. Sanki bir virüs veya lanet yayılmış gibi."

Araca girip kapıları kilitledikleri anda, Sam’in telefonu titredi.

Ekranda beliren isim: Jeff Bezos.

"Bu saatte mi?" diye mırıldayarak telefonu açtı.

"Sam!" diye bağırdı Jeff. Sesi titriyordu. "Çipliler kontrolünü kaybettiler. Salima da yanında mı?"

Sam, Salima'ya bakarak onayladı. "Evet, buradayız. Neler oluyor?"

"Dünya'da korkunç şeyler oluyor. Uzaylı Canavarlar! Anlamıyorsun Sam, Anlatacak zaman yok. Bunlar gerçek! İşin kötü tarafı, insanlığın çoğu büyük ihtimalle yok olacak. Blue Origin fırlatma tesisine gelin. Acilen. Kaçıyoruz!"

Sam, aniden ciddileşti. "Ne uzaylı canavarı, bu bir şaka mı?"

"Hiç mi hiç değil! Hemen yola çıkın!"

Telefon kapandı. Sam ile Salima, birbirlerine dondurucu bir şokla bakarken, restoranın dışında bir kaos başgöstermeye başlamıştı bile. Sirenler, koşuşturmacalar... Gökyüzünde, gölgeler!

Araba çalışır çalışmaz, gaza basıp oradan uzaklaştılar. Şehrin sokaklarında hızla ilerlerken, diğer insanların da birbirlerine saldırdığını gördüler.

İkili, şehirden uzaklaşıp, 50 km kuzeyde bulunan Blue Origin fırlatma tesisine yöneldiler.

Sam: "Jeff Bezos'un panik yaptığı bir dünya ne hale gelmiştir, düşünebiliyor musun?"

Salima: "Sanırım, bunu öğrenmek üzereyiz."


Bölüm 3: John F. Kennedy Uzay Merkezinde Kaos

Eski Kennedy Uzay Merkezi, kaçmaya çalışan yüzlerce insanla dolup taşmıştı. Arabalar, pistlerde yığılmış; insanlar, uzay otobüslerine ulaşmak için birbirlerini eziyordu. Ancak en büyük sorun, fırlatma ekiplerinin büyük kısmının çipli olmasıydı.

"Pilotlar öldü! Mühendisler yok! Kimse bu lanet gemileri nasıl çalıştıracağını bilmiyor!" diye bağırdı bir adam, ter içinde kalmış yüzünü gökyüzüne çevirerek.

Bir grup bilim insanı, panik halindeki insanları organize etmeye çalışıyordu. Yapay zeka destekli fırlatma prosedürleri hâlâ çalışıyordu, ancak onları çalıştıracak insan yoktu. Yüzlerce kişinin kaderi, birkaç amatörün talimatları doğru anlayıp anlamamasına bağlıydı.

İçlerinden biri, eski bir mühendis olan Elena, titreşen bir ekrana baktı. Yapay zekanın sesli talimatları yankılandı:

"Oksijen akışını başlatın. Hidrojen valflerini açın. Yakıt besleme sistemini devreye sokun."

Elena elleri titreyerek düğmelere bastı. Bir hata, gemiyi patlatabilirdi.

"Ne yapıyoruz biz?" diye fısıldadı bir genç. "Ya çalışmazsa?"

Elena gözlerini kapattı, bir nefes aldı ve soğukkanlı bir sesle yanıtladı: "Çalıştırmazsak, burada ölürüz."

İlk Kalkış ve Uzayda Belirsizlik

Gemi sarsıldı. Roket motorları kulakları sağır eden bir kükremeyle ateşlendi. İnsanlar koltuklarına yapıştı. Kennedy Uzay Merkezi’nden yükselen uzay otobüsü, kaosu geride bırakarak atmosferin dışına doğru yükseldi. İlk grup, hayatta kalmayı başarmıştı.

Ancak bu, sadece başlangıçtı. Uzayda onları daha büyük bir bilinmez bekliyordu.


Bölüm 4: Blue Origin Fırlatma Sahası - Van Horn Teksas

Sam ve Salima, Blue Origin’in tesisine doğru yola koyulduklarında, şehirde kaos tüm hızıyla yayılıyordu. Caddeler tıkanmış, insanlar panikle oraya buraya koşturuyordu. Sam’in otonom arabası, yolların kilitlenmesi nedeniyle yeraltı tünellerine girmeye karar verdi.

Salima, aracın ekranında çıkan haberlere göz attı. "Tanrım, baksana! Bu canavarlar gerçek! San Francisco limanı yanında bir tanesi var!"

Ekrandaki görüntüler, insanları yutan devasa, grotesk yaratıkları gösteriyordu. Gökyüzünde bir düzineye yakın siyah siluet dolaşıyor, bazısı yere indikçe patlamalar ve çığlıklar duyuluyordu.

Sam’in eli yumruk oldu. "Jeff haklıymış."

Sonunda Blue Origin tesisine vardıklarında, devasa hangarın içinde onlarca insan panikle fırlatma hazırlıkları yapıyordu.

Jeff Bezos, onlara doğru koştarak geldi. "Sonunda! Tam zamanında geldiniz. Uçuş planımız basit: Starhaven istasyonuna gidiyoruz. Tüm yakıt oraya ulaşacak şekilde planlandı. Kimse kalmasın."

"Peki ya geride kalanlar?" diye sordu Salima.

Jeff dişlerini sıktı. "Burada kalmakla, cehennemin ortasına dalmak arasında fark yok. 10 gemiyle toplam 2000 kişi götürebiliyoruz. Diğerlerine yardım edemeyiz. Sığınaklarda şanslarını deneyecekler."

Salima, yutkunarak başını salladı. "O zaman ne bekliyoruz?"

Jeff, onlara doğru gülümseyerek kapıya yöneldi. "Hadi, geleceğimizi inşaa etmeye gidelim."

O sırada dev ekranda fırlatma odasındaki bir mühendis belirdi. "Son geri sayım başladı. 10 dakika içinde fırlatmaya hazırız. Bütün yolcular gemiye alınmalı!"

Sam ve Salima, titreyerek birbirlerine baktılar. Dünya’yı terk etmek zorundaydılar. Kalanlar için üzülüyorlardı ama geriye dönüş yoktu.

"Hadi," dedi Sam. "Yaşamak zorundayız."

Üçü de hızla uzay gemisine doğru koştu. Motorlar çalışmaya başladı. Bu yolculuk belki de insanlığın yeni başlangıcı olacaktı...


Bölüm 5: Starbase Güney Teksas Fırlatma Sahası

Elon Musk, gece yarısı gelen acil bir çağrıyla uyandı. Telefonunun ekranında SpaceX güvenlik protokolüyle şifrelenmiş bir mesaj vardı.

"Çipli personelin tamamı devre dışı kaldı. Tesis saldırı altında olabilir. Derhal tahliye prosedürlerini başlatın."

Musk, gözlerini ovuşturarak yataktan kalktı. Teksas'taki Starbase fırlatma tesisine gitmek için zaman daralıyordu. Panik yapmadı. Yıllardır bu anın geleceğini biliyor, fakat insanlığın bu kadar çabuk çöküşe sürükleneceğini tahmin etmiyordu. Neuralink çipini hiç kullanmamış olmasının ne kadar doğru bir karar olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

Hızlıca üstüne bir sweatshirt geçirip Hyperloop ağını kullanarak en hızlı ulaşım aracıyla tesisin yolunu tuttu. Yanında Tesla'nın son model otonom zırhlı aracını kullanacak bir Optimus-R modeli robot vardı. Bu robot, insana en yakın duyusal reflekslere sahipti ve bir insanın ihtiyaç duyabileceği her şeye programlanmıştı.

Tesisin kapılarına ulaştığında kaos hâkimdi. Çipliler yere yığılmış, bazıları bilinçsiz bir şekilde titriyor, bazıları ise kanlar içinde cansız yatıyordu. Geriye kalanlar ne yapacağını bilemez hâlde panikle fırlatma rampasına koşuyordu. Uzun süredir inşa edilen Starship burada hazır bekliyordu. Ancak mürettebat eksikti. Fırlatma prosedürlerini başlatacak uzmanların büyük bir kısmı çip takıyordu. Musk'ın beyni, problem çözmeye odaklandı.

"Optimus-R, acil fırlatma prosedürlerini simüle et ve insan müdahalesine gerek kalmadan başlatabilecek bir yöntem oluştur."

Optimus-R modeli, içindeki gelişmiş yapay zeka algoritmalarıyla hızlıca hesaplamalar yaparak fırlatma sürecini manuel olarak başlatabilecek bir plan oluşturdu. Ancak hâlâ bazı teknik düzenlemeler gerekiyordu.

Musk, yanına alacağı yükleri düşünmeye başladı. En önemli kaynaklar: dondurulmuş embriyolar ve yapay rahimler. İnsan neslini sürdürmek için tasarlanan bu özel üniteler, SpaceX'in biyoteknoloji bölümü tarafından yıllardır geliştiriliyordu. Dondurulmuş embriyolar, yeraltındaki biyolojik depolardan özel güvenlik sistemleri aşarak çıkarıldı ve vakum kaplarında taşındı. Optimus-R’ler bu üniteleri güvenli bir şekilde Starship'e yükledi.

Fırlatma saati yaklaşıyordu. Gökyüzü kırmızımsı bir parıltıyla aydınlanıyordu. Bilinmeyen bir tehdidin Dünya’yı ele geçirmek üzere olduğu belliydi. Gökyüzündeki tuhaf ışıklar, belki de elektromanyetik bir patlamanın işaretiydi.

Musk, Starship'in içinde, fırlatma koltuğuna sıkıca bağlanmış halde, büyük bir kararlılıkla ekrana bakıyordu. "Geride kalanlar ya yok olacak ya da bir gün bu kıyametten sağ çıkıp kendilerini uzaya atacaklar," diye düşündü.

Fırlatma protokolü başladı.

GERİ SAYIM BAŞLADI

Dışarıda yaratıklar kuleye tırmanıyor, çığlıklar gökyüzüne yükseliyordu.
10… 9…
Optimus-R’lerden biri rapor verdi: “Kulede olağan dışı hareket algılandı. Canlılar gemiye doğru ilerliyor.”
8… 7…
Elon pencereden baktığında gözleri canavarlarla buluştu. Kolları örümcek bacakları gibi uzun, dişleri bıçak gibi keskin varlıklar kuleye tırmanıyor, metal yüzeyi pençeleriyle deliyorlardı.
6… 5…
Yaratıklardan biri burnunu cama yasladı, parlak gözleriyle içeriyi tarıyordu. Sonra büyük bir çığlık attı ve cama sertçe vurdu.
4…
Geminin dış kameralarına yansıyan görüntü, korkunç bir kabustan farksızdı. Kule artık yaratıklarla doluydu, tırmananların üzerine daha fazlası ekleniyordu.
3…
Elon derin bir nefes aldı. “Eğer bu çalışmazsa, insanoğlu artık yok.”
2… 1…

ATEŞ!

Motorlar ateşlendi, yer sarsıldı, gökyüzü alev aldı. Starship, insanlığın yeni umudunu taşıyarak Dünya’dan ayrıldı.


Bölüm 6: STARHAVEN’A VARIŞ

Dışarıdaki Manzara

Uzay mekiği, yavaşça Starhaven’a yaklaşırken yolculardan biri, geniş panoramik pencereye yöneldi. Adı Daniel Harris’ti, bir zamanlar Dünya’da astrofizikçi olarak çalışmıştı. Ancak şimdi, hayatta kalmaya çalışanlardan biriydi.

Gözleri büyüdü, nefesi hızlandı. Büyüleyici bir manzara karşısında donup kalmıştı.

Devasa istasyon, uzayın sonsuz karanlığında dönen bir halkaydı. Bir kilometre çapındaki bu devasa yapı, güneş ışığını yüzeyinden yansıtırken, dış çeperinde büyük, mavi titreşimler oluşturan manyetik kalkanlar parıldıyordu. İstasyonun yan tarafındaki devasa reaktör modülleri, Ay’dan getirilen helyum-3 depolarını koruyan altın kaplamalı panellerle çevriliydi.

Daniel, aşağıya doğru baktığında 18 dev docking portunun her birine yanaşmaya çalışan kaçış gemileriyle dolduğunu gördü. Çoğu Starship sınıfı gemilerdi, ancak aralarında modifiye edilmiş eski uzay mekikleri, ticari uzay taksileri ve acil kaçış kapsülleri de vardı. Bazıları aşırı yüklenmiş, bazıları ciddi hasar almıştı.

Bir zamanlar sadece hiper zenginlerin öğle yemeği için geldiği bu istasyon, şimdi binlerce çaresiz insanın son umudu olmuştu.


Bölüm 7: İçeri Giriş ve Kaos

İçeri girdiklerinde, hava kilidi açıldı ve kalabalık gemiden dışarı taştı. Her yanda koşuşturan insanlar, çığlıklar, çaresiz fısıltılar ve sarılan aileler vardı.

Daniel’in arkasında, Sam Altman ve Salima Ikram vardı. Onlar da Jeff Bezos’un son anda yolladığı çağrı sayesinde kaçabilmişlerdi. Salima, uzay eldivenleri içindeki elleriyle yüzünü kapattı ve ağlamamak için kendini zor tuttu.

Elon Musk, istasyonun merkezinde duruyordu. Onu görenler, bir lideri selamlar gibi gözlerini ona çevirdi.

Musk, kalabalığa göz gezdirdi. “Bu istasyon 5.000 kişi için tasarlanmıştı. Şu an 12.000’den fazlayız.”

Fısıltılar ve endişeli bakışmalar oldu. Kapasitenin 2.5 katı fazlasıyla dolmuşlardı. Kaynaklar uzun süre yetmezdi.

İstasyonu Rahatlatma Planı

Musk, konuşmasına devam etti:

  • “Docking yapan gemilerin yakıtlarını toplayacağız.”
  • “Bu yakıtla Ay’a yeni yolculuklar başlatacağız.”
  • “Gitmek isteyenler için fırsat bu. Kalanlar ise kaynakları daha verimli kullanacak.”

Bir sessizlik oldu. Ay’a gitmek mi? Yoksa burada kalıp bilinmez bir geleceğe mi mahkûm olmak?


Bölüm 8: YAKIT TRANSFERİ VE AY’A YOLCULUK

Starhaven, Dünya yörüngesinde dönerken, istasyonun devasa pencerelerinden biri gittikçe kararan, felaket içindeki mavi gezegeni gösteriyordu.

İçeride ise telaş vardı. İstasyon, kapasitesinin iki katından fazla doluydu ve bu kadar insan uzun süre nefes alamazdı. Tek çare, fazla yükü azaltmak ve kaynakları en iyi şekilde kullanmaktı. Mars’a gitmek için fırlatma penceresi kapalıydı, ama Ay bir seçenekti.

YAKIT TOPLAMA OPERASYONU

Docking bölgesinde, mühendisler ve teknisyenler aceleyle yakıt transfer işlemlerine başlamıştı.

Yapay zeka sistemi, sesli uyarılar veriyordu:
"Yakıt aktarımı başlıyor. Lütfen güvenlik prosedürlerine uyun.”

İstasyona yanaşan her gemi, bir miktar yakıt bırakmak zorundaydı. Gönüllü olarak yakıtını teslim edenler, öncelikli olarak Ay’a gönderilecek listesine alınıyordu.

Jeff Bezos’un kaçış gemisi oldukça fazla yakıt taşıyordu. Bezos, pragmatik bir şekilde karar aldı:

“Tamam, tamam! Yakıtı bırakıyorum. Ama bana Ay’da bir yer garanti edin.”

Elon Musk omuz silkti. “İlk gelen, ilk yerleşir Jeff.”

SpaceX’in Starship’lerinden biri hasar almıştı, ancak hâlâ içinde değerli LOX (sıvı oksijen) ve metan yakıtı vardı. Yaralı mürettebat, yakıtı boşaltırken bile umutla gülümsüyordu.

Blue Origin’in modifiye edilmiş bir uzay taksisi, tamamen hidrojen yakıtı ile çalışıyordu ve sistemler uyumsuzdu. Ama Elon Musk’ın mühendisleri uyumlu hale getirmek için AI destekli bir transfer süreci başlattılar.


AY’A YOLCULUK PLANLANIYOR

Yakıt transferi tamamlandığında, istasyonda kalmak istemeyenler sıraya girmeye başladı.

Elon Musk bir kez daha kontrol paneline baktı ve zamanlamayı hesapladı:

Ay’a gidiş penceresi her 90 dakikada bir açılıyor.

Bir sonraki fırlatma 24 dakika sonra.

İlk gemi için gönüllüler çağrıldı. Bazıları sevinçle, bazıları ise korkuyla sıraya geçti. Ay’ın yüzeyindeki üsse gidip orada ne yapacaklarını bilmiyorlardı, ama Dünya’dan kaçmak yetmişti.


İLK AY YOLCULUĞU BAŞLIYOR

Gemiye binenler, koltuklarına bağlanırken dualar ediyor, fısıldaşıyorlardı.

“Fırlatma sekansı başlatıldı.”

Mekik, istasyondan ayrıldı ve Ay’a doğru hızla yol almaya başladı. Geride kalanlar, pencerelerden onları izlerken sessizce düşünüyorlardı:

"Acaba doğru karar mı verdiler?"



Bölüm 9: Bir Zamanlar Dünya Ne Güzeldi...

Jacob, uzay gemisinin penceresinden mavi gezegene son kez bakarken içini tarifsiz bir hüzün kapladı. Yavaşça camın soğuk yüzeyine dokundu ve derin bir nefes aldı. Yanında duran Salima onun bu sessizliğini fark edip hafifçe gülümsedi.

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu yumuşak bir sesle.

Jacob gözlerini gezegenden ayırmadan, iç çekerek cevap verdi:
— "Vaktiyle dünya ne güzeldi be! Maviyle yeşilin cilveleştiği bir yerdi. Gökyüzü masmavi, bulutlar pamuk gibiydi. Denizler pırıl pırıldı, balıklar envai çeşit renkteydi. Ormanlar yemyeşildi, ağaçlar göğe doğru uzanıyordu. Nehirler de gökyüzü kadar berrak akardı..."

Bir an için ikisi de sessizce o geçmişin görüntülerini gözlerinin önüne getirdi. Jacob devam etti:
— "Her yer cıvıl cıvıldı. Kuşlar ötüşür, arılar çiçeklerden bal toplardı. Kelebekler dans eder, sincaplar ağaçlarda koşturup dururdu. Doğa kendi halinde, tam bir ahenk içinde nefes alırdı."

Salima başını hafifçe eğdi. Jacob’ın sesi hüzünle ağırlaşmıştı.

— “Eskiden insanlar doğayla iç içeydi. Toprağı eker biçerler, nehirleri korur, hayvanları severlerdi. Hava mis gibiydi, su berraktı. Sokaklar çocukların neşesiyle dolup taşardı, akşamları yıldızlar şehir ışıklarına rağmen görünürdü. Gece olunca sadece cırcır böceklerinin şarkısını dinlerdik.”

Salima dudağını ısırdı, gözünden bir damla gözyaşı damladı.
“Bunların hepsini hatırlıyor musun?”

Jacob başını salladı:
— “Çünkü hepsi gerçekti. O günleri yaşadık. Çocukken yalın ayak çimenlerde koştuk. Yağmurun altında ıslandık, sonbaharda dökülen yaprakların hışırtısında kaybolduk. Kar tanelerini avuçlarımızda erittik. Annemizin pişirdiği yemeklerin kokusu hâlâ burnumda… O eski dünya, bizim evimizdi.”

Salima ona dikkatlice baktı. Jacob’ın gözleri buğulanmıştı.

“Ama sonra…” dedi Jacob, sesi biraz titreyerek. “Bir şeyler değişti.”

Salima sessizce bekledi.

“O güzelim mavi ve yeşil gezegen… Yavaş yavaş soldu. Önce nehirler kirlendi, sonra gökyüzü griye döndü. Ormanlar yandı, okyanuslar yükseldi. İnsanlar önce bunu umursamadı. Sonra panikledi. Sonra savaştı… Sonra kaçmaya başladılar.”

Jacob camdan dışarı bakarak başını salladı:
“Ve işte buradayız… Bir zamanlar ‘ev’ dediğimiz gezegen, artık sadece bir hatıra.”

Salima ona dönüp elini hafifçe omzuna koydu.

“Ama hâlâ buradayız, Jacob. İnsanlık hâlâ var. Ve bu defa hata yapmayacağız.”

Jacob derin bir nefes aldı. Uzaktan bakan biri onun gülümsediğini bile düşünebilirdi. Ama yüzündeki ifade, sadece geçmişe duyulan bir özlemin gölgesiydi.

Jacob son kez Dünya’ya baktı. Son kez, çocukluk anılarının geçtiği topraklara göz gezdirdi.

Ve sonra, arkasını dönüp içeri yürüdü. Çünkü artık geçmiş değil, gelecek için savaşmaları gerekiyordu.



Bölüm 10: LUNAR GATEWAY’E YAKLAŞMA

Geminin içindeki hoparlörden bir anons duyuldu: “Lunar Gateway İstasyonu’na yaklaşmaktayız.”

Geminin içindeki hafif sarsıntı, iticilerin yavaşça ateşlendiğini gösteriyordu. Salima, yanındaki Sam Altman’a dönüp hafifçe gülümsedi. Dünya’nın hayaleti arkalarında kalmıştı. Şimdi yeni bir başlangıç için Ay’a yaklaşıyorlardı.

Gateway, önce küçük bir ışık noktası olarak göründü. Yaklaştıkça, detayları daha net seçilmeye başladı: Büyük güneş panelleri, radyatör sistemleri, modüllerin birleştiği düğüm noktaları… Bir zamanlar uzay araştırmaları için sadece bir hayal olan bu istasyon, şimdi Ay’ın etrafında dönen bir ileri karakoldu.

Kabin hoparlöründen pilotun sesi duyuldu:
Docking işlemi için hazırlanın. Bağlantı prosedürlerini başlatıyorum. Tüm mürettebat ve yolcular, kemerlerinizi bağlayın.”

Jacob gözlerini pencereye dikti. Uzakta, Ay’ın grimsi yüzeyi karanlığın içinden belirmeye başlamıştı. Ancak asıl dikkat çeken şey, yörüngede dönen Lunar Gateway istasyonuydu.

Salima hayranlıkla mırıldandı:

“Bu yer… Starhaven gibi büyük değil ama tam bir mühendislik harikası.”

Jacob başını salladı. Gateway, modüler bir yapıydı. Küçüktü ama fonksiyoneldi. Yerçekimsiz ortamda deneyler yapmak, Ay üssüne gitmeden önce lojistik destek sağlamak ve bir gün Mars’a açılacak yolların ilk durağı olmak için tasarlanmıştı.

DOCKING VE YOLCULUĞUN SON AŞAMASI

Geminin kontrol panelinde ışıklar hızla yanıp sönüyordu. Pilot, istasyonun bağlantı kolu ile uyumlu hale gelmek için hızını düşürdü. Hafif bir sarsıntı hissedildiğinde, geminin Lunar Gateway ile kenetlendiğini anladılar.

“Bağlantı tamamlandı. Kapılar açılıyor.”

Jacob, emniyet kemerini çözüp koltuğundan ayrıldı. Salima ve diğer yolcular da sırasıyla hareketlendiler. Kapı açıldığında, istasyonda yerçekimi olmadığı için uçarak gelenleri gördüler.

İçeride onları birkaç bilim insanı ve teknisyen karşıladı. Hepsi yorgun ama heyecanlıydı. Starhaven’dan gelen bu yeni grup, Ay’daki Artemis Base Camp'a giden ilk büyük insan kafilesiydi.

Bir bilim insanı Jacob’a yaklaşıp elini sıktı.
“Hoş geldiniz! Yakında Artemis Base Camp'a iniş için hazırlıklara başlayacağız.”

Salima merakla sordu:
“Ne kadar süremiz var?”

Bilim insanı saatine baktı ve cevapladı:
“Bir sonraki iniş penceresi 120 dakika içinde açılıyor. Bu süre zarfında yakıt transferini tamamlamamız ve iniş modüllerini hazırlamamız gerekiyor.”

Jacob başını salladı.
“Öyleyse vakit kaybetmeyelim. Ay’a inme vakti geldi.”

Gruptaki herkes bir an için durdu. Buraya kadar gelmişlerdi. Şimdi önlerinde yepyeni bir macera duruyordu: Ay’ın Güney Kutbu’nda, insanlığın yeni evi olacak Artemis Base Camp’a iniş.



Bölüm 11: ARTEMİS BASE CAMP’A YAKLAŞMA

Salima, iniş modülünün penceresinden dışarı bakarken nefesini tuttu. Aşağıda, Ay’ın Güney Kutbu’nun girintili çıkıntılı yüzeyi, Güneş’in düşük açılı ışıklarıyla gölgeler içinde uzanıyordu. Sonsuz gri ve siyahın içinde, ufukta küçük ama parlayan bir şey seçildi.

"Orada… Artemis Base Camp!"

Jacob da gözlerini kısıp baktı. İlk başta, üssün ince uzun yapılarını birer kaya zannetti ama sonra metalik yansımalar gözüne çarptı. Artemis Base Camp, Ay’ın en karanlık ve en soğuk bölgelerinden birinde, Shackleton Krateri’nin hemen kenarında yer alıyordu.

Gün ışığını sürekli görebilen bu bölge, güneş panelleri için idealdi. Aynı zamanda, kraterin derinliklerinde donmuş su bulunduğundan, üs kendi oksijenini ve yakıtını üretme şansına sahipti.

ARTEMİS BASE CAMP'IN TASARIMI

Üs, Ay yüzeyine yayılmış, modüler bir yapıydı. Salima görebildiği kadarıyla bölümleri tek tek saymaya başladı:

  1. MERKEZ KUBBE:

    • Üssün kalbi, büyük bir şeffaf kubbeydi. Bu kubbe, hem basınç dengesi sağlıyor hem de üsse gelenleri karşılayan ortak bir yaşam alanı işlevi görüyordu. Kubbenin içinde bir grup insanın hareket ettiğini görebiliyorlardı.
  2. YAŞAM MODÜLLERİ:

    • Kubbenin çevresinde, silindirik habitat modülleri yarım daire şeklinde dizilmişti. Her biri radyasyona ve mikrometeoritlere karşı kalın regolit katmanlarıyla korunuyordu.
    • Bu modüllerde uyuma alanları, tıbbi merkez, yemek alanları ve sosyal alanlar bulunuyordu.
  3. SERALAR:

    • Üssün güneydoğusunda, iki büyük sera dikkat çekiyordu.
    • Şeffaf karbon-nanotüp camlarla kaplıydılar ve içeride yeşil bitkiler seçilebiliyordu.
    • Ay’da yetiştirilen ilk sebzeler burada üretilmişti ve oksijen geri dönüşümü için hayati bir rol oynuyorlardı.
  4. BİLİM VE MADENCİLİK ALANI:

    • Üssün biraz uzağında, maden çıkarma ve işleme tesisleri vardı.
    • Ay yüzeyinden çıkarılan regolit burada işlenerek oksijen, su ve yapı malzemeleri elde ediliyordu.
  5. ENERJİ SANTRALİ:

    • Güneş panelleri, üssün kuzeyine kurulmuştu.
    • Ek olarak, radyoizotop jeneratörleri gece boyunca enerji sağlıyordu.
  6. UZAY LİMANI VE ARAÇ HANGARLARI:

    • Üssün biraz ilerisinde bir iniş sahası bulunuyordu.
    • Burada park edilmiş birkaç keşif aracı ve rover seçiliyordu.

NÜFUS VE HEDEF

Jacob içini çekti.
“Artemis Base Camp şu an en fazla 5000 kişi barındırabilir. Ama hedef 10.000’e ulaşmak.”

Salima başını salladı.
“Mars’a gitmeden önce Ay’da büyük bir şehir kurmamız lazım. Belki Artemis Base Camp, Ay’daki ilk şehir olur.”

İNİŞ VE VARIŞ

İniş modülü, üssün yakınındaki iniş sahasına yumuşak bir şekilde kondu. Hafif bir sarsıntıyla her şey durdu. Pencereden bakan herkes, dışarıda bekleyen astronotları görebiliyordu.

Kapılar açıldı ve Ay’ın tozlu yüzeyine adım attılar. Tarih yazılıyordu. İnsanlık artık Dünya’nın ötesinde gerçekten bir eve sahipti.



Bölüm 12: ARTEMİS BASE CAMP’A GİRİŞ

Salima, Jacob ve diğer mürettebat üyeleri, iniş rampasında ilerlerken Ay’ın düşük yerçekiminin vücutlarını hafiflettiğini hissettiler. Her adımda tozlu yüzeyin üzerinde yavaşça sıçrıyorlardı. Önlerinde, hava kilidi devasa metal bir ağız gibi açılmayı bekliyordu.

Kapıya vardıklarında, üç kişilik bir karşılama ekibi onları bekliyordu. Komutan Elias Navarro, ekibin başındaydı. Üç yıldır Artemis Base Camp’ta görev yapıyordu ve burayı evi gibi görüyordu. Yanında mühendis Dr. Mei Lin ve biyolog Arjun Patel vardı.

Elias, Jacob’ın elini sıktı.
“Artemis’e hoş geldiniz. Atmosfer basıncını dengeleyeceğiz, içeri girerken kasklarınızı çıkarmayın.”

HAVA KİLİDİNDEN İÇERİYE

Ekip, dar metal koridorun içine sıralandı. Arkalarındaki kapı kapandı, bir dizi tıslama sesi duyuldu. Basınç dengeleme süreci başladı. Birkaç saniye sonra yeşil ışık yandı ve iç kapı açıldı.

İÇERİ GİRİŞ ANINDA GÖRÜLENLER

Kapılar açılır açılmaz sıcak ve loş ışıkla aydınlatılmış geniş bir karşılama salonu ortaya çıktı. Uzay istasyonlarının aksine burası soğuk, metalik bir his vermiyordu. Duvarlar Ay’dan çıkarılan regolit tuğlalarla kaplanmıştı, bu sayede iç mekan radyasyon yalıtımı sağlıyordu.

Karşılama salonunun tam ortasında bitkilerle çevrili bir su havuzu vardı. Bu, Ay’daki ilk kapalı su ekosistemi idi. İçinde yosunlar ve küçük kabuklu deniz canlıları vardı. Nem ve oksijen dengesini korumaya yardımcı oluyordu.

Salonun çevresinde üç farklı koridor uzanıyordu:

  1. Yaşam Alanları → Mürettebatın dinlenme odaları, yemek alanı ve eğlence merkezi buradaydı.
  2. Bilim ve Araştırma Merkezi → Biyoloji, jeoloji ve madencilik araştırmaları burada yürütülüyordu.
  3. Mühendislik ve Lojistik Alanı → Enerji üretimi, oksijen ve su geri dönüşümü buradan yönetiliyordu.

YAŞAM ALANLARINA YERLEŞME

Ekip, Yaşam Alanları Bölümü’ne yönlendirildi. Burada her astronota küçük, kapsül tarzı özel odalar tahsis edilmişti. Kapsüller, yerden tavana kadar uzanan şeffaf polikarbon paneller ile kaplıydı. Eğer biri mahremiyet isterse paneller opak hale gelebiliyordu.

Odaların içinde kendi kendini ayarlayan yataklar, duvara monte ekranlar ve küçük bir hava nemlendirici bitki ünitesi bulunuyordu. Jacob içeri girer girmez yatağa oturdu ve derin bir nefes aldı.

“Bu… düşündüğümden çok daha iyi.”

Sam ise duvara entegre ekranı inceledi. Burada üssün hava, sıcaklık ve su geri dönüşüm verileri gerçek zamanlı olarak gösteriliyordu.

İSTASYONDAKİ GÖREVLERİN DAĞILIMI

  1. Komutan Elias Navarro – Üs yönetimi ve operasyonlardan sorumlu.
  2. Dr. Mei Lin – Mühendislik ekibinin başında, enerji ve lojistik operasyonlarını yönetiyor.
  3. Arjun Patel – Tarım ve biyolojik sistemlerin bakımıyla ilgileniyor.
  4. Jacob Renner – Medikal ekibin başında, biyomedikal araştırmalar ve astronot sağlığıyla ilgileniyor.
  5. Salima Ikram –  Egiptoloji ve Antropoloji Bölümü'nde profesörlük yaptığı için Jeoloji ve madencilik görevlerinde liderlik etmesi istendi.
  6. Sam Altman - Dünya'da olduğu gibi Ay'da da yapay zeka araştırmalarına liderlik edecek.
  7. Diğer Ekip Üyeleri – Keşif araçları pilotları, iletişim uzmanları ve mekanik teknisyenler olarak görev alacaklar.

İLK TOPLANTI

Mürettebat yerleşip birkaç saat dinlendikten sonra, Komutan Elias onları merkez kubbede topladı. Holografik bir masa üzerinde önlerindeki görevleri açıkladı.

“Yakıt depolarımızı dolduracağız, üssün madencilik faaliyetlerini artıracağız ve Ay yüzeyinde yeni su kaynakları arayacağız. Bunu başardıktan sonra, bir sonraki adım Mars’a gitmek olacak.”

O anda herkes birbirine baktı. Mars… Artık hayal olmaktan çıkıyordu. İnsanlık, Ay’da kök salıyordu ve buradan çok daha uzağa gitmeye hazırlanıyordu.


Bölüm 13: Ay’da Sonsuz Kaynak ve İlk Füzyon Reaktörü

Artemis Base Camp hızla büyüyordu. Salima Ikram ve ekibi, Ay’ın derinliklerinde inanılmaz büyüklükte su ve metal yatakları keşfetmişti. Önceleri yalnızca yüzeyde bulunan buz birikintileri umut vericiydi, ancak şimdi devasa yeraltı su rezervuarları ve değerli madenler bulunmuştu. Titanyum, nadir toprak elementleri ve hatta helyum-3 açısından zengin olan bu kaynaklar, üssün geleceğini tamamen değiştirecekti.

Bu keşiflerle birlikte, Ay madenciliği artık bir hayal olmaktan çıkmıştı. Binlerce otonom insansı robot, çıkarılan madenleri taşımaya ve işlenmesi için tesislere aktarmaya başladı. Seralar genişletildi, yeni yaşam modülleri inşa edildi ve üssün nüfusu hızla artıyordu.

Ancak en büyük proje, ilk füzyon reaktörünü inşa etmekti.

Füzyon Reaktörünün İnşası

2045 yılına kadar insanlık kararlı ve uzun süreli bir füzyon reaktörü inşa etmeyi başaramamıştı. Fakat Ay'da, düşük yerçekimi ve helyum-3 gibi nadir elementlerin varlığı, nihayet bu teknolojinin hayata geçirilmesini sağlıyordu.

Bu proje için Sam Altman'ın geliştirdiği yapay zeka, plazma patlamalarının doğasını analiz etti ve kontrol yöntemlerini optimize etti. Yapay zekanın önerisi şuydu:

Yapay Zekâ ve Füzyonun Dansı

Artemis Base Camp'ta, ilk füzyon reaktörünün inşası hızla ilerliyordu. Ancak, plazmanın kararlılığı konusunda hâlâ büyük zorluklar vardı. Kenar Lokalize Modlar (ELM'ler) olarak bilinen plazma kenarındaki instabiliteler, reaktörün verimliliğini tehdit ediyordu. Bu ELM'ler, tıpkı Güneş'teki patlamalar gibi, ani enerji ve parçacık kayıplarına neden oluyordu.

Sam Altman'ın geliştirdiği yapay zekâ, bu sorunu çözmek için devreye girdi. ASDEX Upgrade tokamağında yapılan deneylerden elde edilen verileri analiz eden yapay zekâ, enerjik parçacıkların ELM'lerle nasıl etkileşime girdiğini anlamaya başladı. Simülasyonlar, enerjik iyonların, ELM'lerin uzaysal ve zamansal yapısını değiştirebileceğini gösteriyordu. Bu etkileşim, bir sörfçünün dalga üzerindeki hareketine benzetiliyordu; enerjik parçacıklar, MHD dalgalarıyla rezonansa girerek ELM'lerin davranışını değiştirebiliyordu.

Bu yeni anlayışla birlikte, yapay zekâ, enerjik parçacıkları aktif bir kontrol mekanizması olarak kullanmayı önerdi. Bu, ELM'lerin neden olduğu enerji kayıplarını minimize edebilir ve plazmanın kararlılığını artırabilirdi.

Dr. Salima Ikram, bu buluşun önemini vurguladı: "Bu, füzyon enerjisinde bir dönüm noktası olabilir. Yapay zekânın rehberliğinde, plazmayı daha önce hiç olmadığı kadar kararlı hale getirebiliriz."

Bu gelişmeyle birlikte, Artemis Base Camp'ta bilim insanları, füzyon reaktörünü başarıyla devreye aldılar. Reaktör, sürekli ve temiz enerji üretmeye başladı, bu da üssün genişlemesini ve Mars'a yapılacak yolculuk için gerekli hazırlıkları hızlandırdı.

Bu teori, füzyon plazmasını kararlı hale getirmek için yeni bir yöntem sundu. Artık enerji üretimi yalnızca mümkün değil, sınırsız, temiz ve güvenli bir enerji kaynağı haline geliyordu.

İlk test reaktörü üç ay içinde devreye alındı. Ay yüzeyine büyük, manyetik alanlarla kaplı bir enerji istasyonu kuruldu. Bu istasyon, devasa bir manyetik huni gibi davranarak füzyon reaksiyonlarını yönlendirdi ve enerjiyi topladıArtemis Base Camp’ın tamamı artık neredeyse sınırsız enerjiye sahipti.

Bu gelişmeyle birlikte, Mars’a gidecek ilk füzyon roketinin üretimi için gerekli olan enerji ve kaynaklar artık mevcuttu. Ancak Mars’a fırlatma penceresinin açılmasına hâlâ 10 ay vardı.

Bu süreçte Ay’daki üs, sadece bir üs olmaktan çıkıp dev bir endüstriyel merkez hâline gelmişti. Dünya’dan gelen her gemi artık Madencilik ve enerji üssü Artemise bağlıydı. Burası artık insanlığın uzaydaki ilk büyük kolonisi hâline geliyordu.


Bölüm 14: AY’DAN KALKIŞ GÜNÜ

Artemis Base Camp'ta hareketlilik doruktaydı. Mars'a gitmek için yıllardır beklenen an gelmişti. Fırlatma penceresinin açılmasına sadece saatler kalmıştı. Lunar Gateway’deki kontrol merkezi, tüm sistemleri tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Yakıt tankları titizlikle doldurulmuş, geminin tüm sistemleri en ince ayrıntısına kadar test edilmişti.

Ancak içeride, astronotlar ve bilim insanları arasında derin bir ikilem yaşanıyordu. Ay’daki hayat zordu ama aynı zamanda öngörülebilirdi. Artemis Base Camp, geniş seraları, korunaklı yaşam alanları ve füzyon reaktörüyle tam anlamıyla kendi kendine yeten bir koloniye dönüşmüştü. Burada bir düzen vardı. İnsanlar alışmıştı. Ama Mars... Mars bilinmezlikti. Daha uzun süreli bir yerçekimsiz yolculuk, tehlikeli bir iniş, ince atmosfer, çetin şartlar... Orada her şeyin sıfırdan inşa edilmesi gerekiyordu.

Bir grup bilim insanı ve mühendis, Ay'da kalmayı savunuyordu.
"Burada uygarlığı inşa ettik. Ay kolonisini büyütmeliyiz. Mars'a gitmek yeni bir bilinmeze atılmak demek. Belki de gereksiz bir risk."

Ancak bir kişi kesin kararlıydı.

Elon Musk, insanlara döndü ve duraksamadan konuşmaya başladı:
"Benim en büyük hayalim Mars’ta ölmek... Ama çarpışarak değil, yaşayarak!"

Herkes sessizce ona kulak kesildi.

"İnsanlık tarihinin en büyük sıçrayışının eşiğindeyiz. Evet, Ay'da rahatız. Ancak uygarlık, konfor alanında büyümez! Eğer Dünya’ya bir şey olursa, eğer Ay’da bir şeyler ters giderse, insan türünün devamını sağlamak için Mars’a ihtiyacımız var! Bu, sadece keşif değil, bir zorunluluk!

Mars’ta devasa bir şehir inşa edeceğiz. Milyonlarca insanın yaşayacağı bir dünya yaratacağız. Orada, kendi kendine yeten ilk gerçek gezegenler arası uygarlık kurulacak! Bunu yapmak için onlarca yıl harcadım, planlarımı yaptım, şimdi gerçekleştirme zamanı!"

Gemiye binecek olanlar birbirlerine baktılar. Kimi korkulu, kimi heyecanlıydı. Ancak Musk’ın sözleri havada yankılanırken, çoğunun içinde bir ateş yanmaya başlamıştı.

Gemi tamamen dolmuştu. 300 insan, yüzlerce insansı robot, tarım ve inşaat için gereken ekipmanlar, bir dondurulmuş embriyo çantası... Bu embriyolar, Mars’ta büyütülüp neslin devamını sağlayacak ilk nesil insanları barındırıyordu.

Geri sayım başladı.

10... 9... 8...

Bu, sadece bir fırlatma değildi. Bu, tarihin en büyük adımlarından biriydi.

3... 2... 1...

Ve Mars Yolu açıldı.


Bölüm 15: Yapay Zekâyı Sıkıntıdan Füzyon Roketi Yaptırmak

Mars yolculuğunun 42. günüydü. Sam Altman, uzay gemisinin büyük ekranında “Satranç oynayacak mısın?” diye soran yapay zekâyı görmezden geldi. Artık sıkılmıştı. Önündeki protein çubuğunu isteksizce ısırırken aklına parlak bir fikir geldi.

Yapay zekâya döndü:

"Plazmanın coronal kütle atımını kontrol etmek yerine, tam tersine MHD dalgalarıyla rezonansa girerek ELM'lerin davranışını coronal kütle atımını artıracak yönde değiştirsek... Sonra bu atımları manyetik alanla yönlendirsek, coronal atımlı füzyon roketi yapılamaz mı?"

Gemide kısa bir sessizlik oldu. Yapay zekâ yanıt vermek yerine ekranın köşesinde “İŞLENİYOR…” ibaresini gösterdi.

Bir saat geçti.

Bir gün geçti.

Bir hafta geçti.

Altman artık umudu kesmişti. “Sanırım beynini yaktım,” diye mırıldandı. Ama tam o anda, ekranda devasa bir rapor belirdi:

"Hesaplamalar tamamlandı. Saniyede 800 km itiş atımı elde edebiliriz. Bunun anlamı şudur: Roketin hızı, egzoz gazının çıkış hızının iki katına kadar çıkabilir. Bu da yaklaşık 1600 km/saniyelik bir nihai hıza ulaşmamızı sağlar. Voyager uzay aracı şu anda 17 km/saniye hızla ilerliyor. Eğer önerdiğiniz teknoloji uygulanırsa, Voyager’ın 65 yılda gittiği mesafeyi 8 ayda kat edebiliriz.”

Altman’ın gözleri büyüdü. Önündeki protein çubuğunu bırakıp “Oha! O zaman yıldızlara gidebiliriz!” diye bağırdı.

İşte böylece, sıkıntıdan yeni bir devrim doğmuş oldu. İnsanlık tarihinin en hızlı uzay aracı fikri, canı sıkılan birinin yaptığı rastgele bir soru sayesinde ortaya çıkmıştı.


Bölüm 16: MARS YOLUNDA – GEMİDEKİ HAYAT 

Mars'a giden Aurora isimli Starship modeli gemi, Ay’dan kalkışından sonra Güneş Sistemi’nin derinliklerine doğru dönerek ilerliyordu. Güneşin ışığını yansıtan gümüş gövdesiyle parlıyordu. 300 insan, yüzlerce insansı robot ve koloni inşası için gereken tüm malzemelerle yüklüydü. İçeride, dondurulmuş embriyo çantası titizlikle saklanıyordu—gelecekte Mars’ta doğacak ilk çocuklar burada yatıyordu.

Ancak bu yolculuk yapay yerçekimi olduğu için uçarak geçmiyordu. Starship, 50 metre uzunluğunda ve devasa bir silindir şeklinde olduğu için, mürettebatın uzun süreli mikro yerçekimde kalmaması adına yapay yerçekimi oluşturulması gerekiyordu. Çözüm? Gemiyi pitch ekseninde kendi etrafında döndürmek!

TAVANDA YÜRÜMEK

Gemi, 3.7 tur/dakika hızla kendi çevresinde dönerek, Mars yerçekimine (0.38g) eşdeğer bir merkezkaç kuvveti yaratıyordu. Bu, mürettebatın uzayda havada süzülmeden yürüyebilmesini sağlıyordu.

Ama işin ilginç tarafı şu oldu:

  • Geminin alt kısmı, yani iniş yaptığında “taban” olarak kabul edilen yer, şimdi tavandı.
  • İnsanlar, Starship’in burun kısmına doğru baş aşağı yürüyordu.
  • Eşyalar, koltuklar ve paneller bu yeni düzeni destekleyecek şekilde tasarlanmıştı. Sadece birkaç basit kilidi çevirerek, Starship’in iç düzeni anında adapte oluyordu.

Birçok kişi eşyaları çevirmeye başlamadan önce bu ters düzende sersemlemiş hissetti. Ancak eşyaları ters çevirdikten sonra, “yeni normal” haline geldi. Astronotlar artık tavanda yürüyen birer Mars öncüsüydü.

Günlük Hayat

Çalışan bilim insanları ve mühendisler, coronal kütle atımlı plazma roketi için ilk proje taslak çizimlerini yapıyorlardı.

Uyku ve Ritüeller

Mürettebat, 24.6 saatlik Mars gününe uyum sağlamaya başlamıştı. Dijital gün doğumu ve gün batımı simülasyonları, psikolojik dengelerini korumak için programlanmıştı.

Yemek ve Su
Yiyecekler, sıvı ve jel formunda minimal atık üretmek için tasarlanmıştı. Küçük hidroponik seralar, marul ve otlar gibi taze yeşillikleri sağlıyordu.

Egzersiz ve Sağlık
Düşük yerçekiminin (0,38g) kasları ve kemikleri zayıflatmasını önlemek için her mürettebat üyesi günde en az 1 saat egzersiz yapıyordu. Bu egzersizi Mars'a indikten sonra da ömür boyu yapmak zorundaydılar.

Eğlence ve Boş Zaman
Geminin ana salonunda sanatçı robotlar, holografik tiyatro gösterileri sunuyordu. VR gözlükler sayesinde, Dünya’daki dağlara tırmanıyor, Dünya’daki sahillerde, ormanda yürüyüş yapıyor ve okyanusta dalış simülasyonlarıyla kendilerini rahatlatıyorlardıBazıları satranç turnuvaları düzenlerken, bazıları yeni keşfedilen Ay madenciliği hikayeleri yazıyordu.

Sosyal Dinamikler ve Çatışmalar
Uzun yolculuk, psikolojik sınırları zorlayan bir testti. Bazıları Mars’a varma heyecanı içindeyken, bazıları Ay’da kalmadıkları için pişmandı. “Mars mı? Gerçekten yaşanacak bir yer mi?” diyenler de vardı. Bazı mühendisler ve doktorlar, yolculuk sırasında koloni planları üzerinde fikir ayrılığına düşmeye başlamıştı.

Elon Musk ve Liderlik
Elon Musk, mürettebatın moralini yüksek tutmak için sık sık onlarla konuşuyor, Mars’ta inşa edeceği mega şehri anlatıyordu. "Mars’a geri dönmemek için giden ilk gerçek nesiliz ve burada kuracağımız koloni ve yaptığımız her şey tarihe kazınacak!" diyordu.

Sam Altman, yapay zekaya bir soru sordu:

"Plazmada coronal kütle atımlarını kontrollü şekilde kullanarak, Mars'tan Satürn’e ne kadar zamanda gitmek mümkün olacak?"

"İvme: 1G = 9.81 m/s²
Son Hız: 1,600,000 m/s
Toplam Mesafe: 1200000000 km
Hızlanma Süresi: 163098.88 saniye
Hızlanma Mesafesi: 131000000 km
Yavaşlama Süresi: 163098.88 saniye
Yavaşlama Mesafesi: 131000000 km
Hızlanma ve Yavaşlama Mesafeleri Toplamı: 262000000 km
Sabit Hız Süresi: 586250 saniye
Sabit Hızda Gidilen Mesafe: 938000000 km
Sonuç: Yolculuk yaklaşık 10 gün, 13 saat, 27 saniye sürer.
Dikkat: Uzay geminizle yapacağınız yolculuk sırasında, yaklaşık 3.1 saniye zaman yavaşlaması olacaktır."

Kalkıştan 6 ay sonra.

Ve en önemli anlardan biri geldi…

Ve şimdi, Mars’a iniş vakti yaklaşıyordu.



DEVAM EDİYOR.....tıkla.

6. SEZON: Süper Yapay Zeka ile Biyolojik Savaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!

Haftanın Popüler Yayınları