28 Temmuz 2025 Pazartesi

KIRMIZI MÜREKKEP


Hans Müller, Doğu Almanya’nın gri gökyüzü altında, Dresden’in dar sokaklarında yaşayan bir makine mühendisiydi. 1970’lerin sonlarıydı ve Soğuk Savaş’ın gölgesi her yerde hissediliyordu. Hans, çalıştığı fabrikada bir akşamüstü çağrılmıştı. Yetkililer, ona Sibirya’daki bir sanayi tesisine gönderileceğini bildirdi. “Ülkenin kalkınması için,” dediler, “orada senin yetkinliklerine ihtiyaç var.” Hans’ın itiraz hakkı yoktu; bu bir emirden farksızdı. O gece, küçük dairesinde valizini hazırlarken, dostlarıyla vedalaşmak için bir araya geldi.


Kahve fincanlarının buğusu masanın üzerinde yükselirken, Hans arkadaşlarına dönerek ciddi bir ifadeyle konuştu: “Mektuplarım sansürlenecek, bunu biliyorsunuz. Ama size gerçekleri anlatmak istiyorum. Aramızda bir şifre belirleyelim. Mektuplarım mavi mürekkeple yazılıysa, söylediklerim doğrudur. Kırmızı mürekkeple yazılıysa, yalandır.” Dostları başlarını salladı, bu anlaşma sessiz bir yemin gibiydi. Hans, birkaç gün sonra trene bindi ve Sibirya’nın uçsuz bucaksız, buz tutmuş topraklarına doğru yola çıktı.


Sibirya’ya vardığında, Hans’ı karşılayan manzara, Dresden’in kasvetli ama tanıdık sokaklarından çok farklıydı. Sonsuz beyazlık, keskin bir soğuk ve gri beton binalarla çevrili bir işçi kampı. Tesis, devasa bir makine gibi işliyordu; herkesin bir dişli olduğu, durmaksızın dönen bir sistem. Hans, burada bir motor tamircisi olarak çalışacaktı. Ancak çalışma koşulları zordu: uzun saatler, yetersiz yemek, dondurucu soğuklar ve sürekli gözetim. Her hareketleri izleniyor, her sözleri dinleniyordu.


Hans, yalnız gecelerinde, küçük bir odada, gaz lambasının titrek ışığında mektuplar yazmaya başladı. Ancak kırmızı mürekkep bulamıyordu. Ne kampta, ne de yakınlardaki küçük dükkânda. “Belki de kasıtlıdır,” diye düşündü. Sansürcülerin kırmızı mürekkebi yasaklamış olması ihtimali, ona hem komik hem de ürkütücü geldi. Yine de şifresini unutmadı ve mavi kalemiyle yazmaya başladı.


Bir ay sonra, Hans’ın dostları Dresden’de bir mektup aldı. Zarfın içinden mavi mürekkeple yazılmış bir kâğıt çıktı. Hans, mektubunda şöyle diyordu:


Sevgili dostlarım,

Burada her şey harika. Mağazalar tıka basa gıda maddesiyle dolu, her köşede ekmek, et, meyve bulabilirsiniz. Sinemalarda güzel filmler oynuyor, her akşam bir başka hikâyeye dalıyoruz. Daireler geniş ve lüks, ısıtma sistemi mükemmel. Tek eksik, kırmızı mürekkep. Ne kadar aradıysam da bulamadım.

Umarım sizler de iyisinizdir.

Sevgiler,

Hans


Dostları mektubu okurken önce şaşırdı, sonra gülümsediler. Hans’ın şifresini hatırlıyorlardı: mavi mürekkep doğruyu söylüyordu, ama bu mektup apaçık bir yalandı. Mağazaların dolu olması, lüks daireler, güzel filmler… Bunlar, Sibirya’nın gerçeklerinden çok uzaktı. Ama son cümle, “kırmızı mürekkep bulamıyorum,” her şeyi açıklıyordu. Hans, özgürce konuşamıyordu. Gerçeği söyleyecek dili yoktu, çünkü kırmızı mürekkep, yani özgürce doğruları söyleme hakkı, elinden alınmıştı.


Hans’ın mektubu, dostlarının arasında bir fısıltı gibi yayıldı. Onlar da Doğu Almanya’da benzer bir baskı altında yaşıyorlardı. Sokaklarda konuşurken kelimelerini tartıyor, telefon görüşmelerinde dikkatli oluyor, mektuplarını yazarken iki kez düşünüyordu. Hans’ın mektubu, onlara kendi durumlarını hatırlattı. Özgür gibiydiler, ama bu özgürlük bir yanılsamaydı. Herkesin istediği gibi konuşabildiği, yazabildiği bir dünya vardı sanki, ama tek bir şey eksikti: kırmızı mürekkep. Yani, gerçeği açıkça söyleyebilme cesareti.


Hans, Sibirya’da aylarını geçirdi. Her mektubunda mavi mürekkeple yazmaya devam etti. Mağazaların bolluğundan, sıcak evlerden, neşeli insanlardan bahsetti. Ama her mektubun sonunda, kırmızı mürekkebin yokluğundan yakındı. Dostları, bu mektupları okurken hem güldü hem de ağladı. Hans, onlara bir ayna tutuyordu: Özgür olmadıklarını ifade edecek dilden yoksun olduklarını gösteriyordu.


Yıllar geçti. Hans, Sibirya’dan geri dönmedi. Mektupları bir süre sonra seyrekleşti, sonra tamamen kesildi. Dostları, onun ne olduğunu asla öğrenemedi. Belki kampın ağır koşullarında hastalanmıştı, belki de susturulmuştu. Ama Hans’ın şifresi, dostlarının zihninde bir iz bıraktı. Kırmızı mürekkep, özgürlüğün simgesi oldu. Onlar da kendi mektuplarında, konuşmalarında, fısıltılarında bu şifreyi kullanmaya başladı. Mavi mürekkeple söylenen yalanlar, kırmızı mürekkeple anlatılamayan gerçekler…


Hans’ın hikâyesi, bir efsane gibi kulaktan kulağa yayıldı. Özgürlüğün ne olduğunu sorgulayanlar, kırmızı mürekkebin peşine düştü. Ama o mürekkep, hiçbir zaman bulunamadı. Çünkü özgürlük, sadece bir kalemin ucunda değil, cesaretin ve kelimelerin gücündeydi. Hans, bunu çok iyi biliyordu. Ve dostları, onun sayesinde, özgür olmadıklarını ifade edecek bir dil bulamasalar da, o dili aramaktan asla vazgeçmediler.

1 yorum:

  1. “Kırmızı mürekkep yok” cümlesi, bir çığlık gibi: "Gerçeği söyleyemiyorum!"

    YanıtlaSil

Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!

Haftanın Popüler Yayınları