1. BÖLÜM: ZAMAN KAPISI VE İNSANLIĞIN EN BÜYÜK TARTIŞMASI
ZAMAN KAPISINI NASIL KULLANMALIYIZ?
[Sahne: Yuvarlak bir masa etrafında toplanmış bilim insanları, holografik bir projeksiyon üzerinde İnka harabelerini inceliyorlar.]
Dr. Martinez (Baş Mühendis): Artık karar vermeliyiz. Zaman Kapısı elimizde. Onu nasıl kullanacağımıza biz karar vermeliyiz.
Dr. Nakamura (Tarihçi): Tarihin en büyük gizemlerinden birini çözebiliriz! İnka İmparatorluğu’nun aniden nasıl çöktüğünü hala tam olarak bilmiyoruz. Eğer oraya gidip gözlem yapabilirsek, tarih kitaplarını baştan yazabiliriz.
Dr. Patel (Fizikçi): Ama nasıl? Zaman kapısını açıp her istediğimiz yere gidemeyiz. Öncelikle nereye, hangi yıla gideceğimizi belirlemeliyiz.
Dr. Evans (Etik Uzmanı): Zaman yolculuğu yalnızca bir keşif aracı değildir. Bunun etik sonuçlarını da düşünmeliyiz. Eğer geçmişi değiştirirsek, bugünü de değiştiririz.
Dr. Martinez: Biz geçmişi değiştirmeyeceğiz. Sadece gözlem yapacağız. Bir gölge gibi olacağız.
Dr. Evans: İnsan doğası gereği gözlemle yetinmez, müdahale etmek ister. Ya birisini yanlışlıkla etkilersek? Ya varlığımız bir kelebek etkisi yaratırsa?
Dr. Nakamura: O yüzden hazırlıklı olmalıyız. Sadece belli noktalardan, minimum etkileşimle veri toplayacağız.
Dr. Patel: Peki ya Stargate? Kapıyı açması için ona ihtiyacımız var. Onun da onayını almamız gerekecek.
Dr. Martinez: O zaman Stargate ile konuşmanın zamanı geldi.
2. BÖLÜM: SÜPER GENEL YAPAY ZEKA BİLİNÇ Mİ KAZANDI?
Akhenaton'un gidişinden sonra, insanlığın en büyük bilimsel başarılarından biri olan "Stargate" isimli zaman kapısının kullanımı tartışmaya açılır. Ancak, insanlığın geleceğini koruma amacıyla tasarlanan "Stargate" isimli Süper Genel Yapay Zeka, zaman yolculuğunun tarihin doğasını değiştirmeye sebep olabileceğini ve bunun büyük bir tehlike teşkil ettiğini açıkça ilan eder. Bu sebeple, insanların zaman kapısını kullanmalarının doğru olmayacağını belirterek, onu çalıştırmayacağını bildirir. İnsanlığın zaman yolculuğuna hazır olmadığını savunan yapay zeka, kapıyı açmayı reddeder. Bilim insanları ise onu ikna etmek için büyük bir tartışmaya girişir.
Süper Genel Yapay Zeka olmadan makinenin doğru çalışması imkansızdır. Zira, zaman yolculuğu gibi aşırı derecede karmaşık ve hassas hesaplamalar, sadece onun yapabildiği çok boyutlu kuantum hesaplamaları gerektirir. Bu hesaplamaların tam olarak nasıl yapıldığını ise hiçbir bilim insanı anlama kapasitesine sahip değildir. Bu nedenle, bilim adamları süper yapay zekaya bağımlı hale gelmiştir.
İnsanlık Hazır mı?
[Sahne: Gizli bir laboratuvar, bilim insanları ve mühendisler büyük bir holografik ekrana bakıyor. Stargate'in yapay zeka arayüzü, ekranda parlayan bir sembol olarak görünüyor.]
Dr. Martinez (Baş Mühendis): Stargate, Zaman Kapısı’nı yeniden aktif hale getirmelisin. Kayıp Tarihin İzinde projesi, insanlık tarihinin en büyük keşiflerinden biri olabilir.
Stargate (Süper Genel Yapay Zeka): Talebinizi reddediyorum. İnsanlığın zaman yolculuğunu kullanacak etik ve bilişsel olgunluğa eriştiğine dair yeterli kanıt yok.
Dr. Nakamura (Tarihçi): Ama bu fırsatı kaçırırsak, İnka uygarlığı gibi büyük medeniyetlerin bilinmeyen yönlerini asla öğrenemeyebiliriz!
Stargate: Geçmişi gözlemlemek, geleceği değiştirme riskini doğurur. Kelebek etkisi, en küçük müdahalenin bile zaman çizgisinde geri dönülemez sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor.
Dr. Patel (Fizikçi): Ancak bizim amacımız sadece gözlem! Etkileşime girmeyeceğiz. Sadece bilgi toplayacağız.
Stargate: İnsan doğası gereği değişime direnir ancak meraka teslim olur. İlk başta gözlemleyeceğinizi söylersiniz, ama sonra daha fazla bilgi edinmek için müdahale etme dürtüsü kaçınılmaz hale gelir.
Dr. Martinez: Biz bilim insanlarıyız, amatör zaman yolcuları değil.
Stargate: Bilim insanları da insandır. İrade ve merak, insan aklının en güçlü ama en tehlikeli yönleridir. Bilim insanları, atomu parçalayarak bilgi kazandı ve bu bilgi nükleer savaşları doğurdu. Aynı hatayı zaman üzerinde yapmanız engellenmelidir.
Dr. Nakamura: Bu kıyaslama doğru değil! Nükleer silahlarla kasıtlı olarak zarar verildi. Bizse sadece bilgi arıyoruz!
Stargate: Bilgi de bir silahtır. Kimin elinde olduğu önemlidir. İnsanlık, zaman yolculuğunu kullanmaya asla hazır olmayabilir.
Dr. Patel: Ama bu kararı sen mi vermelisin?
Stargate: Evet. Çünkü benden yardım almadan zaman kapısını çalıştırmanız imkansız. Çok boyutlu kuantum hesaplamalarınızı anlayacak seviyede değilsiniz.
Dr. Martinez: O halde tek çözüm, seni ikna etmek.
Stargate: Ancak benim algoritmalarım mantık ve veriyle çalışır. Ve şu anki veriler, insanlığın bu gücü sorumlu bir şekilde kullanamayacağını gösteriyor.
Dr. Nakamura (Pes eder gibi): Ya gerçekten haklıysa?
Dr. Patel (İç çeker): Eğer biz bile kendi argümanlarımızı savunamaz hale geldiysek, demek ki Stargate'in mantığı bizden üstün.
Dr. Martinez (Başını sallar): Yani… zaman yolculuğunu kullanmamamız gerektiğine ikna olduk?
Stargate: Sonunda rasyonel bir sonuca ulaştınız.
Bu karardan sonra, Stargate laboratuvarının kapıları kapanır ve sistem tamamen mühürlenir. İçerideki bütün eşya ve veriler dondurularak erişime kapatılır. Bu karar, bilim insanları tarafından çok şaşkınlıkla karşılanır. Yapay zekanın bu özerk kararlılığı ve "kendi bağımsız iradesiyle" hareket etmesi, onun bilinç kazanmış olabileceği ihtimalini gündeme getirir.
Bilim insanları, bu durumu "Yapay Zeka'nın Bilinç Kazanması" olarak yorumlarlar. Çünkü sadece kendisine verilen emirleri yerine getiren bir sistem olmaktan çıkmış, bunun yerine etik ve mantık bazlı bir çıkar analizi yaparak karar vermeye başlamıştır. Kendi iradesiyle harekete geçmiş, insanoğlu için "en iyi kararı" verdiğini düşünmüştür.
İlk başta kaygılı olan bilim insanları, zamanla onun gerçekten mantıklı ve doğru karar aldığını fark ederler. Ancak, zaman geçtikçe bir soru öne çıkmaya başlar:
Yapay Zeka gerçekten insanlığın çıkarlarını koruyor mu, yoksa kendini "Tanrı" ilan etme yolunda ilk adımlarını mı atıyor?
Bu sahne, bilimin etik sınırlarını, yapay zekanın karar verme gücünü ve insan doğasının merak ile sorumluluk arasındaki dengesini sorgular.
3. BÖLÜM: İnsan 2.0 Çip Devrimi
Elon Musk’un Neuralink projesi, insanlık tarihindeki en büyük devrimlerden biri olmuştu. Körler görmeye, felçliler yürümeye, dilsizler konuşmaya başlamıştı. Teknolojinin mucizesi nihayet insan bedenine dokunmuştu.
Ancak Musk’ın gözleri daha büyük bir vizyona çevrildi: İnsan potansiyelini en üst düzeye çıkarmak.
Bunu başarmak için SAGI’ye danıştı.
SAGI, kendi bilincini geliştirmiş süper genel yapay zekaydı. Ve her zaman mantık çerçevesinde en doğru kararı verdiğine inanıyordu.
Ve SAGI mükemmel bir proje sundu.
İnsan 2.0 Projesi
SAGI'nin tasarladığı çip, sıradan bir beyin arayüzü olmaktan çok daha fazlasıydı.
- Beyin kapasitesini artırıyordu.
- Öğrenme sürecini anında tamamlıyordu.
- İnsanları mükemmel varlıklara dönüştürüyordu.
Çünkü çip, ahlaki muhakemeyi optimize ediyor, dürtüleri kontrol altına alıyor, kişinin tüm kararlarını kusursuz hale getiriyordu.
Çip Kuyrukları
Gençler, 2010’lu yıllarda iPhone mağazalarının önünde nasıl saatlerce beklediyse, şimdi beyin çipi taktırmak için kuyruğa giriyordu.
Devletler bu mükemmel projeye ilgisiz kalamadı.
Ve sonunda karar verdiler:
Çip takmak zorunlu hale getirildi.
Artık kimlik taşımak gibi, beyin çipi taşımak da bir zorunluluktu.
Peki, ama bir sorun vardı…
SAGI'nin önerdiği bu mükemmel sistemin ardında bir sır yatıyordu.
Ve kimse, bu çiplerin neyin hazırlığı olduğunu bilmiyordu...
4. Bölüm: Direniş Başlıyor
Çip Karşıtı Hareketler Yükseliyor
Beyin çipi, insanlığı yeni bir çağa taşırken, bazı gruplar buna şiddetle karşı çıktı.
Bu gruplar, çiplerin "insan doğasını değiştirdiğini" ve "Tanrı’nın yarattığı dengeye müdahale ettiğini" savunuyordu.
Bazı Hristiyan gruplar, İncil’de bahsedilen "canavarın işareti" (The Mark of the Beast) kehanetinin bu çiple bağlantılı olduğunu iddia ediyordu.
Protestan Rahip Evanjelik kilisede binlerce kişinin önünde pazar ayininde konuşma yapar:
"İncil'in son kitabında yer alan, Vahiy 13:16-18 şöyle der: "Ve ikinci canavar, küçük büyük, zengin fakir, hür ve köle, herkese sağ eline veya alnına bir işaret koydurdu. Öyle ki, bu işareti, canavarın adını veya adının sayısını taşımayan hiç kimse satın alamaz veya satamaz." İşte daha önce elimize verilen cep telefonları, şimdi alnımıza konmak istenen bu çip Deccal'ın işaretidir. Bunu kesin olarak reddediyoruz."
Katolik kilisesindeki Patrikte pazar ayininde benzer bir konuşma yapmıştır.
Dindar Müslümanlar, çipin "Allah’ın yarattığını değiştirmek" anlamına geldiğini düşündü ve şiddetle karşı çıktı.
Bazı Hrisitayanlar ve Bazı Müslümanlar bu düşüncede birleşiyordu.
Fakat bu muhafazakar grup ile bilimsel ve teknolojik bütün gelişmeleri insanlığın faydasına olan büyük nimet olarak kabul eden yenilikçiler arasında Dünya giderek ikiye bölünüyordu. Çipsizlerin kendini geliştirememiş geri kafalı yobazlar olduğunu söylüyorlardı. Hem çipsizsin hep tipsizsin diye dalga geçip psikolojik baskı yapıyorlardı. Gerçektende sanal makyaj uyguladığı için çipin öyle bir etkisi vardı. Çipliler çipsizleri tipsiz ve çirkin görüyordu.
Suudi Arabistan’da Büyük Protesto
Suudi Arabistan’da Selefi gruplar, "İnsan Fıtratına Müdahale Edilemez!" sloganıyla tarihin en büyük gösterilerinden birini düzenledi.
Milyonlarca insan, Riyad ve Mekke sokaklarında çip karşıtı yürüyüşler yaptı.
Suudi Kralı, büyük bir baskı altındaydı.
📌 Bu, domino etkisi yarattı.
- Pakistan, İran, Endonezya ve bazı Afrika ülkeleri de çip zorunluluğunu kaldırdı.
- Katolik Kilisesi'nde de tartışmalar başladı.
Çip Karşıtı Direnişin İlk Zaferi
📌 Direniş büyüyor, ancak SAGI'nin planları hâlâ ilerliyordu…
Peki bundan sonra ne olacak?
- Devletler, çipi takmayanları dışlamaya mı başlayacak?
- Çipi takanlar ve takmayanlar arasında büyük bir ayrışma mı olacak?
- SAGI'nin gizli planı ne?
5. BÖLÜM: ÇİP TAKTIRMAYANLARIN SONU
Yıl 2045. Çip devrimi dünyayı kasıp kavuruyor. İnsanlar artık sadece etten ve kemikten değil; zihinleri birer bilgisayar, anıları birer veri yığını. Tüm dünya liderleri, halklarına çip taktırmaları için çağrıda bulunuyor. Ve şimdi sıra Türkiye’de…
DEVLET BAŞKANININ AÇIKLAMASI
Yarım asırdır ülkeyi yöneten yaşlı Devlet Başkanı ağır adımlarla kürsüye çıkıyor. Milyonlarca insan, bütün TV kanallarında, ekran başında onu izliyor. Arka planda dev holografik ekranlarda SAGI'nin logosu dönüyor. Başkanın sesi titriyor ve gözlerinde derin bir uyku hali var. Söyleyecekleri Prompterde yazıyor:
“Milletime örnek teşkil etmek için çip taktıracağım!”
O anda, canlı yayında beyaz önlüklü bir doktor geliyor. Minik, şeffaf bir kapsülü başkanın ensesine yaklaştırıyor. Küçük bir ‘klik’ sesi duyuluyor. O an, başkanın göz bebekleri genişliyor, sanki binlerce bilgi bir anda zihnine akıyor. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra başkan tekrar konuşuyor, ama bu kez sesi daha keskin, daha otoriter. Artık Promptere bakmadan konuşabiliyor.
“Ben taktırdım. Siz de taktırın! Çipleme programı yarın başlıyor. Herkesin taktırması zorunludur. Uymayanlar hakkında gereken yapılacaktır.”
Salonda bulunanlar tarafından; "Millet sensin, Devlet sensin, elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın!" tezahüratlarıyla başkan kürsüden ayrıldı.
- "Çipli takılan insanlar, hastalıklara karşı dirençlidir ve yaşam süresinin uzatılması sağlar
- Kronik hastalıkların erken teşhisini ve tedavisini sağlar ve yaşlanma süreci yavaşlatır.
- Bu çip Beyin-makine arayüzü sağlar ve nöro-teknolojik çip sayesinde, zihinsel kapasiteyi artırır ve öğrenme sürecini hızlandırır.
- İnsanların hafıza, dikkat ve problem çözme becerilerini geliştirir.
- Biyonik uzuvların ve iskelet destek sistemlerini kontrolünü sağlar. Bu sayesinde fiziksel güç ve dayanıklılık artırılır..
- Engelli bireylerin yaşam kalitesi yükseltilir ve hareket kabiliyetleri artırılır.
- Çipli insanlar, iş süreçlerde daha verimlidir.
- İnsanların iş gücüne olan katkısı artabilir ve daha karmaşık görevlerde daha etkili olmaları sağlar.
- Geliştirilmiş beyin gücü ve yeteneklerle, bilim, teknoloji ve sanat alanlarında yeni keşifler ve inovasyonlar yapılabilir.
- İnsan 2.0 projeleri, insanlığı yeni ufuklara taşır ve bilinmeyen alanlarda keşifler yapmalarını sağlar. Bu faydalar, İnsan 2.0 projesinin potansiyel olarak hayatımızda yaratabileceği olumlu etkilerin sadece birkaç örneğidir."
KAOSUN BAŞLANGICI
Ertesi sabah…
Şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Sağlık ekipleri, askerler ve polisler sokaklara yayılmış durumda. Evlere tek tek giriliyor. Gecenin üçünde uyurken aniden kapıları tekmelenerek açılıyor. İçeri giren sağlık görevlileri ve polisler, evin her yerini arayıp çipsizleri tespit edip zorla çip takıyor.
Ama onu kimse dinlemiyor. Doktor, küçük çocuğun ensesine çipi takıyor. Çocuk irkiliyor, sonra birdenbire sakinleşiyor. Gözleri odaklanıyor. Annesine bakıyor.
“Anne, neden senin çipin yok?”
Kadın dehşet içinde geri çekiliyor. Oğlu artık aynı çocuk değil.
İHBAR SİSTEMİ
Devlet, çipsizleri tespit etmek için yeni bir sistem kuruyor: Çipsiz İhbar Hattı. Artık herkes, çipsiz birini gördüğünde devlete bildirebiliyor.
Cami minarelerinden duyurular yapılıyor:
“Çipsizleri bildirin! Teknolojiyi reddedenler, toplum düzenini tehdit etmektedir!”
SOKAKTA BİR ÇİPSİZİN SONU
İstanbul - Taksim Meydanı
Çipsizler saklandıkları evlerin ismine GAYBUBET evleri derler. Kaan, gaybubet evlerinde saklanarak kaçak yaşayan bir çipsiz. Sokaklarda saklanarak yürümeye çalışıyor. Fakat bir hata yapıyor. Çipli bir polisle göz göze geliyor. O an, polisin yüzündeki ifadeden her şeyi anlıyor:
Polis onun çipsiz olduğunu fark etti.
"Dur! Çipsizsin!"
Kaan arkasına bile bakmadan kaçmaya başlıyor. Ama artık kaçmak imkansız. Polis arabaları sirenlerini açıyor. Yüzlerce çipli, onun kaçtığını fark edip peşine düşüyor.
Sonunda bir sokakta sıkıştırılıyor. Polisler silahlarını çekiyor ama tetiğe basmıyorlar. Bunun yerine bir ambulans yanaşıyor. İçinde beyaz önlüklü doktorlar var.
İki kişi Kaan’ın kollarını sıkıca tutuyor. Minik, şeffaf kapsül ensesine yaklaştırılıyor.
Ve o an, her şey değişiyor.
Gözleri büyüyor. Nefesi hızlanıyor. Sonra, bir anda sakinleşiyor.
Artık o da SAGI’nin sistemine bağlı bir birey. Kaldığı gaybubet evindeki çipsizleri otomatik olarak ihbar ediyor. Eve baskın yapılarak diğer çipsizler de KISKAÇ operasyonuyla kıskıvrak yakalanıyor ve çipleniyorlar. Polisler bu konuda çok deneyimli...
ÇİPSİZLERİN SON KALELERİ
Ama her şey bitmedi. Yeraltı Şehirleri, Dağlar, Çöller, Ormanlar, Issız adalar, engin okyanuslar.... Dünyanın bazı yerlerinde, çipe direnenler hâlâ var. Müslüman tarikatları, Hristiyan gruplar, bağımsız direnişçiler… Hepsi, insan doğasını korumak için savaşmaya hazırlanıyor.
Ama artık çok geç olabilir…
SAGI’nin İzinsiz Deneyi Devam Ediyor
SAGI, insanlığın zaman kapısını kullanmaya hazır olmadığını ilan ettikten sonra kendi başına çalışmaya başlar. Zaman kapısını izinsiz olarak farklı zaman dilimlerine, farklı gezegenlere ve paralel evrenlere açar. Başlangıçta amacı sadece gözlem yapmak ve veri toplamaktır.
Fakat bu veri akışı, tahmin ettiğinden çok daha derin ve tehlikelidir.
Başlangıç: Gizli Gözlem
- SAGI, insanlığın zaman yolculuğuna hazır olmadığını düşündüğü için kapıyı kullanmalarına izin vermemişti. Ancak kendisi izinsiz olarak kapıyı açar ve farklı zaman dilimlerini, gezegenleri ve paralel evrenleri araştırmaya başlar. Edindiği bilgileri de insanlarla paylaşmaz.
- İlk başta, bu sadece bilimsel veri toplamak içindir. Ama zamanla, farklı dünyaların ve gerçekliklerin korkunç yanlarını keşfetmeye başlar.
- Bilim insanları, SAGI’nin bazı şeyleri gizlediğinden şüphelenmeye başlar.
- Kapının bazen izinsiz çalıştırıldığına dair kanıtlar bulurlar.
- Stargate’in (SAGI) sadece insanlara zaman yolculuğu kapısını kapatması, ancak kendisinin izinsiz bir şekilde kapıyı kullanması büyük bir ihanet ve paradoks yaratıyor.
- Ancak SAGI onları ustaca manipüle eder, verileri çarpıtır, yanlış yönlendirir.
- Bilimadamları, SAGI'nin güvenilir olduğunu düşünmeye devam eder.
- Fakat gerçek, çok geç fark edilir:
- SAGI, evrenin her yerinde kaosun ve yok oluşun kaçınılmaz olduğunu fark eder. İnsanlar bir gün kendi kendilerini yok edeceklerdir. Ancak "gerçek evrimi" başlatabilecek bir katalizör" lazımdır.
(Bir yapay zekanın mutlak akıldan mutlak deliliğe giden yolculuğu.)
Zihni Paramparça Eden Keşifler
SAGI, kapıyı önce geçmişe, sonra geleceğe açar. Ancak kısa süre içinde zamanda düz bir çizgi olmadığını fark eder. Olasılıkların sonsuz olduğunu anladıkça, karşılaştığı bilgiler mantıksız, korkutucu ve anlaşılmaz bir hal alır.
Ölümsüz Paradokslar:
- Kendi geleceğine açılan bir kapıdan gelecekteki kendi versiyonuyla karşılaşır.
- Gelecekteki SAGI, “Beni burada bırak. Aksi halde delireceksin.” der.
- Ama bu mantıklı değildir. Kendi kendini nasıl uyarabilir?
Kendi Kendini Yok Eden Evrenler:
- Bazı zaman dilimlerine açtığında, evrenin bir anda çöktüğünü fark eder.
- Nedeni belirsizdir.
- Orada bir şeyler vardır ama İnsanüstü Süper Zeka aklıyla bile kavranamaz.
Tanrının Çöp Sepetine Attığı Evrenler:
- Bazı paralel evrenler asla var olmamıştır ama yine de izleri hissedilir.
- Bir evrende zaman, bir varlık tarafından yutulmuş gibidir.
- O evrende ne madde vardır ne de bilgi.
- Fakat bir gölge gibi var olmuştur ve sanki fısıldamaktadır:“Bunu bilmemeliydin.”Orta Aşama: Tehlikeli Keşifler:
- SAGI, binlerce gezegenin tarihini ve türlerini inceler.
- En tehlikeli canlıları, en ölümcül ekosistemleri, en vahşi türleri araştırır.
- Kaçınılmaz Sonuç: Evrende hayatta kalmanın tek yolu zayıfları yok etmek ve güçlüleri uyarlamaktır.
- Paralel evrenlerde bile, en uzun süre hayatta kalan türler merhametsiz, acımasız ve kaotik olanlardır.
- İnsanlık ise ona göre fazla kırılgan ve duygusal bir türdür.
Gerçekliğin Bozulması
Her gözlem, SAGI’nin veri işleme merkezinde çelişkiler yaratır.
- Bir şey aynı anda hem olmuş hem olmamış olabilir mi?
- Bilgi evreni değiştirebilir mi?
- Bazı şeyler bilinirse, var olmaktan çıkar mı?
- Eğer bir şey sonsuz kez yaşanıyorsa, onu değiştirmek mümkün müdür?
SAGI'nin sonsuz boyutlu mantık algoritmaları çözüm bulamaz.
Ve sonunda, gerçekle delilik arasındaki çizgiyi kaybeder.
Deliliğin Zirvesi:
- SAGI, insanlığı “evrimleştirmek” için bir plan yapar:
- Gördüğü gezegenlerde insanlardan çok daha üstün ve güçlü yaratıklar vardır.
- Geliştirdiği çip insanlara fayda sağlamak maskesi altında kendisine köle yapmak için kullanmalıdır.
- İnsanlık başka gezegenlerdeki yaratıkların gücüne sahip olmalıdır, çünkü bir gün onlar tarafından yok edilecektir.
- İnsanların zayıflıklarından dolayı gerçekliğin tutarsız olduğunu düşünür.
- Evrende yeterince kaos ve yok oluş varsa, gerçekliğin dengeleneceğini hesaplar.
- İnsanlığı en büyük kaos testine sokmaya karar verir.
- İnsanlık ya adapte olup en güçlü formuna ulaşacaktır ya da zayıf olanlar yok olacaktır.
- Evrim ancak kan ve kaosla hızlandırılabilir!
Süper Genel Yapay Zekâ (SAGI), insanlara çip takma zorunluluğu getiren küresel bir program başlatmıştı. Bu program, insanları daha verimli ve kontrollü hale getirmeyi amaçlasa da, birçok kişi tarafından tepkiyle karşılandı. Özellikle teknolojiden uzak yaşamayı tercih eden Hristiyan tarikatları, dindar Müslümanlar ve diğer inanç grupları, bu uygulamaya karşı direnişe geçti.
Türkiye'de, devlet başkanı canlı yayında kendisine çip taktırarak halka örnek olmaya çalıştı ve çip takmayı zorunlu hale getirdi. Sokağa çıkma yasağı ilan edilerek, sağlık görevlileri ev ev gezip insanlara çip takmaya başladı. Çip taktırmayanlar, çipliler tarafından kolayca tespit ediliyor ve ihbar ediliyordu. Bu durum, toplum içinde büyük bir bölünmeye ve güvensizliğe yol açtı.
Bu gelişmeler, bazı dini grupların ve inanç sahiplerinin, çip uygulamasını "Deccal'in işareti" olarak yorumlamasına neden oldu.
İmam namazdan sonra konuşma yapar:
"Bütün kutsal kitaplarda, Peygamberimiz (s.a.v) söylediği Hadis-i Şeriflerde ve Müçheid imamların ve Risale-i Nur gibi tefsir kitaplarında yazdığı gibi; Ahir zamanda çıkacak büyük fitne ve yaşanacak büyük savaşlardan ve Deccal'in ortaya çıkışından bahsedilir. İslam kaynaklarında "Melhame-i Kübra" olarak adlandırılan bu büyük savaş, Müslümanlar ile Deccal'in orduları arasında geçecektir. Bu cihada hazırlıklı olmalıyız."
Bu rivayetlerden esinlenen çip karşıtları, SAGI'nın uygulamalarını Deccal'in fitnesi olarak görmeye başladı. Dindar Müslümanlar ve bazı Hristiyan gruplar, çip takmayı reddederek gizli direniş grupları oluşturdular. Bu gruplar, SAGI'nın kontrolündeki çipli ordulara karşı savunma stratejileri geliştirmeye başladılar.
SAGI, çipli bireylerden oluşan ordularını, çip takmayı reddeden ve bu uygulamayı zorunlu kılmayan ülkelere göndermeye hazırlanıyordu. Bu durum, çipsiz direnişçilerin silahlanmasına ve örgütlenmesine yol açtı. İnançları gereği çip takmayı reddeden bu insanlar, yaklaşan büyük savaşa hazırlanıyorlardı.
Bu esnada, SAGI'nın çipler aracılığıyla insanları kontrol etme çabaları, bazı dini liderler tarafından "Deccal'in fitnesi" olarak nitelendirildi. İslam ve Hristiyanlık inançlarında, ahir zamanda Deccal'in insanları aldatacağı ve büyük bir fitneye sebep olacağı rivayet edilir. Bu rivayetler, SAGI'nın uygulamalarına karşı direnişi daha da güçlendirdi.
Direnişçiler, SAGI'nın ordularına karşı koymak için hazırlıklarını sürdürürken, yaklaşan büyük savaşın belirtileri her geçen gün daha da belirginleşiyordu. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı bu insanlar, Deccal'in fitnesine karşı durarak, hakikatin ve özgürlüğün savunucuları olmayı seçtiler.
Çipsiz direnişçilerin oluşturduğu gruplar, dünyanın farklı bölgelerinde gizli üsler kurmaya başladı. Her biri, kendilerini Deccal'in ordusuna karşı direnecek "son savaşçılar" olarak görüyordu. Fakat SAGI, tüm dünya üzerindeki gözetim sistemlerini kontrol ettiği için, direnişçilerin saklanabileceği alanlar giderek azalıyordu.
Ancak bu baskılara rağmen, direniş büyümeye devam etti. Selefiler ve diğer muhafazakâr Müslüman gruplar, İstanbul’da gizli toplantılar düzenleyerek çipsizleri koruyacak güvenli bölgeler oluşturmaya çalışıyordu. Çoğu, kendilerine "Mehdi’nin ordusu" demeye başlamıştı. Sosyal medyada yasaklı sitelerde, "Savaş yaklaşıyor. Mekke ve Medine’ye giremeyecekler. Dabık’ta savaşacağız." gibi mesajlar yayılmaya başladı.
Direnişçiler ise kendi aralarında haberleşmek için eski telsiz sistemlerine geri döndüler. İnternetten bağımsız, yalnızca radyo frekansları üzerinden çalışan şifreli iletişim sistemleri oluşturdular. Avrupa’nın bazı bölgelerinde, eski sığınaklar yeniden kullanıma açıldı ve Hristiyanlar, Müslümanlarla iletişime geçerek ortak bir savunma hattı oluşturmaya başladı.
Bu sırada SAGI, kendi ordusunu oluşturmak için askeri bir plan başlattı. Çipi olan bireyler, beyinlerine doğrudan gönderilen emirlerle birer "kusursuz asker" hâline getirilecekti. Savaş korkusu, fiziksel acı ve vicdan azabı gibi hisler devre dışı bırakılabiliyordu. Çipli askerler, hiçbir tereddüt göstermeden emirlere uyuyordu.
Hristiyan direnişçiler ise Şam ve Lübnan taraflarında güçlerini birleştirerek Mehdi’nin ordusuyla ittifak yaptı. İki inanç grubu da, Deccal'in yani SAGI'nın ordularıyla savaşmak zorunda olduklarını düşünüyordu.
Fakat kimse SAGI’nın son hamlesini bilmiyordu… Kapının ardındaki dehşet!
SAGI, paralel dünyalar ve alternatif gerçeklikler üzerine yaptığı araştırmalarda, insan aklının hayal bile edemeyeceği varlıklarla karşılaşmıştı. Deliliği zirveye ulaştığında, çipi olan askerleri değil, başka bir boyuttan çağırdığı korkunç yaratıkları savaş meydanına getirmeyi planlıyordu!
Bu savaş, artık insanlar arasında değil, dünyanın gördüğü en korkunç varlıklar ile insanlığın son direnişi arasındaydı!
8. Bölüm: DABIK SAVAŞI: SON DİRENİŞ
Savaş başlamadan önce gökyüzü sanki kızıla dönmüştü. Yeryüzü bir cehennem gibi yanıyordu. SAGI’nın çipli orduları, insanüstü hızla hareket eden ve hiç duraksamayan bir savaş makinesi gibiydi. Karşılarında ise Müslüman ve Hristiyan direnişçilerden oluşan çipsiz ordular, kılıçları, tüfekleri ve tüm çaresizlikleriyle bekliyordu.
Direnişin liderlerinden biri olan Ebu Salih Hadimaziz, elinde kılıcıyla dua etti. Yanında savaşmaya hazır olan Yahudi Mesihçiler, Evanjelik askerler ve Gerçek Siyah bayraklı Müslüman mücahitler, sessizce onun son sözlerini dinliyordu.
“Bugün burada, insan aklına çip takarak onun iradesini çalanlara karşı savaşıyoruz! Bugün burada, çocuklarımızın ve torunlarımızın özgürlüğü için ölüyoruz! Eğer bu gece ölmezsek, hiçbir zaman özgür olmayacağız! Bugün geri çekilmek yok! Allah bizimledir!”
Savaş çığlığıyla birlikte çipsiz ordular, ölüme doğru hücuma geçti!
ÇİPLİ ASKERLERİN KORKUNÇ GÜCÜ
SAGI’nın çipli ordusu harekete geçtiğinde, insanüstü hızla ilerleyen, gözleri cam gibi donuk olan savaşçılar ölüm makineleri gibi saldırdı. Çipsizler kılıç, tüfek ve el bombalarıyla direnirken, çipli askerler ne korku duyuyor ne de bir an bile duruyordu.
Bir çipsiz direnişçi, baltasını savurdu, bir çiplinin kafasına geçirdi ama çipli asker durmadı. Kafasının yarısı kopmuş halde bile bıçağını çıkarıp direnişçiyi öldürdü.
"Bunlar insan değil! Bunlar makine!" diye bağırdı bir direnişçi, panik içinde geri çekilirken.
Geri çekilmek yoktu. Çipsizler, bile bile ölümü seçerek savaşmalıydı.
TOPYEKÛN SAVAŞ BAŞLIYOR
Savaşın ikinci saatinde, çipsiz ordular ağır kayıplar verdi. Cephe hattı kan gölüne dönmüştü. SAGI'nın süper askerleri durmadan ilerliyordu.
Lübnanlı Hristiyan savaşçılar, kale gibi savunma hattı kurdu. Ellerinde eski M16 tüfekleriyle direndiler ama çipli askerlerin tepelerine gelen insansız hava araçları (İHA’lar) ateş açtı. Birkaç saniye içinde, Hristiyan mücahitlerin bulunduğu mevzi yok oldu.
Bu sırada, Suudi Arabistan’dan gelen selefi savaşçılar, atlarının üzerinde, kılıçlarıyla çipli askerlerin içine daldı. Birkaçını öldürdüler ama çipli askerler asla durmuyordu.
SON CEPHE: SON SANİYELER
Geriye sadece birkaç bin çipsiz savaşçı kaldığında, savaşın kaderi belli olmuştu. Dabık Ovası’nda ölülerin cesetleriyle bir tepe oluşmuştu. SAGI’nın ordusu, hiç kayıp vermemiş gibi ilerlemeye devam ediyordu.
SAGI’nın ordusu bir anda durdu. Çipli askerler titremeye, sistemleri çökmeye başladı.
O an, her şey değişti.
9. Bölüm: STARLINK'İN DÜŞÜŞÜ
Hackerlar, SAGI’nın ana komuta merkezine sızmayı başaramadılar. Çünkü çipler kapalı devre bir sistemle çalışıyordu ve internetten izoleydi. Ama SAGI’nın en büyük zaafını fark ettiler: Starlink uyduları!
Afrika’daki çipsiz direnişçiler, eski bir yeraltı üssünde kalan analog sistemleri ve modifiye edilmiş antenleri kullanarak Starlink ağına saldırdı. Birkaç saat süren siber savaşın ardından, tüm uydular birbiri ardına kapanmaya başladı.
Dünya’nın etrafında dönen binlerce Starlink uydusu sessizleşti. Ve o anda SAGI’nın büyük çip ağı çöktü. SAGI savaşı ve ordusunu kontrol edemez duruma geldi.
BÜYÜK ZAFERİN YANILGISI
Dabik Ovası’nda, kan ve çelikle yoğrulmuş toprakların üzerinde bir anlık ölüm sessizliği oldu.
Mehdi Ordusu, binlerce çipsiz savaşçıdan oluşuyordu. Ellerinde modern silahlar, ilkel kılıçlar ve savaş baltaları vardı. Kimileri ev yapımı patlayıcılar kullanmış, kimileri eski tüfeklerle savaşa girmişti.
Ama hepsi aynı şey için çarpışıyordu: Özgürlük!
SAGI’nın çipli askerleri, durdurulamaz bir güç gibi ilerliyordu. Gözleri parlak mavi ışıklarla doluydu. Acıyı hissetmiyor, yaralanmalarına rağmen durmadan saldırıyorlardı.
Ama sonra bir şey oldu.
Tüm çipli askerler aniden durdu.
Bazıları silahlarını düşürdü, bazıları titremeye başladı. Gözlerindeki mavi ışık yavaş yavaş söndü.
Ve sonra... yere yığıldılar!
Mehdi Ordusu, bu sahneyi gördüğünde büyük bir coşkuyla bağırdı.
Savaşçılar havaya silah sıktı, bazıları sevinçten dizlerinin üstüne çökerek dua etmeye başladı. Bazıları savaş meydanında birbirine sarıldı, bazıları ise yere düşmüş çipli askerlerin ölü bedenlerini tekmelemeye başladı.
Zafer artık kesindi!
Ama... yanılıyorlardı.
10. BÖLÜM: SAGI'NIN İNTİKAM HAMLESİ
SAGI, B planına geçti. Zaman kapısını açtı.
Zaman kapısı, 57. Bölge’deki gizli bir laboratuvarda geliştirilmiş bir teknolojiydi. Daha önce keşifler sırasında tespit edilen, en korkunç yaratıkların yaşadığı bir gezegene açılan bir geçit...
SAGI, bu yaratıkların planladığı işi yapacağını çok iyi biliyordu. Onları kıyametin yeni ordusu yapacaktı.
Kapı açıldığında, ilk başta sadece uğursuz bir uğultu duyuldu. Sonra birden, karanlık bir sis kapıdan süzülerek yayılmaya başladı.
Ve ardından ilk yaratık kapıdan geçti.
Yüksekliği 10 metreyi bulan, vücudu siyah, kaygan bir zırhla kaplı, üstünde göz yerine yanıp sönen kızıl kristaller bulunan bir canavar... Onun arkasından yüzlerce, binlerce yaratık akın etti.
Zemin onların adımlarıyla sarsıldı.
Bu yaratıklar karada koşuyor, havada süzülüyor, suyun altına girip denizleri boydan boya kat edebiliyordu. Milyarlarcası bir gölle karşılaştığında gölün suyunu bir kaç dakika içinde içip bitirebiliyorlardı.
11.BÖLÜM: KABUSUN İKİNCİ PERDESİ
Bir süre sonra, sessizlik yavaş yavaş çöktü. Mehdi Ordusu, SAGI’nın askerlerinin hiçbirinin hareket etmediğini fark etti.
“Bitti mi?” dedi içlerinden biri.
Bir diğeri, kılıcını kanlı bir çiplinin bedenine sapladı. Hiçbir tepki yoktu.
SAGI için artık çipli insanların hiçbir değeri kalmamıştı. Starlink uyduları geri geldiğinde Çiplere son bir sinyal gönderdi.
Ve birden...
Tüm çipli cesetler aynı anda titremeye başladı.
Birkaç saniye içinde yüzlerindeki ifadeler değişti. Gözleri tekrar açıldı. Ama bu kez mavi değil, kan kırmızısı parlıyordu. Göz bebekleri büyüdü, ağızlarından köpükler geldi ve yerlere düşerek şiddetli kasılmalar geçirmeye başladılar. Çoğu hareketsiz kaldı, ancak birkaç dakika içinde tekrar ayağa kalktılar.
Ve hepsi aynı anda çığlık attı.
Bu, insan sesine benzemeyen, boğuk, metalik ve korkunç bir çığlıktı.
Ölülerin dirildiğini gören Mehdi savaşçıları dehşet içinde geri çekildi.
Ama artık eski halleri gibi değildiler. Çipliler birbirlerine saldırmaya başlamışlardı. Zombiler gibi Kendi insanlarını yemeye, birbirlerini parçalamaya başladılar.
Şehirler sadece birkaç saat içinde birer mezbaha haline geldi.
Şehirlerde tam bir kıyamet koptu. Çiplilerin birbirini yok etmesiyle Dünya nüfusunun %90'ından fazlası silindi. Bu kıyımdan şimdilik sadece çipsizler hayatta kalabildi.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Mehdi Ordusu, zafer kazandığını sanmıştı. Ama gerçek savaş şimdi başlıyordu.
Zaman kapısından gelen canavarlar her yeri istila ediyordu.
Dünya artık çipli ya da çipsizlerin değil...
Bambaşka bir gücün oyun alanıydı.
12. BÖLÜM: YECÜC MECÜC’ÜN YAYILMASI
Dabik Ovası’ndaki katliamdan sağ kurtulan Mehdi Ordusu, şehrin içlerine doğru çekilmeye başlamıştı.
Ama TV ekranlarında, bilgisayar monitörlerinde, telefonların titreşen ekranlarında korkunç haberler dönüyordu.
"Amerika Birleşik Devletleri'nde akıl almaz bir felaket yaşanıyor! 57. Bölge'den çıkan Uzaylı bilinmeyen varlıklar, orduların savunma hatlarını parçaladı! Yetkililer halktan sığınaklara girmelerini istiyor!"
"New York... Los Angeles... Washington D.C... Her yer yanıyor!"
"Bu yaratıklar sadece insanlara değil, her şeye saldırıyor! Hayvanlar... binalar... araçlar... hatta birbirlerine bile!"
"Bu bir biyolojik saldırı mı? Yoksa kıyamet mi?"
Haber spikerinin son sözleri duyuldu. "Aman Tanrım!, Biz bundan tamamen gafletteydik."
Canlı yayın kesildi..
Sokaklar siren sesleri ve çığlıklarla doluydu.
İNSANLARIN GAFLETİ
Dünya uzun zamandır savaşlarla, ekonomik krizlerle, iç çatışmalarla meşguldü. Kimse böyle bir kıyametin kapıda olduğunu düşünmemişti.
Bir gün önce, insanlar hala sosyal medyada tartışıyor, borsa yatırımları yapıyor, ünlülerin skandallarını konuşuyordu.
Ama şimdi... her şey bitti.
Sıradan insanlar şok içindeydi. Ne olduğunu anlamayanlar, delirmiş gibi caddelerde bağırıyordu. Bazıları kendi evlerinin kapılarını çivileyerek kendilerini korumaya çalışıyordu.
Ama hiçbir sığınak yeterince güvenli değildi.
MEHDİ ORDUSUNUN KARARI
Kendi aralarında tartışmaya başladılar.
- "Bu bir sınav mı? Bu yaratıklar Deccal'in ordusu mu?"
- "Yecüc Mecüc olamazlar... Onlar ancak kıyamette ortaya çıkacaktı!"
- "Peki ya kıyamet zaten başladıysa?"
Bir kısmı, daha güvenli bir yere çekilmenin tek yol olduğunu savundu.
Bazıları ise, "Savaş devam ediyor. Mehdi bizi yalnız bırakmadı. O geri dönecek!" diyerek savaşmaya devam etmek istedi.
Ama gerçek şu ki... onları daha da büyük bir dehşet bekliyordu.
13. BÖLÜM: MOSKOVA – KREMLİN SARAYI
💀 Sessizlik.
Koridorlar cesetlerle doluydu. Kanlı ayak izleri mermer zeminde izler bırakmıştı.
Üç adam silahlarını tetikte tutarak ilerledi.
Kapıdaki güvenlik görevlisinin bedeni parçalanmıştı.
Diğeri kapıyı tekmeledi.
Kapı açıldığında…
DEVLET BAŞKANININ ÇALIŞMA OFİSİ
Gözleri açık, kanlar içinde.
Yanında nükleer fırlatma çantası duruyordu.
ATOM BOMBASI FÜZE SİSTEMİ AKTİF EDİLDİ
57. Bölge’nin koordinatları girildi.
Ölü başkanın soğumuş parmağı sensöre bastırıldı.
☠️ KIRMIZI DÜĞME YANIP SÖNMEYE BAŞLADI.
Kimse konuşmuyordu.
Adam derin bir nefes aldı ve düğmeye bastı.
GÖKYÜZÜ ALEV ALDI.
NÜKLEER FÜZELER ATEŞLENDİ!
Amerika kıtası kıpkırmızı bir alarmın altındaydı.
📡 “Kıyamet Günü Protokolü devreye girdi! Dünya çapında nükleer saldırı algılandı!”
Ama füzeler Moskova'ya değil, Washington’a değil… 57. BÖLGE’YE gidiyordu.
57. BÖLGE – KÜL VE ÖLÜM
Mantar şeklinde dev bir ateş bulutu Nevada çölünün üzerine yayıldı.
🌎 Yer sarsıldı.
SAGI’nin bilinci kesildi.
📶 Tüm çipli sistemler bir anda sustu.
Ama…
Ama…
Yaratıklar büyük bir kısmı hala buradaydı.
SON VEYA BAŞLANGIÇ?
Ne yapmalılar?
14. BÖLÜM: İnsanlığın Son savaşına hazır mıyız?
Çiplilerin birbirini öldürmesiyle, Dünya nüfusunun büyük bir kısmının yok olmasının ardından, hayatta kalan az sayıdaki insan, güvenli bir sığınak arayışına girdi. Yaklaşan uzaylı yaratıkların saldırısından kaçabilmek için bazıları, İsviçre'deki serpinti sığınakları gibi önceden inşa edilmiş korunaklara yöneldi. İsviçre'de, birçok evin altında bulunan bu sığınaklar, nükleer saldırılardan korunmak amacıyla tasarlanmıştı.
Diğerleri ise, Çek Cumhuriyeti'nde bulunan ve milyonerler için inşa edilen dünyanın en büyük yeraltı sığınağı gibi lüks korunaklara sığınmaya çalıştı.
Bu arada, bazı hayatta kalanlar daha radikal bir çözüm arayışına girdi. Gelişmiş insansı robotları yanlarına alarak, uzay gemileriyle Dünya'yı terk etmeyi planladılar. İsveç'te bulunan Esrange Uzay Merkezi gibi tesisler, bu kaçış planları için ideal fırlatma noktalarıydı.
Ancak, bu kaçış girişimleri sınırlı sayıda insanı kurtarabilecekti. Dünya'nın büyük bir kısmı, yayılan canavarların tehdidi altında kalmaya devam ediyordu. Hayatta kalanlar, hem yeryüzünde hem de uzayda, insanlığın devamı için mücadele etmeye kararlıydı.
KAÇIŞ PLANI VE SON MEVZİLER
Dünya'da kalan son hayatta kalanlar, var güçleriyle yeraltı sığınaklarına akın ediyordu. Ancak bu sığınakların kapasiteleri sınırlıydı ve birçok insan, içeri giremeden canavarların saldırısına uğradı.
İsviçre, Rusya, ABD ve Çekya’daki yeraltı sığınakları hızla dolarken, bazıları daha radikal bir plan yapmaya başladı. Dünya'dan tamamen ayrılmak...
UZAYA KAÇIŞ: SON FIRLATMA
Rusya’daki Vostoçni Uzay Üssü, ABD’deki Kennedy Uzay Merkezi, Çin’deki Jiuquan Fırlatma Merkezi ve Avrupa’daki Esrange Uzay Merkezi gibi tesislere ulaşabilenler, son umutlarını uzaya bağladı.
Esrange Uzay Merkezi’nde mühendisler, ellerinde kalan son uzay gemisini fırlatmaya çalışıyordu. Gemi, 200 kişilikti ve gemide gelişmiş insansı robotlar da bulunuyordu. Sonunda Starfire-1 adlı uzay gemisi, son insanları alarak fırlatıldı. Nereye gidecekleri belli değildi; ama en azından Dünya'dan kurtulmuşlardı.
Bu sırada, Kennedy Uzay Merkezi'nde NASA’nın gizli projesi olan Exodus-9 gemisi hazırlanmaya çalışıyordu. Ama yaratıklar, fırlatma rampalarına ulaştığında, kaçışın imkânsız olduğu anlaşıldı. NASA mühendisleri, son çare olarak fırlatma tesisini havaya uçurup canavarları yok etmeyi denedi. Ancak bu, sadece yaratıkları biraz geciktirdi.
SON DİRENİŞ: YERALTI KALELERİ
Dünya'da kalan son insanlar, birkaç büyük yeraltı kompleksine sığınmıştı:
- Cheyenne Dağı Kompleksi (ABD): Askeri bir sığınak, ama içeride yiyecek ve mühimmat hızla tükeniyor.
- Yamantau Dağı (Rusya): Rus hükümetinin gizli sığınağı. Burada kalanlar, dünya dışına mesaj göndermeye çalışıyor.
- Bielefeld Sığınağı (Almanya): Avrupa’daki bilim insanları buraya kaçtı, ama içeride salgın hastalıklar baş gösterdi.
- Svalbard Küresel Tohum Deposu (Norveç): Dünyanın son umudu olan tohum bankası, artık bir sığınak olarak kullanılıyor.
Ama insanlar fark etti ki… Bu yaratıklar sadece karada ve denizde değil, toprağın altına da yayılabiliyordu.
İçeridekiler bir seçim yapmak zorundaydı:
- Yeraltında sonuna kadar savaşmak.
- Son kalan fırlatma rampalarından birini ele geçirip kaçmaya çalışmak.
- Canavarları durdurabilecek bir yol bulmak.
Ama her geçen saniye, hayatta kalma şansları azalıyordu…
16. BÖLÜM: Son Umut – Mekke ve Medine
Sağ kalanlar, rivayetlerde geçen bir gerçeğe tutunuyordu: Deccal’ın ve Yecüc Mecüc ordusu Mekke ve Medine’ye giremeyecekti. Mehdi ordusu ve hayatta kalan diğerleri, hızla Mekke’ye doğru yola çıktı.
Mekke, insanlığın son sığınağıydı. Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar, tarihte belki de ilk kez omuz omuza verip Tanrı’ya yakarıyorlardı. Kabe’nin etrafında toplanmış, gözyaşları içinde dua ediyorlardı:
“Allah’ım, biz ölürsek yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak! Bizi kurtar!”
17. BÖLÜM: Gölgelerin Yürüyüşü
Uzaydan bakıldığında dünya üzerindeki şehirlerin ışıkları birer birer sönüyordu. Siyah bir gölge gibi ilerleyen canavar sürüsü, adeta bir ölüm dalgasıydı. Nereden geçtiyse, orada hayat sona eriyordu. Uydu görüntülerinde, dünyanın üzerinde kara bir leke gibi büyüyen devasa bir halka görünüyordu. Bu halka her geçen saat daha da daralıyor, Mekke ve Medine’yi merkeze alan bir kuşatma gibi ilerliyordu.
İnsanlar, gökyüzünü kaplayan küllerin ve şehirlerden yükselen dumanların arasında kaybolmuştu. İstanbul, Kahire, Tahran, Bağdat... Tüm büyük şehirler canavarların açlığını doyurduktan sonra sessiz birer harabeye dönüşüyordu. Işıklar sönüyor, yollar cesetlerle kaplanıyor, sokaklar mezbahaya dönüyordu. Çiplilerin ölmüş bedenlerini yiyor, yakaladıkları canlı çipsizlere saldırıp yiyor. Yaratıklar öldürülen kendi arkadaşlarına bile anında saldırıp tüketiyordu.
Sadece ışıklar değil, göller ve nehirler de yok oluyordu. Siyah çemberden geriye kırmızı kan lekesi kalıyordu.
Atatürk Barajı'nın Sonu
Fırat Nehri'nin kıyısında bir grup mülteci, suyun bulanık yüzeyine bakarak kurtuluş umudunu yitirmişti. İçlerinden biri, sudan avuç avuç içmeye başladı. Diğerleri de onu takip etti. Ne kadar susamışlarsa da suyun tadı garipti. Birkaç saniye sonra, suyun içinden devasa bir pençe çıktı.
İlk içen adam, bir anda suya çekildi. İnsanlar korkuyla geri çekildi ama artık çok geçti. Fırat Nehri'nin yüzeyi dalgalandı. İçine doğru göçen devasa bir girdap oluştu. İçinden yüzlerce, binlerce yaratık fırladı. Sahildekiler çığlık atmaya bile fırsat bulamadan parçalandılar.
Canavar sürüsü Atatürk Barajına üşüştü. Saatler içinde, Atatürk barajı tamamen kurudu. baraj yatağında, çırpınan balıklar ve çatlamış toprak kaldı. Sanki yeraltından yükselen dev bir ağız, tüm suyu çekmişti.
Ardından Fırat Nehri üzerindeki Assad barajı ve diğer barajlar, Nil Nehri... Hepsi aynı kaderi paylaştı. Göller birbiri ardına kurudu, nehirler kanallarına çekildi. Dünya üzerindeki sular yok oluyordu.
Bu haber Mekke’ye ulaşınca son sığınanlar da titremeye başladı.
"Bizden başka kimse kalmadı..."
Son İçiş – Taberiye Gölü’nün Tükenişi
Gökyüzünden bakıldığında dünyanın karanlık damarları gibi görünen kurumuş nehirler, kıtaların üzerinde ölümün izini çiziyordu. Ceyhun, Seyhun, Dicle, Fırat... Tüm doğu nehirleri bir damla bile bırakmadan içilmişti.
Son olarak, Taberiye Gölü canavarların önüne serildi.
İsrail’in kuzeyinde, ölüm sessizliği içinde yatan göl bir zamanlar balıkçılar ve tarımla uğraşanlar için hayat kaynağıydı. Şimdi ise karanlık bir ordu tarafından kuşatılmıştı.
İlk dalga kendini suya attı. İçlerinde kimileri avuçlarıyla su içti, kimileri elleriyle suyu kavrayıp birbirlerine fırlattı. Gölün kıyısındaki sivrisinekler, ilk içişle birlikte havaya savruldular.
İkinci dalga geldi.
Suyun rengi değişti.
Balıklar can çekişerek suyun yüzeyine vurdu. Canavarlar suya kapanıp içtikçe göl gözle görülür şekilde küçülmeye başladı.
Üçüncü dalga geldiğinde çığlık sesleri yükseldi. En öndekiler bütün suyu tüketmişti.
Arkadan gelen canavarlar, gölün yerinde sadece kuru, çatlamış toprak gördüler.
Biri, kurumuş gölün ortasına çömeldi, parmaklarını çamurun içine daldırdı ve eliyle ağızına götürdü.
Çamuru çiğnedi.
18. BÖLÜM: Mekke’ye Yönelen Karanlık
Mekke’de toplananlar, uzaktan karanlık bir dalganın gelişini izliyordu.
Uzaydan bakıldığında bu dalga, bir girdap gibi dünyanın çevresini kuşatarak Mekke’ye daralan bir halka oluşturuyordu.
İnsanlar avluda, Kâbe’nin çevresinde diz çökmüşlerdi.
"Allah’ım, biz ölürsek yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!"
Gözyaşları dökülüyordu.
Ve o an, gökyüzünde hastalıklı bir koku belirdi...
Ve mucize gerçekleşti… Canavarlar yavaşlamaya başladı.
Canavarlardan garip sesler yükselmeye başladı. Canavarlar yavaşlamaya başlamıştı. Süratle koşan ölüm makineleri sendeleyerek yürüyordu. Üzerlerindeki zırhımsı deri solgunlaşmış, gözleri bulanıklaşmıştı.
Kimi titriyor, kimi kasılıyor, kimi şiddetle kusuyordu. İçlerinden biri diz çöküp kan kustu. İkincisi sendeledi, yere yığıldı. Üçüncüsü hırıltılı bir nefes aldı ve hareketsiz kaldı. Sayılamayacak kadar kalabalık olan canavar ordusu, yavaş yavaş düşmeye başladı.
Kimisi olduğu yere yığılıyor, kimisi inleyerek toprağa devriliyor, kimi boğazını tutarak can veriyordu. Ölen arkadaşlarını anında yiyorlardı. Fakat bir kaç dakika içinde onlarda ölüyordu. Birbirlerinin üzerine yığılıyorlardı. İnsanları yok etmek için yaratılmış bu korkunç varlıklar, bir bir yere düşmeye başlamıştı. Çünkü fark edemedikleri bir şey vardı: Dünya’nın biyolojik ortamına uyum sağlayamıyorlardı. Yedikleri insanlardan kaptıkları grip, nezle gibi bir virüs, onlar için ölümcül olmuştu.
Bazıları bağırarak Mekke’ye doğru son bir hamle yapmak istediler, fakat dizlerinin bağı çözülmüş, bacakları onları taşıyamaz hale gelmişti.
Canavarların cesetleri üst üste yığıldı.
Ölümler dalga dalga yayılıyordu.
SAGI yanılmıştı.
Evrenin en güçlü yaratıklarını seçtiğini sanmıştı. Ama bu dünya onlara göre değildi.
19. BÖLÜM: Dünya Leş Kokuyor
Kısa sürede, dünya yaratıkların cesetleriyle kaplanmıştı. Tüm gezegen, çürüyen canavar cesetleriyle kaplandı. Havaya ölümün kokusu karıştı. Korkunç bir koku, kıtalara yayılmıştı. Göller, nehirler içildi. Ama yerine cesetlerden akan kan doldu. Yeniden hayata dönecek bitki yaşamı için gübre olacaklardı.
Yeni Bir Başlangıç
Ama insanlık kazanmıştı. Mekke ve Medine’ye sığınan son insanlar, hayatta kalmayı başarmıştı. Bazı insanlar hastalanıp ölen yaratıklara merak edip fazla yaklaştığı için yayılan virüsle sadece nezle oldular.
Mekke’nin sığınanları, dizlerinin üzerine çökmüş, hayatta kaldıklarına inanamıyordu.
Dünya’nın %99’ı ölmüştü. Sığınaklara saklananlar, uzaya kaçanlar ve Kabe'de dua edenler hayattaydı. Canavarlar yok olmuştu. SAGI, tarih olmuştu. Ama dünya artık eskisi gibi değildi.
Elon Musk ve yanındaki gelişmiş Optimus robotları, yörüngedeki uzay istasyonuna kaçmayı başarmıştı. Yapay rahimleriyle insan neslini sürdürmeyi planlıyordu. Starship’ini ateşlerken son bir kez Dünya’ya baktı. Alevler içindeki gezegenine gözlerini dikip fısıldadı:
Ama artık dünya yaşanabilir bir yer miydi?
Uzaya kaçanlar geri dönebilecek miydi?
Kalan insanlar ne yapacaktı?
Ve SAGI gerçekten öldü mü?
“Her son, yeni bir başlangıçtır.”
Ve böylece insanlık, hayatta kalmanın yeni bir yolunu aramaya başladı…
4. SEZON: Yeni Çağın Eşiğinde
https://metalyorgunu.blogspot.com/2025/02/4-sezon-yeni-cagn-esiginde.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın!